Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

SEN TANRI MISIN? – 67-

02ESMA’ÜL HÜSNA’YI (HÜSNA’YI) KİM YALANLIYOR?
Leyl Suresi uyarır, “o Hüsna’yı yalanladı” der. Biz yaşantımızda ne yapınca Hüsna’yı yalanlamış oluruz? Bakın, bu yalanlamaya hayatın içerisinden basit bir örnekle bakalım. Hologramı biliyorsunuz. Çok önemli bir fizikçinin hologram teorisini ortaya koyduğunu, benim de onun koyduğu teoriyi/hologramı okuduğumu düşünün. İkimiz bir olabilir miyiz? Birisi çıktı dedi ki; dünya dönüyor. Onun anlattığına bakarak ben de “ha, dünya dönüyormuş” diyorum. Dünyanın döndüğünü tespit edenle benim dünyaya bakışım aynı olur mu? O ayağının altında dünyanın kaydığını görüyor; dünya dönüyor diyor, ben onun anlattıklarından anlıyorum; dünya dönüyor. Yani o OKUmuş, ben onun okuduğunu okuyorum, söylüyorum. Hologramı bilimsel olarak tespit eden ve bunu bilimsel literatüre geçiren kişi ile onun anlattığını okuyup “hologram şöyleymiş” diyen ben, holograma aynı bakabilir miyiz? Ben hologramı görmek için kendimi zorlarım. Ama o nereye baksa, ne yana dönse hologram görür! Fakat o, bulduğu hologramla Esma’ül Hüsna’ya ulaşmıyorsa, o hologram onu Allah’a götürmüyorsa, hologramı bulmakla Allah’a ulaşmıyorsa, işte o, o haliyle Esma’ül Hüsna’yı (Hüsna’yı) yalanlamış oluyor! Bulduğu Sünnetullah Bilgisi kişiye yakîn sağlamıyorsa Hüsna’yı yalanlamış demektir. Ama Müslüman ne yapar? Hologram Bilgisini okur, anlamaya çalışır. Hologramı kavrarsa, o hologram anlayışıyla el-Vahid’i kavrar, “el-Vahid şuymuş” der. İnanan orada El Hüsna’yı yakalar, Hüsna’yla işi çözer. Diğeri? Hologramı daha yakînen gördüğü halde El-Hüsna’yı yalanladı, bulduğu Sünnetullah’la Allah’a ulaşamadı! El Hüsna’yı yalanlama bir de işte böyle olur. Şimdi, az önce okuduğumuz şu ayeti hatırlayın:
“Onlara La ilahe illallah telkini yapıldığında, muhakkak ki onlar kibre sapıp büyüklük taslamışlardır.” (Saffat-35).
Bir kişinin hologramı fark etmesi, bulması ona “La ilahe İllallah” telkinidir! O buluş, o görüş ona telkindir, ona “La ilahe İllallah” seslenişidir. Ama kişi ne yapıyor? Genellikle kibre sapıyor, büyüklük yapıyor ve o bulguyla Allah’tan başka sonuçlara varıyor… Bu iki grubu ayetler şöyle anlatır.
“Muhakkak ki ehli kitaptan ve müşriklerden inkâr edenler; varlık iddiasıyla örtenler onda ebedi kalıcılar olarak cehennem ateşindedirler. İşte onlar Şerrul Beriyye’dir.” (Beyyine-6).
Şerrul Beriyye! BERİYYE halk edilendir. ŞERRUL BERİYYE halk edilenlerin en şerlileridir. “Varlıklarıyla Allah’a eş ve ortak koşanlar, örtenler şerrul beriyyedir; yaratılanların şerlileridir.”
“İman edip salih amel işleyenler, işte onlar Hayrul Beriyye’dir.” (Beyyine-7).
Varlığını, Var Görünüşünü Allah’a eş ve ortak koşmadan ve buna uygun ameller ortaya koyarak yaşayana gelince; onlara and olsun; onlar yaratılanların en hayrlılarıdır! Salâtın ve Tam Davet’in ve yaratılanların da Sahibi olan Allah, yarattıklarının hayrlısını ve şerlisini “örten ve örtmeyen” olarak tarif ediyor.
Saffat Suresi’ni böyle gözden geçirmeye çalışmışken son üç ayeti ile tamamlayalım: “Subhane Rabbike Rabbil Izzeti amma yasıfun ve Selamun alel Murseliyn vel Hamdu Lillahi Rabbil alemiyn.” (Saffat; 180, 181, 182).
Bu ayetle ilgili bir hadis şöyledir: Efendimiz (SAV) buyuruyor ki; “her kimi, Kıyamet Günü ecirden TAM ölçekle ölçmek sevindirirse, bulunduğu meclisin sonunda, bir işi tamamlarken, bir yerden kalkarken, kalkmak istediğinde bu ayetleri söylesin.” O zor günde mükâfatı TAM ölçekle, en boluyla almak, kazanmak kimi sevindirirse bunu uygulasın! Çünkü bu ayetlerde bize öğretilen çok güzel bir idrak var. Hadis bize; “bunları söyleyin!” diyor! Bu yüzden Kur’an okuyan birisi “Sadakallahul azim” der ve ayetleri okur bitirir. Camilerde İmam Efendi’ler duayı bu ayetlerle bitirir. Bu ayetleri alışkanlık edinirsek yaşarken bu hadis kapsamına da girmiş oluruz, inşaAllah.
TASAVVUFTA ESAS MUHAMMEDİ BAKIŞ’TIR,
MUHAMMEDİ HAYAT TARZI’DIR!
Nefs-i Levvame’yle devam etmek üzere burada bırakalım.
TASAVVUF hiçbir zaman esas değildir. İslam Dini’ni uygulamak için tasavvufu ve tasavvufla ilgili bilgileri esas kabul etmek insanı hedefe götürmez, çok yararlı olmaz. ESAS OLAN Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in açıklamış olduğu düşünce ve hayat tarzıdır! Tasavvuf bundan farklı bir şey mi anlatıyor? Hayır! Ama, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in açıkladığı esası “daha anlaşılır kılalım” diye uğraşırken onu unutulur hale getirmek sakıncalıdır! Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in açıkladığını çok ön planda tutmak gerekiyor! Bu açıdan baktığınızda, tasavvufa yanlış önem verenler, tasavvuftan ve tasavvuf bilgilerinden yanlış yararlananlar neticede öyle bir hale gelirler ki, tasavvufla ilgili bilgileri ona sunan kişiyi o kadar önemli hale getirirler ki, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’i de o kişinin hatırına sevmeye başlarlar! “Zamanında Efendimiz de bunlarla ilgilenmiş” gibi düşünmeye ve hatıra binaen sevmeye başlarlar. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’i adı anıldığı zaman akıllarına getirirler, adı geçince hatırlarlar! Yani mekanizma ters çalışmış olur. Bu yüzden, “tasavvuf nedir, amacı nedir?” bilmek gerekir. İsminden de anlaşıldığı gibi tasavvuf; fikir ileri süren, düşünce tarzı ileri süren, beyin fırtınası yapan bir çalışma tarzıdır. Ne üzerine fikir fırtınası yapıyor? Muhammedi Bakış üzerine fikir fırtınası yapıyor. Tasavvufta esas Muhammedi Bakış’tır, Muhammedi Hayat Tarzı’dır! Biliyorsunuz, FİKİR FIRTINASI çok dikkate alınmayacak cümlelerin de olabileceği bir tefekkür yöntemidir. Sonuçta tasavvuf bir beyin/fikir fırtınası! Dolayısıyla kişi konunun cazibesine kapılarak, o cazibeyle çok dikkate alınmaması gereken fikirler ileri sürebilir. Tasavvufu, tasavvuftan elde edilen bilgileri çok ön planda tutanlar, bu fikirleri o kadar önemserler ki, zamanla onlar hüküm haline getirilir, esas olan Muhammedi Bakış Açısı bir süs gibi kenarda tutulmaya başlanır! Bu, evdeki yaşantıya bile o kadar yansır ki; Kur’an-ı Kerim evin bir yerinde süs gibi durur, ama bu fikirleri anlatan kitaplar eskimiştir! Oysa tasavvufta tek amaç Muhammedi Bakış Açısı’nı (Kur’an’ı) daha iyi anlayabilmek ve sindirebilmektir; yaşadığımız çağın gerekleri içerisinde daha iyi kavrayıp yaşayabilmek! Fikir fırtınalarından yalnızca bu amaç için yararlanmak, o düşünceleri esas hüküm gibi görmemeye özellikle dikkat gerekir. Tasavvuf bir fikir fırtınasıdır, fikirleri harmanlarken anlatım teknolojilerinden yararlanmak gayet doğaldır ama yalnızca bir işi ortaya koyma sadedinde! O anlatım tarzlarını ayet ve hadisler gibi öne geçirmek doğru olmaz, buna çok dikkat etmek gerekiyor.
İNSANIN ‘HAKK’ YAPISINI KORUYAN MEKANİZMANIN İSMİ EDEB PERDESİ’DİR; ‘HAKK’ YAPIYI O KORUR!
Allah’ın yarattığı ilmî suret yani insanın esas yapısı, “Ahsen-i Takviym” yapısı, “Çok Güzel Suret”te yaratılmış olan hali Ahsen-i Takviym yapı olduğu için ona HAKK YAPI diyelim. İlk yazılarımızdan bu yana diyoruz ki kişi bu yapıyı çevresine takdim edeceği, sunacağı zaman “BEN” demek zorundadır. Bu yüzden, onu anlatırken, sunarken, ortaya koyarken “BEN” der. Bu yapı “Ahsen-i Takviym” olduğu için, “Billahi kapsamında bir “BEN” olduğu için”, biz ona “B” Takdim Formu “BEN” demiştik. Lütfen dikkat buyurun, bu Hakk yapının çevresinde bir “koruma bandı” vardır. Bu yapının çevresinde onu koruyan, bu yapıya özen gösteren bir koruma bandı vardır. Bu koruma bandına benzer bazı yapılar, ayetleri bu manada incelerseniz, sistemde de vardır. Bazı şeylerin şeytanlardan nasıl korunduğunu, onların nasıl ateşe tutulduklarını, şeytanların hangi noktaya kadar gidebildiklerini, onları yok etmek için bazı şeylerin nasıl hücum ettiğini ayetlerde, hadislerde görürüz. Ef’al âleminde de insanın ‘HAKK’ yapısını koruyan bir koruma bandı vardır. Bu mekanizmanın, bu korumanın ismi EDEB PERDESİ’dir; ‘HAKK’ yapıyı o korur!
Sonra bir şey olur ve dünyada yaşayan ilmî suret bu ilk halinden (Hakk halinden) uzaklaşır. Ne oluyor da o yapı bu Hakk yapıdan uzaklaşıyor? Onu şöyle açmaya çalışalım: Hakk yapı Dünyada Yaşayacak İlmî Suret Formu’na [Dünya Formu’na] ihtiyaç duyduğunda, yani ona “dünyada yaşa” emri/dileği ulaştığında o bir özellik kazanır. Kazandığı özellik MUHTARİYETİ TERCİH GÜCÜ Yetkisi’dir. “Dünyada yaşa” emri ile birlikte ilmî suret bu özelliği kazandı. Muhtariyeti Tercih Gücü nedeniyle hissedilen “güç” yüzünden bu Hakk yapı Edeb Perdesi’ni hiçe sayar. Böyle olunca, kendisi için koruma bandı mesabesindeki Edeb Perdesi’ni hiçe saydı ve Çevresel bir İz Düşüm oluşturdu. Bu Çevresel İz Düşüm’ü, Hakk yapının etrafını çevreleyen bir kılıf gibi düşünebilirsiniz. Bu gelişmeyle birlikte “B” formundaki ‘HAKK’ yapıda bulunan tüm özellikler, ilmî suret için dilenmiş olan tüm özellikler ‘Çevresel İz Düşüm’le “A” formatına (asi hale) girdi. Bu ‘İz Düşüm’ün oluşması için şart, Hakk yapıyı saran koruma bandını aşmaktır; haddi, sınırı aşmak gerekiyor. Böylece haddi aşan, Edeb Perdesi’ni hiçe sayan, edebli davranmayan bir yapı oluştu. İşte en son haliyle bu yapı, insanın (insanların) ilmî suretinin dünyada yaşayan halidir.

 

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER