Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

TEFEKKÜR VE SIR – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 1 Mart 2018 Perşembe 13:49:45
 

– 118-
Bugün tefekkürün önemli bir özelliğini ele alarak başlayalım. Sûfi için ilerlemede zikrullah çok önemlidir. Zikrullahı canlandıran, ona ruh katan, zikrullahın tesirini tahmin edemeyeceğimiz kadar arttıran, onu hedefe ulaştıran bir yanı zikrullaha paralel olarak yapılan tefekkürdür. Zikrullah tefekkürle yapılabilirse, böyle bir alışkanlık kazanılırsa zikrullah etkisini çok çabuk gösterir. Siz tefekkürle, zikrullahın izleyebileceğiniz ve izlerken kendi kendinizi yönetebileceğiniz yanlarını fark edersiniz. Bunun için tefekkürle zikrullah çok önemlidir! Tefekkür yanına tam arkadaş olmazsa zikrullah tesir eder mi? Elbette tesir eder, etmez olur mu? Allah’ı düşünmenin, anmanın bilinçli olsun olmasın sevabı tartışılmaz. Ama yapılan zikrullah tefekkürle beraber ilerleyecek olursa bu hedefi olan bir zikrullah olur, idrakı o hedefe taşımaya çalışan bir zikrullah olur.
TEFEKKÜR SOYUT BİR ŞEYİ SOMUT HALE GETİRMEKTİR
Tefekkürle ilgili bir noktayı biraz açmak istiyorum. Tefekkürün amaçlarından birisi soyut bir şeyi somut hale getirmektir. Tefekkürde bu çok önemlidir. İslamiyet’te tefekkür, hayale dalmak, hayalen bir şeyleri düşünmek değildir. Tam aksine soyut bir şeyi somut hale getirmektir. Tefekkürde amaçlananı elde edip etmediğinizi şu soruyla anlarsınız: Ben bu tefekkürümle soyut bir şeyi somutlaştırabiliyor muyum? Eğer somutlaşmıyorsa tefekkür henüz amacına ulaşmamış demektir! Soyut bir şeyi nasıl somutlaştıracağız? İslamiyet’in, İslamiyet dışındaki düşünce ve felsefelerden farkı budur işte. Çok önemli bir fark da budur. İslamiyet’in tüm düşünce ve felsefelerden, tüm bakışlardan farkı İslamiyet’teki şehadet mekanizmasıdır. İslamiyet’te çok önemli iki şahadet noktası vardır. Şehadetten, şahit olmaktan bahsediyoruz! Bir şeye şahit olursanız, o artık sizin için somut bir şeydir! Demek ki, size soyut gibi gelen kavramları tefekkürle somutlaştırmalısınız ki şahit olasınız. Bu imanı değil ikanı getirir. Tefekkür için iman şart zaten! Bu ikanı getirir. İmanın ikana dönüşmesi, sizin için soyut olup iman ettiğiniz şeylerin, artık gözle görülebiliyor derecede hâkim olduğunuz kavramlara dönüşmesidir. O imanın ikan olması demektir. Hedef budur: İman ettiğiniz şeylerin ikana dönüşmesi! Peki, nasıl olacak?
TEFEKKÜR HEDEFİ OLAN BİR DÜŞÜNCE YÖNTEMİDİR
Hedefe ulaşmada önemli bir araç olan tefekkür, tefekkür eden için soyut olan bir şeyi somut hale getirmeyi planlamalıdır. Bizim için çok önemli bir ibadet olan tefekkürün bir hedefi de budur. Bize soyut olan, iman ettiğimiz bir şey başkası için somut olabilir, o ona ikan olabilir. O bize soyuttur ama ona somuttur. Bu yüzden, tefekkürde somutlaştırıcı bir plan kurmalıyız. Eğer böyle bir plan kurulmuyorsa o iş tefekkür değil, güzel şeyleri düşünmektir. O da sevaptır, güzel olmayan şeyleri düşünmekle kıyasladığınızda güzel şeyleri düşünmek elbette sevaptır. Ama bilmemiz gereken şudur: Tefekkür hedefi olan bir düşünce yöntemidir. Bu hedef, size soyut olan bir şeyin tefekkürle somuta dönüşmesi ile kendisini gösterir. Onun için Halife Efendilerimiz’den birisi; “görmediğim Allah’a inanmam” diyor, tefekkürle somutlaştırdığı bir kavramı ifade etmeye çalışıyor. Ve yine Halife Efendilerimiz’den birisi buyuruyor: “Ben neye bakarsam önce Vechullah’ı, sonra baktığım şeyi görürüm.” Bu da gösteriyor ki, tefekkürde ilerlemiş önemli kişiler, soyut zannedilen kavramları o kadar somutlaştırmışlar ve günlük hayatlarında normalleştirmişler ki, konuşurken çok rahatlıkla “görmediğim Allah’a inanmam” diyebiliyorlar, konuya somut olarak hâkimler. Peki, nasıl olacak da biz soyut bir şeyi tefekkürde somut hale getireceğiz?
TEFEKKÜR YOKUŞ YUKARIDIR
En önemli basamağın birisi bu yolda şudur: Tefekkür ettiğiniz ve size soyut gelen bir şeyi düşünürken, onu düşüncede ilerletirken başka bir soyutla ilerletmeyeceksiniz. Bu çok önemlidir. Maalesef insanlar kendilerini doğrudan uzaklaştıracak şeylere programlandıkları için, doğrudan uzaklaştıran yöntemler onlara daha kolay ve daha doğru gibi gelir. Neden böyle olduğuna, yani hikmetine sonra bakacağız inşaAllah. Tefekkür yokuş yukarıdır. Yokuş aşağı iniyor gibi hoşunuza giden ve hayallere daldığınız düşünceler hep soyuttur: “Allah’ı tefekkür ederken Hakk’tan başladım, Rububiyet, Rahmaniyet, Ulûhiyet, Ehadiyet’ten çıktım” gibi düşünceler hep soyuttur. Güzel bir düşüncedir ama somut bir şey yoktur. Somut bir şey yoksa tefekkürden elde ettiğiniz bir idrak gelişimi yoktur: Sadece güzel bir düşünce ânı! Elle tutulup gözle görülebilecek, şeksiz şüphesiz şahit olabileceğin, müşahede edebileceğin somut bir şey geçmedi eline! Hayal var! Hayal müşahede değildir. En önemli şeylerden birisi, sizin için soyut olan bir şeyi tefekkürle somutlaştırıp “budur” diyebilmenizdir. Tefekkürü başka soyutlara bağlayarak ilerletmek netice vermez. Örneğin Rububiyet. Düşündüğünüzde sizin için soyuttur. Tefekkür etmek istediğinizde size daha soyut olan bir şeyi düşünerek Rububiyet’i yakalayamazsınız. “Ben Rububiyet’i düşündüm, oradan Ulûhiyete geçiyorum, Ulûhiyet için şöyle düşünüyorum” derseniz, soyut bir şeyle ilerlediğiniz için netice alamazsınız. Nasıl netice alırız, ona şimdi bir yöntemle bakacağız.
GİZLİLİK İMANI ZAYIFLATIR VE
BÂTIL İNANIŞLARI ARTIRIR

Tefekkürde şuna dikkat etmek gerekir, çözülmemiş bir şey bir başka çözülmemişle çözülemez. Çözülmemiş bir şeyi çözülmüş bir şeyle tefekkür ederseniz çözülebilir hale getirebilirsiniz. Özellikle tasavvufla ilgilenenler çok kuvvetlice şunu bilmeli ve prensip edinmeliler: Gizlilik imanı zayıflatır. Kişi çok kuvvetli bir imanla tasavvufa başlar, tasavvuftaki öğreti tuzakları yüzünden gizemlilik hoşuna gider de nihayet imanı zayıflatır. Eğer gizlilik (gizemlilik) imanı kuvvetlendirseydi, şehadet mekanizması olmazdı, işlerde gizlilik olurdu. Hâlbuki tam tersine, şahit olmanız isteniyor! Çok dikkat edelim, gizlilik imanı zayıflatır ve bâtıl inanışları artırır. İman zayıflayınca o boşluğu bâtıl inanışlar doldurur. Bunun analizini yaptığınız zaman karşınıza faktör olarak “gizemlilik” çıkar.
İSLAMİYET KİMSENİN BİLMEDİĞİNİ
BİLECEĞİNİZ BİR İŞ DEĞİL, HERKESİN
BİLDİĞİNİ BİLMENİZ GEREKEN BİR ŞEYDİR

“Gizemli” derken neyi kastediyoruz? Bir konu sizin için tam somut değil ve siz o konuyu inceliyorsunuz diyelim. İncelerken onu kendinize daha anlaşılmaz hale getiriyor, onu daha soyut yapıyorsunuz, böylece o daha ulaşılması zor hale geliyor. Onu yaparken de tasavvuf bilgilerini kullanıyorsunuz. Oysa o tasavvuf bilgileri (size henüz soyut olan o tasavvuf bilgileri) onu yazan için somut olabilir. Eğer kişi gördüğünü, yaşadığını yazıyor veya söylüyorsa onlar ona somuttur. Onun için somut olan o bilgileri kullanırken siz, size soyut olan bir şeyi daha soyut hale getiriyorsanız olmaz. O zaman o gizemli hale gelir. İnsanın yapısı doğrudan, gerçekten, hakikatten uzaklaşmaya meyilli olduğu için gizemlilik, esrarengizlik hoşuna gidiyor. Gizemli haller onu “kimsenin bilmediğini biliyorum” havasına sokuyor. İslamiyet kimsenin bilmediğini bileceğiniz bir iş değil, herkesin bildiğini bilmeniz gereken bir şeydir. Çünkü şahitlik mekanizması var! Dolayısıyla, bir şeyi daha soyut hale getirmemek gerekiyor. Daha soyut hale getirmek imanı zayıflatır. Oysa imanın ikana gitmesi gerekiyor. Bu ise soyutluğun bitmesi ile mümkün! Siz bir şeyi daha soyut yaptığınız zaman geri gidiyorsunuz, imanı gittikçe zayıflatıyorsunuz, böylece size iman yerine bâtıl inanışlar yön göstermeye başlıyor. Bu durumda onlara sarılmaya çalışır, çeşitli batıl inanışların tesirinde kalır, Allah korkusu yerine onlardan korkmaya başlarsınız. “Kedi geçti” der korkarsınız, “ayın on üçü” der korkarsınız, “şu bunu dedi” der korkarsınız… Ama Allah’tan o kadar korkmazsınız! Bu hal, daha gizemli olmaktan kaynaklanır. Okumuş veya rastlamışsınızdır, bazı kitaplarda, yazılarda ”sırrı deşifre etmemek” gerektiğinden bahsedilir. Orada bahsedilen sırla, bizim burada söylediğimiz “gizem, gizlilik” çok farklı şeylerdir, yani gizem ve sır farklı şeylerdir. Bir kere tasavvuftaki sır normal hayattaki sır değildir. Asilerin, muhtariyetini ilan etmiş olanların, “A” Takdim Formu”yla “BEN” demişlerin yaşantı tarzları içerisindeki sır değildir o. Tasavvuftaki sır, birisinin sakladığı bir bilgi değildir, sizin ulaşamadığınız bilgidir. O bilgi aslında sizde mevcuttur, ancak idrakiniz o konuda henüz açılmadığı için, o bilginin üstünde bir örtü bulunduğu için o size sırdır. Siz o örtüyü çekerseniz, idrakınızı karartan, örten o manayı kaldırırsanız sizde zaten var olan o bilgiye ulaşırsınız, o zaman sır kalkar. Tasavvufta bahsedilen sır için “şu konu sırmış, şu biliyormuş, ona sorup öğreneyim” derseniz yanılırsınız. Tasavvufta bahsedilen sır öyle öğrenilen bir sır değildir, birilerinin sakladığı bir bilgi de değildir. Sırrın ifşa edilmesi işi ise farklı bir konudur. Örneğin, örtücü ilahlıkla ilgili olan bilgi ve onun kapsamı sır değildir. İfşa edilmemesi gereken sır şudur: Bazı kişiler öyle bir noktaya gelirler ki onlara hiç bu dünyayı ilgilendirmeyen bir bilgi verilir ve ona zaten bu bilginin söylenmemesi söylenir. Aslında böyle bir kişi “ben bu bilginin söylenmeyeceğini bilmiyordum” demez, öyle bir şey olmaz! Zaten o tür bir bilgi onu söylememe noktasına gelmiş kişiye verilir, o tür bir bilgiyi elde etme yöntemi içerisinde bu vardır. Rasullerin hayatlarında o tür bilgilere de rastlarsınız, açıklamaları istenmemiştir. Bu durum bazı önemli zatlarda da olabilir, onlara verilen, bildirilen o bilgiler bizim normal hayatımızı ilgilendiren şeyler değildir. Hata, eğer siz o bilgiyi öğrenmiş olsanız hayatınız alt üst olur. Demek ki sırrı saklamak, sizi cennete götürecek, size faydalı olacak, sizin Allah’ı tanımanızda size yardımcı olacak bir bilgiyi saklamak değildir. İfşa edilmemesi gereken sır bu değildir.
Paylaşımımızı bir dua ile tamamlayalım: Allah, Mehmetçiklerimize indinden nusret ve zafer nasip eyleyiverir inşaAllah, lütfuyla ve kolaylıkla (âmin).

EDEP; YA HU-118-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER