Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ALLAH, AKIL VE AYETLER – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 25 Mayıs 2017 Perşembe 12:47:24
 

– 109-
“Her nefs ölümü tadacaktır. Biz bir imtihan sistemi içerisinde sizi şer ve hayrla deneriz. Ve bize rucû ettiriliyorsunuz.” (Enbiyâ-35)
“Bize rücû ettiriliyorsunuz”u başlangıç çizgisi için nasıl anlayacağız? Çok fazla mânâsı var ama bize başlangıç çizgisinde lazım olan en alt sınır mânâ şudur; hesap için huzurumuza geleceksiniz, bize doğru geliyorsunuz. Sepeti almış markette dolaşıyorsun. Mağaza müdürü bakıyor, “Sepeti doldurmuş ama parası, kartı var mı, ne yapacak? Nasıl olsa kasaya gelecek” diyor. Marketi dolaşsın, sonuçta bize gelecek, dönüşü kasaya. “Dönüşü bize” âyetini “Dönüşü hesaba” gibi anlamamız lazım. “Allah’a rücû ettiriliyorsunuz”un başlangıç çizgisinde ilk mânâsı budur.
“Allah dilediğini saptırır, dilediğine
hidayet eder” demesinde keyfilik yoktur

“Amel itibariyle hanginiz güzeldir (diye) sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, Aziyzül Gafur’dur.” (Mülk-2)
“Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet kılardı. Fakat (Allah) dilediğini saptırır ve dilediğini de hidâyete erdirir. Yaptıklarınızdan elbette mes’ul tutulacaksınız.” (Nahl-93)
Anahtar uyarı âyetin sonunda: Yaptıklarınızdan elbette mesul tutulacaksınız! Bu uyarı tercih yetkimizle ilgilidir. Mes’ul tutulmak sorumlu olmak demektir. Sorumluysan ona ait bir şeylerin vardır. Mülk-2 ve Nahl-93 çok açıkça imtihan diyor. Bu âyetlerdeki imtihan vurguları tevhid dili ile açıklanırsa okuyanlar imtihan gerçeğinden uzaklaşır. Bu hatanın yapılmaması gerekir.
“Allah dilediğini saptırır, dilediğine hidayet eder” bilgisine âyetlerde çok rastlarız. Bu o kadar yüksek mânâlıdır ki âyetlerde geçtiği yerde onu biraz anlayabilmeye gayret etmemiz lazım. Neden biraz? Çünkü kendimize göre çok anlamaya çalışırsak hata yapabiliriz. Biraz anlayıp o biraz anlamayı yavaş yavaş genişletmek bizi hatadan kurtarır. “Allah dilediğini saptırır, dilediğine hidayet eder” âyetini insanca düşündüğümüzde keyfi bir hareket gibi görürüz. Bu bakışla fikir beyan edersek yanlış olur. Mes’ûliyet, sorumluluk, emanet, imtihan diyen bu kadar âyet okuduk, “Allah dilediğini saptırır, dilediğine hidayet eder” demesinde keyfilik yoktur. Uyarılıyoruz: Allah dileseydi sizi tek bir inançta, tek bir toplum yapardı. Ama öyle dilememiş, yaşadığımız bu hâli dilemiş. Bunu bir tevhid cümlesi ekleyerek tamamlamaya çalışalım: Yaşadığımız hâli dilemiş ama yaşadığımız hâl içerisinde de dileyen O’dur. “Dileyen O’dur” cümlesinden yine kesrete dönelim; dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. İşte kesret diliyle olan bu kısım sanki “Allah keyfî davranıyormuş” gibi anlaşılmamalıdır. Çünkü keyfî hâl âyetlerde gördüğümüz iki kurala uymaz. Bir, Allah zulmetmez. Çünkü “Biz zulmediciler değiliz” diyor. Bir de Allah’ın Rahmâniyet kurallarına yani sapmaz hak adalet kurallarına uymaz. Bu yüzden, buradan Allah keyfine göre dilediğini saptırır, dilediğine hidayet eder mânâsı çıkmaz. Allah bu yaşadığımız kesret âlemi için bu emri vermiştir ama “Allah keyfî yapmaz” demek de yanlış olur. Allah niye keyfî yapamasın? Keyfî de yapar. Aslında iş en başta Allah’ın keyfidir! Ama başladıktan sonra adalet üzerine yürüyor. Başlaması O’nun dileği, istemesi! Sonra içini adaletle döşemiş o ayrı. Keyfî de yapar. “Keyfî yapamaz” dersen Allah’ı kayıt altına almış olursun. Ama bu âyeti “Keyfi yapıyor” diye anlamayacağız. Kesret yaşantısına koyduğu kurallar çerçevesinde böyle. Yaşadığımız hayatın kuralları böyle diye “Allah kesinlikle keyfî davranamaz” dersek kayıt altına almış oluruz. Ne olursa olsun hüküm Allah’ındır.
Kulun kazanımı ve değişimi dilenmiştir
“Hidâyetin de sapmanın da ilk hükmü Allah’ındır. Ancak Allah’ın bu hükümde zorlayıcı emri yoktur.” Kavranması gereken zor yer burasıdır. Âmentü Billâhi’yi kafasına yerleştirmiş kişiye ise bunun dışındaki anlamlar zor gelir, o da diğer mânâları bir türlü anlayamaz, “Olur mu öyle şey?” der.
Hidâyetin de sapmanın da ilk hükmü Allah’ındır. Allah’ın bu hükmünde zorlayıcı emir yoktur. Kulun tasarrufu işte bu hükmün içindedir. Öyle bir hüküm vermiş ki içinde kulun tasarruf yetkisi var. Ama hüküm Allah’ın. Kulun yetkisinin her hali Allah’ın hükmüyledir. Kulda ne yetki varsa Allah’ın “Müstakilen VAR ve Muhtar” hükmüyle örülmüştür. Bu mânâların kolay anlaşılabilmesi ve “Zaten öyle” denilebilmesi için “Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır, başka Müstakilen VAR ve Muhtar yoktur” prensibinin beynimizde derin iz yapması, tam anlaşılması, yani fiillere dönüşmesi gerekiyor.
Ve bir de kulun kazanımı ve değişimi dilenmiştir. Kazanım zorlanan emirle değil tasarruf ile sağlanabilir. Bu kural da hükmün içinde çok önemlidir. İmtihanda kulun arzu, gayret, kazanım ve değişimi dilenmiş ama bu değişimi Allah dilese “Böyle olacaksın” diyerek zorla da değiştirir. Ancak imtihanın kuralı içerisinde değişim kulun tasarruf sahibi olmasına bağlanmıştır. Anlamamız gereken önemli nokta budur: Kişinin kazanımı ve değişimi onun tasarruf sahibi olmasıyla ilişkilidir. Tasarruf sahibi olduğu yerde infak etmesiyle veya onu sıkıca, cimrice tutmasıyla ilgili! Değişim bunun üstüne bina oluyor. Çünkü âhiretteki hayat öyle farklı bir şey ki oraya ancak hür değişimle oluşmuş sûretler gidebilir. Bizim dünyadaki hâlimiz hür değişimle oluşmuş sûret değildir. Biz doğrudan âhiret hayatına başlayabilirdik. Ancak âhiretin kuralları, imkânları, hâli, mükâfatı ve cezası öyle bir şey ki; orada yaşayacak varlığın o hayata uygun değişimi ancak onun hür tasarrufuyla sağlanabilir. Oysa dünya hayatı farklı, bu hayata hür tasarrufumuzla başlamadık. Başlatıldık, hatta dûniHİ algı ve zannıyla başlatıldık. İmtihan için böyle gerekli. Ama âhirete hür davranışımızla yapacağımız kazanım ve değişimlerle gidiliyor, oraya öyle bir sûret lazım. Dünya bu yüzden oranın laboratuvarıdır. Bilenler; “Laboratuvara gereksiz yatırım yapma, bağlanma, zor ölürsün. Oraya mıknatısa bağlanır gibi yapışırsan Azrail seni çekince gelemezsin. Bağını gevşek tut ki kolay gelesin” diyorlar. Bu çerçevede birkaç âyete bakalım.
Ayetler ve “Aklınızı kullanmadınız mı?”
“Allah, semâvatı ve arzı Bil-Hakk ve onlara zulmedilmeksizin, her nefs kazandığı ile cezalansın diye yarattı.” (Câsiye-22)
Her nefs kazandığı ile cezalansın diye! Yani her nefs kazandığının karşılığını alsın, kazandığına göre değişim yaşasın, imkan bulsun diye bütün bunlar Bil-Hakk yaratıldı.
“O (Allah’tır) ki, semâvat ve arzı altı gün içinde halk etmiştir. Ve O’nun Arş’ı da su üzerinde idi. Sizin hanginizin amel olarak daha güzel olduğunu denemek (belirlemek) için.” (Hûd-7)
Âyetin ilk kısmı başka bir alan, oraya girmeyelim. Bütün bunlar niye? Niye bu laboratuvar? Âyetlerden öğreniyoruz ki hanginizin amel olarak daha güzel olduğunu denemek için. Güzel Kur’ân’a göredir, insanî bir tabir değil. Bunu artık biliyoruz.
“Elif, Lâm, Mîm. İnsanlar fitneye düşürülmeksizin (imtihan edilmeksizin) ‘Îman ettik’ demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar? Andolsun ki onlardan öncekileri de fitne etmişizdir. Allah elbette sâdıkları bilecek ve elbette yalancıları da bilecektir.” (Ankebût; 1-3)
“Ve elbette sizi korku ve açlıktan, mallardan, canlardan, ürünlerden noksanlaştırma şeklinde bir şeylerle muhakkak deneyeceğiz. Müjdele o sabredenleri. Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun; doğrusu biz Allah’a âidiz ve O’na dönücüleriz’ derler. İşte bunlar üzerine Rablerinden salâvat ve bir rahmet vardır. Ve işte bunlar hidâyet bulanların ta kendileridir.” (Bakara; 155, 156, 157)
“Andolsun ki biz, sizden Allah yolunda mücâhade edenleri ve sabredenleri bilinceye kadar sizi imtihan edeceğiz. Ve haberlerinizi de duyuracağız.” (Muhammed-31)
“Mücrimlerin yolu açığa çıksın diye âyetleri işte böylece tafsil ediyoruz” (En’am-55)
Şu okuyacağımız üç ayet ise bir şehâdet üzerine:
“İnsan Rabbine karşı elbette çok nankördür. Ve muhakkak ki, o (insan) bu durum üzerine bir şâhittir.” (Âdiyat; 6, 7)
“O gün insanlara takdim ettiği ve tehir ettiği şeyler haber verilir. Bilakis insan kendi nefsi üzerine bir basiret (gözlemci, şâhit)tir.” (Kıyâmet; 13-14)
“Dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına dair nefsleri üzerine şâhitlik ettiler.” (En’âm-130)
“Andolsun ki, (şeytan) sizden pek çok kimseyi saptırdı. Aklınızı kullanmadınız mı?” (Yâ-Sîn; 62)
“Aklınızı kullanmadınız mı?” Bunu iyi anlamamız lazım. Bir kere şunu fark ve kabul edelim: Âyet “Aklınızı kullanmadınız mı?” diyor ama kastettiği şey dûniHİ algıyla zannlar üreten aklî yöntemler değil! DuniHi akletme yöntemleriyle “Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır” sonucuna ulaşmak mümkün değildir. İstediğin kadar aklını kullan mümkün değil. Dünyanın en zeki sayılan adamlarından Einstein’ın makalesi var; “Tanrı uydurmadır, bu inançlar uydurmadır” diyor, o akılla bu sonuca ulaşmış! Şimdi sen ona “Niye aklını kullanmadın” diyebilir misin? Aklını kullanmakla ünlü bir adam da Stephen Hawking; o da her gün fikir değiştiriyor; son bilgisi “Tanrı yoktur” diyeydi. Ona “Sen aklını kullanmadın” diyebilir misiniz? Her ikisi de aklını kullanmakla ünlü. Bu yüzden “Aklınızı kullanmadınız mı?” âyetini iyi anlayamazsak şeytanın esiri oluruz. Dünya kurallarıyla ne kadar gayret ederseniz edin dûniHİ algı ve zannlarıyla ürettiğiniz aklî yöntemlerle aklederek Allah’ı bulamazsınız! Allah’ın Müstakilen VAR ve Muhtar olduğunu, Ehad ve Samed olduğunu düniHİ akılla bulamazsınız. Bu yüzdendir ki kendilerine Rasûl gelmeyen kavimler sorumlu değildir. “Rasûl gelmediyse onlar da akıllarını kullansınlar. Niye sorumlu tutulmuyorlar?” diyebilirsiniz ama öyle değil. Rasûl gelmemişse sorumlu tutulmuyorlar, helak edilmiyorlar.
“Aklınızı kullanmadınız mı?” âyetini bu bakışla anlama gayretine devam edeceğiz, inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER