Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

SÜBHANALLAH, ELHAMDÜLİLLAH, ALLAHUEKBER, MAŞAALLAH, İNŞAALLAH HALLERİ

– 78 –
Nefse zulümle ilgili yaptığımız basit benzetmeyi hatırlayıp konumuza öyle devam edelim istiyorum. Bana birisi bir çanta para vermişti ve “bu çantadaki para sana emanet, ben sana bu parayı nasıl harcayacağını söyleyeceğim, sen de bu parayı söylediğim yerlere harcayacaksın” dedi. Para benim değil, parasal bir gücüm yok, para bende sadece duruyordu değil mi? Bu durumda ben kendimi ancak “para dolu çanta tutan adam” olarak takdim edebilirim. Parayla ilgili bir gücüm, parayla ilgili bir mertebem, parayla ilgili bir iddiam olabilir mi? Para benim değil ve ne olacağını da bilmiyorum. “Şuraya şu kadar ver” denilecek, onu vereceğim. Bu pozisyondayım, böyle bir yapım var. Bu durumda olmasına rağmen insan “A” yapısıyla ne yapıyordu? Kendini “A” ile takdim eden bakıyor ki bir çanta para var, ona sahip çıkıp harcamaya başlıyor. O gücü kullanıyor, o emaneti suiistimal ediyor, nankörlük yapıyor, kendisine verileni, Hakk’ı yiyor. Hak yemek zulmetmek olduğu için, kişi bu Hakk’a zulmetmiş oluyor. “A” Takdim Formu”ndaki kişi de böyledir, o da kendisine verilen nefs gücünü alıp kullanıyor, ona zulmediyor. Tabi bu kul gözüyle bakıştır. İşin aslı şudur: O kişi kendine nasıl bir veri tabanı takdir edilmişse öyle davranıyor, o hali yaşıyor. Ama biz manzaraya insan boyutundan baktığımız için cümlelerimiz farklı gibi oluyor, olayı görünüşüne göre anlatıyoruz. Aksi halde “tanrı olanın, tanrılığını iddia edenin o hali için emri kim veriyor? O emri Allah vermiyor mu? Elbette! Saffat Suresi 96. ayeti hatırlayın lütfen: “Sizi de, tanrılarınızı da Allah yaratmıştır.” Sizi de (yani “B” halinizi de), tanrılarınızı da (yani tanrılık ilan etmiş olan hali de) Allah yaratmıştır. Yani “A” hali de Allah’ın yarattığı bir şeydir! Cümlelerimiz bu yolda mücadele etmek içindir, İnsan-29’a göre gayret sarf etmek için geçerlidir, İnsan-29 gereğidir. “Dileyen Rabbine yol tutsun, Rabbine dönsün” ayetinin gereğini yerine getirmek gayretinde olana yardımcı olabilmek içindir bu cümleler. Kişiye verilen ve NEFS diye tanımladığımız rububiyet nuru, rab gücü, yapma gücü yani rablık, verdiğimiz örnekteki “para gücü” gibidir. O güç iyi kötü, doğru eğri demez yapar.
HAMÎD ESMASININ FİİLDE ZİKRİ NASIL OLUR?
Tanrılığını ilan edene “şunu şöyle yap” diyen, ondaki gücü suiistimal edip tanrılığını ilan eden “A” yapıdır. “B” yapı bir fikir ileri süreceğinde, bir yorum yapacağında “o Allah’ın takdirindedir!” manasına gelen yorumlar yapar, onun hiçbir bakışı, hiçbir düşüncesi o manadan ayrılmaz. Bu yüzden, özellikle “B”de sabit kalabilmek için Şekûr ve Hamid ismini iyi kavrayıp yaşıyor hale gelmek, onu adet haline getirmek, rutinleştirmek gerekiyor. Mesela “B” takdimiyle yaşayan bir kişiye “araban var mı?” diye sorduğumuzu düşünün. Bakın “var mı?” diye sorduk, arabayla ilgili herhangi bir fikir sormadık. “Çok şükür arabam var, Şekur olan Allah’a şükürler olsun, arabam var” der, yani “Allah bana araba nasib etti” der ve bu Şekur kapsamında bir davranıştır. “Arabanın bir sorunu var mı?” diye sorsak, “Elhamdülillah bir sorunu yok” der. Yani, “takdir kendisine ait olan, kader, emir, irade kendi elinde olan Allah bana sorunsuz bir araba verdi” der. “İnceledim, baktım aldım, bu yüzden arabamın bir sorunu yok” demiyor, diyemiyor. Elbette bu, onun arabasını alırken incelemediği, araştırmadığı anlamına gelmiyor. Kişi başlangıçta yanlış cümleler kurabilir, antrenman sırasında olur öyle şeyler, ama hemen düzeltir; “ben şöyle dedim, öyle dememem lazımdı, şöyle söylemem lazım” diye düzeltir. O düzeltmeler de önemlidir ve onlar Hamîd esmasının fiilde zikridir.
DİLDE ZİKİR YANLIŞ OTOBÜSE BİNMEMEK İÇİNDİR. ESAS ZİKİR, FİİLDE ZİKİRDİR
Zikrin çeşitli aşamaları şöyledir. Diyelim ki birisi Antalya’ya gidecek ama nereye gideceğini unutuyor. Ona denir ki durmadan “Antalya’ya gideceğim, Antalya’ya gideceğim” de, böyle söyle. Unutuyor çünkü. İşte o dilde zikirdir. Unutmayan kişinin “Antalya’ya gideceğim” diye tekrar edip durmasına gerek yok. Diğerine unutmasın diye, sen durmadan böyle söyle demişler. Çünkü Antalya mevhumunu unutabiliyor. Kişi terminale gider, Antalya otobüsüne biner hala “Antalya’ya gideceğim” der, ama yine de unutup yanlış yerde inebilir. “Antalya’ya gitmek” eğer kişinin hayat tarzı haline gelmişse, söylemesine gerek yoktur. Gerektiğinde söyler, sorulunca söyler. Nereye gidiyorsun? Antalya’ya. Bunun gibi, “B” takdiminde geri dönüşsüz yaşayana sorarsınız; bunu sana kim verdi? “Allah” der, “elhamdülillah” der. Ama o bu hale gelene kadar dilde zikir yapar. Demek ki biz neden dilde zikir yapıyormuşuz? Yaşantımız “A” takdimi üzerine olduğu için! “B”yi bilmiyoruz, “B”yi unutuyoruz, yaşarken onu hep unutuyoruz. Onu veri tabanı haline getirebilmek için önce dilde zikrini yapıyoruz. Dilde zikir yanlış otobüse binmemek içindir. Neyi yapmak ve ne olmak istiyorsak onun dilde zikrini yapıyoruz ki onu unutmayalım, beynimizde onunla ilgili kapasiteler açılsın. Yani şaşırmadan, unutmadan Antalya’ya giden adam haline gelelim. Hedefini bilen, saatini bilen, biletini alıp koltuğuna oturmuş hale gelmek halde zikirdir, zikrin bir ileri aşamasıdır. Antalya otobüsüne oturmuş, sessiz güzel gidiyor. Gideceği yeri, yapacağı şeyi bilen kişinin ulaştığı yerde yaşaması, oranın gereği işlerle hayatını sürdürmesi ise fiilde zikirdir, o hali yaşamaktır. Antalya’da gideceği yere gitti, orayı yaşıyor; bu fiilde zikirdir. Ve ESAS ZİKİR budur. Zikrullah ile hedeflenen budur, fiilde zikirdir. O artık Antalya’da! Şuraya gidiyorum, buraya gidiyorum demesine gerek yok. Ama bu noktaya gelene kadar, oraya giden yolu şaşırmamak için onu çok tekrar eder, çok söyler, o dilde zikirdir. Biz “B” hayatına ait bir fiili yapabilmek amacıyla önce onun dilde zikrini yapıyoruz ve o bizde halde zikre dönüşüyor, vücudumuzun kimyası haline geliyor, vücudumuzu o zikre sokacak hale dönüşüyor. Dilde zikir ile oluşan ve açılan beyin kapasitelerinin yönlendirmesiyle salgılanan hormonlar, enzimler vücut kimyasını o hale çeviriyor, kimyamızı değiştiriyor. Vücuttaki kimyanın değişmesi halde zikirdir, yani zikri yapılan esma’ül hüsnaya uygun bir kimya oluşması halde zikirdir. Artık sizden o esmaya ait fiiller çıkıyorsa, o da fiilde zikirdir. Esas amaç budur; fiilde zikri yaşıyor olmaktır. Rasulullah (SAV)’in sürekli yaşadığı zikir hali fiilde zikirdir; EFENDİMİZ’İN 24 SAATİ fiilde zikrullahtır. Dille başlayıp sonra hale sonra da fiile dönüşen bu süreç yüzünden, kişi Hamid ve Şekur ismi kapsamına girişte ilk zamanlar unutabilir, sonra da “aslında veren Allah’tı” diyebilir. Dilde zikirle bunu düzeltmesi “B”de sabit kalmak için önemli bir antrenmandır, “A”ya düşmemek için önemli bir uğraştır, önemli bir zikrullahtır.
İLAH YAPI MEMNUN OLABİLİR, RAHAT
OLABİLİR, AMA HİÇBİR ZAMAN MUTLU OLAMAZ
Halimiz sorulduğunda “Elhamdülillah” deriz. Yani birisine “nasılsın?” derken siz onun bir yorum yapmasını bekliyorsunuz, o bir yorum yapacak, “iyiyim, hastayım, şöyleyim, böyleyim” diyerek hali ile ilgili bir takdirde bulunacak. “B” yapı bunu nasıl söyler? Biliyor ki takdir/kader Allah’a aittir, emir Allah’a aittir, bu yüzden “Elhamdülillah” der, “emir kendisine ait olan Allah, beni iyi yaptı, sağlık, afiyet verdi Elhamdülillah” manasında bir cevap verir. Vereni bilmek Şekûr ismiyle ilgilidir, verilenle ilgili yorum yapmak ise Hamid ismi kapsamındadır. Takdirin, kaderin, emrin yani hamdın Allah’a ait olduğunu ortaya koyan söz ve davranışlar Hamid ismi kapsamındadır.
Hamid ve Şekur isimleriyle yaşamak, “B” takdimi noktasında olan kişinin hayat tarzının önemli iki göstergesidir. “B” takdimiyle beraber mutmainlik başlar. MUTMAİN olmak mutlu olmaktır ve MUTLU OLMAK ancak “B” takdimiyle mümkündür. Mutmainliğin yaşanmaya başlanması “B” takdimiyledir, o zaman fark edilir. Bu yüzden “B” sıfır noktası “Amentü Billahi” noktasıdır, “Amentü Bilkaderi” noktasıdır. “B” takdimiyle başlayan mutmain olmaya adaylık, Amentü Bilkaderi’nin yaşanmaya başladığı noktadır. Bahsettiğimiz ilah yapı, tanrılık halinde yaşayan yapı hiçbir zaman mutlu, mutmain olamaz, mümkün değil! Mutluluk tanrıya kapalıdır! Mutluluk hali Cennet Hali’dir ve cennet tanrıya kapalıdır, o hiçbir zaman mutlu olamaz. Ama yaşantısında mutlu diyebilirsiniz. O sizin mutluluk dedikleriniz “mutluluk” değildir, ya memnuniyet veya rahatlıktır. Memnun olabilir, rahat olabilir, ama hiçbir zaman mutlu olamaz. Mesela, “A” yapının, tanrının kıldığı namazla “B”nin salâtı ikame edişini analiz yapalım: Tanrı namaz kıldığında memnun olur, rahatlar, hatta kendisini takdir eder “aferin, bak namaz kılıyorsun, herkes yatarken sen kalktın, müslüman dediğin böyle olur” der. O tanrıdır, o memnun olur, rahatlar. “B” takdimindeki kul salât ikamesinden dolayı mutlu olur. İkisi de bir haz yaşar, ama birisinin hazzı çok tehlikeli bir şirk iken diğerinin hazzı yasaldır. Bu haz da zamanla terk edilecek bir şirktir ama yasaldır, cennete uygun bir haldir. “A” takdimindeki kişinin ibadetlerinde duyduğu haz, tanrının memnuniyet ve rahatlığından kaynaklanan adrenalin salgısının verdiği hazdır. Kendisini farklı ve iyi insan görmek, önemli görmek, ayrı görmek gibi duygulardan kaynaklanan bir hazdır. “B” takdiminde olanın duyduğu hazzın kaynağı, ona verilen bu role teslimiyettir. Kendisini “B” ile takdim eden, Allah kendisine salât ikame etme rolü verdiği için haz duyar, o bu nedenle mutlu olur, mutmain olur; “elhamdülillah öyle diledi” der, bunun hazzını duyar/yaşar. İki haz birbirinden çok farklıdır; birisi tanrılığı, diğeri Allah muhabbetini, haşyeti kuvvetlendirir ve “ya dilemezse, ya lütfetmezse” korkusunu getirir. Oysa namaza başlamış bir tanrı şöyle düşünür: Bunu adet edindik, artık kimse bana namazı bıraktırtamaz. İyi işmiş ya, bu zamana kadar bunu fark etmemişiz, ben bundan sonra böyleyim. O böyle söyler.
“B” takdimi’yle birlikte başlayan bir güzellik de şudur: “B” takdimiyle birlikte, yani Hamid isminin başlamasıyla birlikte kişinin yaşantısında “sübhanallah, elhamdülillah, Allahuekber, maşaAllah, inşaAllah, la havle ve la kuvvete illa Billâh” ifadeleri mana bulur, bu ifadeler onun hem dilde zikri hem de yaşayarak fark ettiği şeylerdir artık. Sübhanallah, elhamdülillah, Allahuekber, maşaAllah, inşaAllah, artık onun yaşadığı hallerdir. Bunları hem dilinde rahatlıkla kullanır, hem de hayatında görmeye başlar. Dolayısıyla, o kişi için “Sübhanallahi ve Bihamdihi” zikri çok büyük bir mana ifade eder. Sübhanallahi ve Bihamdihi, “B” takdiminde olan kişinin çok önemli bir zikridir; “B” halinin dilidir Sübhanallahi ve Bihamdihi. “La havle ve la kuvvete illa Billâh” da öyledir, bu da “B” halini yaşayışının çok önemli bir diğer zikridir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER