Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

BÜTÜN HİSSETMELER ALLAH’INDIR. “İLK HİS” ÖNEMLİDİR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 21 Mart 2017 Salı 12:57:33
 

– 53-
Birincil ve ikincil şirki fark etmeye ve asıl şirki yani birincil şirki görmeye çalışıyoruz.
Yûsuf-106; “Onların ekseriyeti müşrikler olarak Allah’a îman ederler” dediğinde, âyetin nâzil olduğu dönemde Mekke’de yaşayan müşrikler zaten birincil şirkin içindeler. Ama görünen ve kendisiyle savaşılan bir de ikincil şirk var. Mekke müşrikleri Allah’a inanıyor ama müşrik olarak, çünkü bir de putları var. O günkü tablo böyle. Bu yüzden, Efendimiz (SAV) onlara tebliğini yaparken onları Allah’a inanmaya çağırmadı. Buraya lütfen dikkat edin, onlar zaten Allah’a inanıyordu. Onlara “Gelin Allah’a inanın” deseydi tebliğin bir cazibesi olur muydu? Zaten inanıyor. Günümüzde bir kişi, “Efendimiz (SAV) onları Allah’a inanmaya çağırmıştı ama inanmadılar. Ben o çağrıya uydum, Allah’a inanıyorum” derse idraken çok geriye gider, Hz. Mûsa kavminden olur, o kadar eski bir idraka gider. Dikkat edin, insan böyle inanıyor. Ama günlük yaşantısında eskiye, geride kalmışa da karşı! Anne babasını eleştiriyor; hangi gündeyiz hala bu tekniği mi kullanıyorsun diye. Yeni bir telefon modeli çıktığında değiştiremedim diye uykusu kaçıyor. Ama ahireti için ona Efendimiz (SAV)’in tebliği değil de çağlar öncesinin tekniği yetiyor.
Kişi kendi inanışına bakacak
Efendimiz (SAV) Âmentü Billâhi dedi, bunu beyan etti. Bu tebliğdeki Billâhi anlamı o günkü müşrikler anladılar. Efendimiz’e; “Senin anlattığın Allah’la bizim inandığımız Allah aynı değil” deyip, geri dönüp mütekebbir olarak gittiler.
Mütekebbir olarak gitmek nedir?
Efendimiz (SAV) onlara “Gelin Allah adına BEN” deyin dedi. Onlar “Hâyır” dediler. Kendileri namına “BEN” dedikleri hayatı yaşarken de o BENin ihtiyaçlarını yerine getirdiler; put yaptılar, şunu yaptılar, bunu yaptılar. Sonuçta Efendimiz (SAV)’in açıkladığı Allah’ı yani Allah’ın vasıflarını, O’nun Ehad ve Samed oluşunu kabul etmediler, kendilerine bir Rab uydurup ona Allah ismini verdiler. Böylece kendi uydurdukları Allah’a îman ettiler. Kendi uydurduğu ve adına “Allah” dediği bir şeye “inanıyorum” demekle, kimse Efendimiz (SAV)’in tebliğinin kapsamına giremez. Bu yüzden kişi kendi inanışına bakacak: Ben Efendimiz (SAV)’in açıkladığı Allah’a mı inanıyorum, ona mı Âmentü Billâhi diyorum? Yoksa kafamdan bir Rab uydurdum da ona mı Allah deyip inanıyorum? Allah’ı sen tarif edemezsin. O’nu bize Efendimiz (SAV) anlatıyor, tanıtıyor.
Kişinin kafasından uydurduğu bir Rabba inanıyor olması ikincil şirktir. Asıl önemli olan onun bunu yapma sebebidir ve o birincil şirktir. O birincil şirkin kaynağı “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıdır. Eğer günümüzde, inanan bir kişi de “Müstakilen varım ve muhtarım” zannıyla, yani dûniHİ algı ve zannlarıyla Allah’a yöneliyorlarsa o tablo bu âyetin söylediğidir: Onların çoğu dûniHİ algı ve zannlarıyla Allah’a müşrik olarak inanıyor. Allah’ın dışı var, kendisi de dışında müstakil bir varlık ve tercihini Allah’a kullandığını zannediyor.  
“Allah’a kulluk yapmak” nedir, bu zihnimizde yerine sağlam otursun diye konuyu farklı tekrarlarla ve tanımlarla basamak basamak ilerletmeye çalışıyoruz; biz buna “İdrak Seyahati” diyoruz. İslâm’ı anlatırken kişinin idrakını alıp doğru istikamette istasyon istasyon ilerleteceksin, treni doğru yöne sürmek gerekiyor.
Bütün hissetmeler Allah’ındır
“Ekseriyeti müşrik olarak Allah’a îman eder” âyetinin kapsamında olmaktan korktuysak, bu kapsamda olmadığımızı beyan edelim: Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Rasûlühu. Allahım kesinlikle şehâdet ederim ki; Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak SENsin. Başka Müstakilen VAR ve Muhtar olan YOKTUR. Başka Müstakilen VAR ve Muhtar iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır, YOK hükmündedir. Yine kesinlikle şehâdet ederim ki, Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Kulun ve Rasûlündür. Allahım, şehâdetimizi kabul buyuruver, bu şehâdete uygun bir hayat tarzı lütfediver, canımızı bu şehâdet üzerine alıver, bu şehâdet üzerine bizi yeniden diriltiver. Âmîn.
Şehadeti bu manada olmayan kendi adına “BEN” diyerek tanrılar şirketine ortak olur, Allah muhafaza buyursun.
Dünya hayatında Allah’ın razı olduğu hayatı tercih etmemiş kişi fâsıktır. Ancak, tanımını yaptığımız bu fâsık da Allah’ın kuludur. Tevhid dili ile deriz ki; fâsık da fâsık olmakla kulluğunu yerine getiriyor. Kesret diliyle ise, fâsık Allah’a kulluk yapmayandır, çünkü o Allah’ın razı olacağı hayat tarzını tercih etmemiş, Lâ ilahe illallah Kelime-i Tevhidi’ni kabul etmiyor, hatta şiddetle inkâr ediyor. Bu durumda fâsıkın vasfı kâfir olur, fâsık bu söylediğimizi yaparsa kâfir olur. Öyle fâsık hal vardır ki kişi fâsık olduğunun farkında değildir. Kişi nefsinin cimriliğine, ihtirasına kapılmıştır, vermesi gerekeni veremiyordur, onu sıkı sıkı tutuyordur, ilan ettiği müstakil “BEN”le ilgili bir hayat tarzı oluşturmuştur. Ama müslümanlığın kurallarını da benimsemeye, yapmaya çalışıyordur. Yani fıskının farkında değil. Ama bu öyle değil. Bu söylediğimiz Lâ ilahe illallah Kelime-i Tevhidi’ni kabul etmiyor, hatta şiddetle reddediyor, inkâr ediyor. Biz “Başka müstakilen VAR ve muhtar YOKTUR” diyoruz, o tersini söylüyor, “Öyle bir şey yok” diyor. İşte bu fâsıkın etiketi “Kâfir” yani inkâr eden olur. İdrakın pekişmesi için özetleyelim. Ona biz; “Sen, müstakilen var ve muhtar değilsin, ancak Allah Müstakilen VAR ve Muhtar olandır” dediğimizde, bize; “Hâyır, ben de müstakilen varım ve muhtarım” diyor. Böyle demese de bu kâfir/örtücü iddiaya göre yaşıyor. Kişi yaptığı bu inkârla (burayı lütfen dikkatle fark edin) Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun esası olan Allah’ın Kendini Hissetmesi’nin hakkını vermemektedir. Burayı anlayalım. Bir inkârda bulundu, dedi ki; “Ben de müstakilen varım ve muhtarım. Allah’ın müstakilen var ve muhtar olduğunu kabul ettim ama ben de müstakilen var ve muhtarım.” Bu yaklaşım Allah’ın vasıflarını inkâr etmektir. Bu kişi bizim Lâ ilahe illallah Kelime-i Tevhid’i ile ikrar ettiğimiz mânâyı inkâr etti. İnkâr etmekle bir şeyin hakkını vermemiş oluyor. O şudur: Onun “Müstakilen VAR ve Muhtarım” dediği halin özü ondaki Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’dur. “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu nedir, onun esası nedir?” diye merak ederseniz, inşâAllah “Sen Tanrı mısın?” kitapçıklarımıza ve diğer kitapçıklarımıza lütfen bakın. O aslında Allah’ın Kendini Hissetmesi’dir, çünkü ayrıca müstakil bir hissetme yoktur, bütün hissetmeler Allah’ındır. Allah, insana ve bütün hissedenlere kendi hissetmesinden verir, bütün hissedenlerin hissi Allah’ın Hissetmesi’dir. Aksi halde müstakil bir hisseden olur ki mümkün değil. Başka müstakil bir hisseden olursa, siz tüm hissedişinize zulmediyor olursunuz. İlerleyen yazılarımızda Ana His’si ele alacağız. Çünkü “his” dediğim zaman kastımı tam anlatamadığımı biliyorum. Bizim şu anki bazı hislerimiz ikincil hislerdir, onlara sebep olan bir Ana His var; Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ana histir. Bu ana hissin aslında cinsiyeti yoktur. Allah’ın o hissetmesi, o ana his eğer bir erkek fetüse gelmişse kendini erkek hisseder, bir dişi fetüse gelmişse kendini orada dişi hisseder. İşte bu ikincil histir. Ama ana his Allah’ındır, onun cinsiyeti yoktur ve bizim esas “BEN” dediğimiz odur, “BEN” ona deriz. Sonra biz o ana hissi unutur, aynada gördüğümüze “BEN” demeye başlarız. Oysa aynada görülen “tekasür”dür, Kur’an ona tekasür diyor. Siz ona “BEN” deyince işler karışır. Bunları Aşağıların Aşağısı yazılarında detaylı paylaşmıştık.
Size ilk geleni fark edin
Bizim ana histen olan payımız kayıtlı, sınırlıdır. Bu yüzden ona Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu dedik. Duygu insana aittir, biz çünkü onu hissediyoruz. Biz ana hissi bile hissediyoruz, hissedip “BEN” diyoruz. Allah’a o hissi bir veren olmadığı için O’na “hissini hissediyor” diyemeyiz. Ama bize verildiği için biz ana hissi hissediyoruz. “Kendini bil” emriyle birlikte hissettiğimiz o hisse “BEN” diyoruz. Lütfen dikkat ediniz, sonra da onu müstakil ilan ediyoruz. Onu müstakil ilan etmekle Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun esası olan Allah’ın Kendini Hissetmesi’nin hakkını vermemiş oluruz. Bu halimizle biz hak yiyoruz. Allah’ın kendini hissetmesinden verdiği hisle müstakillik ilan ettik, ona “BEN” dedik, hak yemeye başladık. O his senin değil ama sen “benim” dedin, “müstakil” dedin, “bana ait” dedin ve ona da “BEN” dedin, böylece hak yemeye başladın. Hak yemek budur! Allah’ın kendini hissetmesinden verdiği Kayıtlı Kendini Hissetmeyle kul “Hissedişim müstakilen var ve muhtar oluşumu hissedişimdir” diyerek Allah’a karşı isyan etmiştir, Allah’ın hakkını teslim etmemiştir. Bizim hissedişimiz Allah’tandır. Kendimizi hissettiğimiz zamanki ana his, o hissedişimiz Allah’tan olmasına rağmen, “Benim kendimi hissetme sebebim müstakilen var ve muhtar olmamdandır, onun için hissediyorum” diyoruz. Bu tam bir ilah tarifidir işte!  Senin hissedişin Allah’ındır, Allah’tandır, dönüşün de O’nadır. Hissedişiniz de Allah’adır, yerinedir. Ama kişi bunu kabul etmiyor. Bu durumda o nankör oldu, nankörlük yapmış oldu. Dikkat edin, önce Allah’tan olan Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’yla müstakillik ilan ederek Allah’ın Kendini Hissetmesi’ne karşı O’nun hakkını yedi, hakkını vermedi. Yani doğruyu teslim etmedi, doğruya teslim olmadı. Sonra bir şey söyledi, “Benim kendimi hissedişim zaten müstakilen var ve muhtar olmam yüzündendir” dedi. Bunu anlamak üzere bir benzetme yapalım ama bu konuda örnek olmayacağı için mânâyı alıp örneği atalım. Bir baba oğluna bir şeyler bıraktı. Sonra oğul “Bunların hepsini ben kazandım” dedi. Baba bunu duyunca “Ne nankör evlatmış” diyebilir. Çünkü vereni inkâr etti, o iddiasıyla nankörlük yaptı. Kur’ân’ın söylediği nankör budur. Kur’ân nankör derken, sosyal yaşantıdaki ilişkileri söylemiyor, nankörlüğü bizim günlük yaşantıda anladığımız mânâda kullanmıyor. Onu “Birilerine nankörlük yapmayacaksın” diye anlarsak Muhammedî olmayan birisi de onu yerine getirebilir. Hatta mafya üyeleri hiç nankör değildir, birbirlerine çok sadıktırlar. Böyle davranmakla onlar Muhammedî mi oluyorlar, birbirlerine sadık olmakla Kur’ân’ın “nankörlük yapmayın” emrini mi yerine getiriyorlar? Kur’ân’ın söylediği nankörlük; Allah’ın verdiği hissetmeyi Allah’tan ayrı ve müstakil ilan etmektir, “Müstakilen var ve muhtar olduğum için hissediyorum” demektir. Böyle düşünmek nankörlük yapmak olduğu kadar hak yemektir de.
Lütfen dikkat buyurun. Hâlbuki işin bütün esasını kula ilk gelen bilmektedir. Ona Ana His’ten yani Hiss-i Kül’den gelen ilk Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu, bütün bu işin esasını bilendir. Çünkü o Ahseni Takviym’dir. Ahseni Takviym hal hakikati hakkıyla bilendir ama vücuda girdikten sonra Esfele Sâfiliyn olunca onun duygu ve düşünceleri değişmiştir, o bilgi örtülmüştür. İlk gelen hal olan Ahseni Takviym bunları bilendir. İlk gelen o hissin cinsiyeti olmadığını söylemiştik, o ilk gelen his yemez içmez. Ama bu vücuda girince bu vücudun gereği olarak yeme, içme, açlık, susuzluk hissi duymaya başlar. Bu bedende yaşamaya başlamadan önce o yemez içmez, o Ehad’dendir, Samed’dendir. Vücuda girince kayıtlanır, onunla kısıtlı olur. İşte kısıtlı olmayan o ilk geleni fark edin. Çünkü o bütün bu bilgileri, bütün doğruları bilir. Onun bu bilen statüsünün adı Kul Zat’tır. O bilen Halifetullah’ın Kul Zatı’dır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti