Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 52

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 16 Ağustos 2018 Perşembe 13:39:16
 

HAYAT TARZI, ONU ANLATAN
 KİTAP VE DERS YAPMAK
Fatiha Suresi kapsamında Kur’an’ı ders yapmanın önemini fark etmeye çalışıyoruz. Çünkü bize Kur’an’ı ders yapmak ve ona uygun hayat tarzı öneriliyor. Kur’ân’ı ders yapmayanların da bir hayat tarzı var ve o tarz Kur’ân’ın istediği gibi değil, yani Allah’ın razı olduğu şekilde değil. Kur’an’ı ders yapıp yapmadığımızı Rabbimiz bize de sorabilir, hazırlanalım demiştik. Kalem Sûresi, Kur’ân’ı ders yapmamış olanlara, yani farklı hayat tarzı oluşturmuş olanlara soruyor:
Kalem-37 “Yoksa (siz), size ait bir kitap var da ondan mı ders ediniyorsunuz?”
Allah, razı olduğu kul olmayı tercih etmemiş de başka hayat tarzında olana sesleniyor: Size ait bir kitap var da ondan mı ders ediniyorsunuz? Hayat tarzı, onu anlatan kitap ve ders yapmak yine önemle karşımıza çıktı. Demek ki, Allah’a kul olabilmek için Kur’ân’ı ders yapmak, ders yapmak için Rabbini/öğretmenini ve kitabını sevmek çok önemlidir. Ve mü’minler için bir hitaba ulaşıyoruz:
En’âm-156: “Kitap, sadece bizden önceki iki taifeye (yahudi ve hristiyanlar üzerine) inzal edildi, biz ise onların okuyup ders yapmasından elbette gafiller idik” demeyin (diye bu kitabı inzal ettik).”
ASIL İŞ KUR’ÂN’DAKİ MESAJI
 ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEKTİR
Efendimiz (SAV)’in zamanındaki inananlara sesleniliyor: Sakın şöyle bir bahane uydurmayın: Dilimiz Arapça, biz diğer dilleri bilmiyoruz. Yahudi ve hristiyanların kitapları kendi dillerinde, biz onları nasıl anlayıp da ders yapalım? Böyle demeyesiniz diye dilinizde size kitap indirdik, En’âm-156’nın inzal olmasının bir sebebi de budur. Ancak biliyoruz ki hiç bir sebeple âyetler ötelenemez. “Onların dili Arapçaydı, diğer dilleri bilmiyorlardı” hali Kur’ân dersinin hayattaki sebeplerinden birisi, Kur’ân dersi oyununun sebeplerinden. Ancak sebebi ne olursa olsun âyetleri ötelemeden hemen günümüze taşımalı, bizim için esas ders nedir diye sormalıyız.
“En hayrlı olanınız, hayrlı olanlarınız” ifadesinin geçtiği hadisler ile bize öğretilenlerden birisi de “en hayrlılarınız Kur’ân öğrenen ve öğretenlerinizdir” hadisidir. Hadise Türkçe ile yaklaştığımızda, “Kur’ân’ı okumak için o harflerin ve o dilin öğrenilmesi gerekir, öğrenmişsek öğretmemiz gerekir” gibi düşünürüz. Herkesin Arapça konuştuğu bir toplum için hadisi düşündüğünüzde kim kime ne öğretecek? O zaman, onlar zaten hayrlı mı veya hayrlı olamayacak mı? Hayrlı olmak için başka bir dilde mi olmak lazım? İnsanca düşünürsek mesaj kaybolur, hadisi anlayamayız, bu kadarla kalınır. Elbette Kur’ân’ı sadece okumayı öğrenmek veya sadece okumasını öğretmek bile önemli bir hizmet. Öğrenmek, öğretmek, başka bir dildeyseniz bunu nesillere aktarmak, onu hıfzetmek çok önemlidir. Ama bu kadarla kalırsak hadisi yeterince anlamamış oluruz. Bu, işin birinci basamağıdır, ilk yapılacak olandır. Arapça konuşan bir toplumda kim Kur’ân’ı eline alsa çok rahat okuyor. Öyleyse orada kişi Kur’ân’ı kime öğretecek? O zaman bizim için hayr ve hizmet olan bir iş onlar için kalkmış mı oluyor. Onlar bu hadis kapsamına giremeyecekler mi, hayrlı mü’min olamayacaklar mı? Demek ki söylenen bu değil, Kur’ân’ı ders yapmak bu kadarcık değil. Bu da çok lazım ama bu kadarla sınırlı değil. Asıl iş Kur’ân’daki mesajı öğrenmek ve öğretmektir. Kur’ân’daki mesaj “Lâ ilâhe illallah” Kelime-i Tevhidi’dir, onu öğrenmek ve öğretmek kişiyi hayrlı mü’min yapar. En’âm Suresi’nin 156. ayeti kerimesi bize bunu öğretiyor: Kur’ân’ı ders yapmak, ondan “Lâ ilahe illallah” mesajını öğrenmektir, onu öğretmektir. Öyleyse, şimdi biz müslümanlar için şu nazik önerilere bakalım.
KUR’AN’DAN MÜSLÜMANLARA
 NAZİK ÖNERİLER
Nisâ-82: “Kur’ân’ı tedebbür etmiyorlar mı?”
“Tedebbür etmiyorlar mı?” seslenişi bizim için! Tedebbür etmek derinliğine düşünmektir, ne demek istiyor diye gayret sarf etmektir. Tedebbür’de bir gayret var, düşünme gayreti var, beyni zorlama gayreti var. Tedebbür beyni zorlama gayretidir ve ferdîdir. Öneriyor: Kur’ân’ı tedebbür edin, yani Rabbimiz bize ne demek istiyor diye beyninizi zorlayın.
Muhammed-24: “Kur’ân’ı tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa kalbleri üzerinde kilit mi var?”
Muhafaza buyur Ya Rabbi. Eğer kişi beynini zorlamıyorsa, beynini zorlama arzusu duymuyorsa, akla bu soru geliyor: Ona o arzuyu duyurmayan bir kilit mi var kalbinde? Niçin zıddı şeylere arzu duyuyorum da buna gayret yok veya zayıf? Allah muhafaza etsin, öyle bir rahatsızlık vardır ki dünyanın hiçbir şeyi için gayret sarf edemiyordur, o zaten sorumlu olmaz. Ama dûniHİ herşey için beynini, imkânlarını sonuna kadar zorluyor da Kur’ân’a gelince tedebbür etmiyorsa demek ki kalbin üzerinde Allah’a karşı bir kilit var! Allah muhafaza etsin. Kalb üzerindeki kilidin önemli bir sebebi tedebbür etmekten korkmakla ilgilidir. Tedebbür etmekten neden korkuluyor? Müslüman tedebbür ettiği zaman Kur’ân ona mutlaka bir şeyi terk etmeyi önerecektir, terk etmekten korkuyor. Kur’ân insanın kalbini yıkar. Kalb yıkamak dünyada karşılığı olan bir şey değildir. DûniHİ düşünce ve felsefeler beyin yıkar, İslam ise kalbi yıkar. Kalb İslam’la/Kur’ân’la yıkanır. Kur’ân kalbi yavaş yavaş öyle bir yıkar ki orada kir kalmaz. O kirlerin izleri dünya ile ilgilidir ve insan o kiri sever. Kişi kalbinin kirini sever, kalbinin kirine âşıktır. Eğer kalbinden kir gidecek diye, terk edecek diye korkan tedebbür etmez. Allah muhafaza etsin, bu duyguyu, bu korkuyu mutlaka yenmemiz lazım.
ASLOLAN BEDEN CEMAATİ DEĞİL,
BEYİN CEMAATİDİR. BEYİN
CEMAATİ KALBLERİ BİRLEŞTİRİR
Sâd-29: (Bu) sana inzal ettiğimiz bir kitaptır, mübarektir. Onun âyetlerini tedebbür etsinler, Lüb sahipleri de tezekkür etsinler.”
Bu yeni bir öneri: Tezekkür etsinler! Tedebbür etmek ferdî bir işti. Kişinin okuduğu duyduğu zaman beynini, kalbini zorlaması tedebbürdür. Peki, kalbi zorlamak nedir, kalp nasıl zorlanır? Önce beyni zorlar tefekkür edersiniz, sonra da tefekkürle bulduğunuza kalbi uydurmaya gayret edersiniz. Bunu yapan Fuad’dır. İnşirah kitapçığımız tamamen bu mekanizmayı ele alır. Bunu sürekli yaparsanız Lüb’ün önündeki engeller açılır, kalpte Lüb nuru canlanmaya, yayılmaya başlar, nihayet öyle yayılır ki kalbi/kalıbı kaplar ve sadrı hâkimiyetine alır. İşte onlara lüb sahibi (ülül elbab) denir. Âyet onlara sesleniyor; tezekkür etsinler. Tedebbür ferdî bir işti, tezekkür toplu bir iştir. Lüb sahipleri tezekkür etsinler, yani müzakere etsinler. Ama önce tedebbür edip kendileri derinliğine düşünüp fikir sahibi olsunlar, sonra bir araya gelip beyin fırtınası yapsınlar, beyin güçlerini cem etsinler. En önemli cemaat o beyin cemaatidir. Aslolan beden cemaati değil, beyin cemaatidir. Beyin cemaati kalbleri birleştirir, orada kalbler cem olur ve ortaya çok önemli, çok kuvvetli bir düşünce ve fikir potansiyeli çıkar. Âyet onun için oraya boş gelmeyin diyor, önce tedebbür edin, beyninizi zorlayın bir fikir sahibi olun, sonra fikir sahibi olarak yan yana gelin ve tezekkür edin, Kur’ân’ı müzakere edin” buyruluyor. Bu yazılarımızla biz Fatiha Suresinin “İyyâKE na’budu” ayetini böyle derinlemesine tefekkür ediyoruz.
ALLAH’IN HUDUDUNA UYUN, HADDİ AŞMAYIN
“İyyaKE na’budu”yü hakkıyla yapabilmek için Kur’ân’ı ders etmek gerekiyor. Bu yüzden Kur’ân’ın ders yapılması ile ilgili öğütleri ve uyarıları paylaşıyoruz. “İyi bir insan mı, iyi bir kul mu?” diyerek başlamıştık. Kur’ân’ı ders yapınca kişi fark eder ki insani ilişkiler dünya hayatı tecrübesiyle öğreniliyor. Yani birisiyle ilişkilerinizi yaşayarak tecrübe edersiniz, nasıl davranacağınızın kuralları böylece oluşur. Toplumlar da birbirlerine davranışlarıyla bir ilişki tecrübesine ulaşırlar. Bunu tarihe yayınca çeşitli yönetim biçimleri ortaya çıkar. Bu günümüzde öyle bir noktaya ulaştı ki demokrasi bile tartışılır hale geldi. Tüm dünyada daha ileri bir yönetişim, daha ileri bir demokrasi arayışı var. Eğer “tüm ilişkileri Kur’ân düzenliyor” derseniz hepsini Kur’an’da bulamazsınız. Kur’ân neyi verir? Dünya hayatında bu tecrübeler nasıl yaşanacak, bu tecrübelerden nasıl ders çıkarılacak, bunun ana kolonlarını belirtir. Bir de, ne yaparsak haddi aşanlardan oluruz o belirtilir. Kur’ân’da her şey var demek doğru değildir. Bizim çocukluk gençlik dönemlerimizde odalar küçük ve sobalıydı. Kışın odada soba yanar, çocuk da odada oynardı. Oynar ama sobaya dokunması tehlikeli ve yasaktır. Çünkü dokunursa yanar. Yaklaşırsa yanacağını ona öğretirsiniz. Hatta bazıları sobanın etrafına koruyucular koyar ki yaklaşamasın. İnsan yaşantısı tecrübelerinde de bunun gibi hadler vardır. İşte, ayetler, Rasuller ve Allah’ın sistemini bilenler bizi sonsuz hayatımızla ilgili öyle uyarıyor ki geri dönüşsüz hatalara düşmeyelim. Kur’ân bu hadleri belirler, onlara HududAllah der; Allah’ın Hududu. Allah’ın hududuna uyun, haddi aşmayın der. Allah’ın önemli bir hududu, hatta en önemli hududu îmanla ilgilidir. İmanla ilgili o hudut şudur: Eğer “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasında bulunursanız haddini aşmış, Allah’ın hududunu geçmiş olursunuz. Allah sizin böyle bir iddiada bulunmanızı ve bu iddia doğrultusunda bir hayat tarzını yasakladı. Kur’ân’da bunun gibi hudutlar vardır, bir de “şunu şöyle yapın” diyen ana kolonlar vardır. Oysa insanlar ilişkileriyle ilgili sonuçları esasen dünya hayatı tecrübesiyle öğrenirler. Bu yüzden, insani ilişkiler ve yönetim tarzları tarih sürecinde değişikliğe uğrar, gelişerek değişir. Ancak insan Allah’la olan ilişkisini dünya hayatı tecrübesiyle öğrenemez, Allah ile olan ilişkini dünya hayatı kurallarına göre belirleyemez. Allah’la ilişkimizi dünya yaşantısında insanların oluşturduğu kurallara bakarak belirleyemeyiz, “bana göre böyle” diyemeyiz. Kur’ân’a göre bu doğru olmaz. Bu îman işi, inanıyorsanız böyle! Kişinin Allah’la ilişkisini dünya hayatında tecrübe ederek belirleme şansı yoktur, tecrübe de edemez, çünkü dünyaya bir kere gelir. Kur’ân’dan anlıyoruz ki tecrübe ettiğini zanneden insan bunu ölünce anlar, hesap günü anlar, bu yüzden yeni bir şans ister; “Ya Rabbi, tecrübe ettim, öğrendim, bir şans daha ver de yapamadıklarımı orada bıraktıklarımla yapayım” der. Der ama bu iş dünyada olur.
İNSANIN DÜNYA VE AHİRET HAYATI İÇİN ÖNEMLİ OLAN TEK KONUSU ALLAH’A NASIL İNANACAĞI VE NASIL YAŞAYACAĞIDIR
İnsanın dünyada bıraktığı neydi ki onu talep ediyor? Tercih yetkisi! “Bir şans ver de orada bıraktığımla seni tercih edeyim” dediği budur. Ama ona “asla mümkün değil, dönüp de dünyada bunu tecrübe edemezsiniz” denir. Anlıyoruz ki insanın dünya ve ahiret hayatı için önemli olan tek konusu Allah’a nasıl inanacağı ve nasıl yaşayacağıdır. Bunu ancak Allah öğretir. Başka öğretecek biri mi var? Öğretmese, O’na “neden öğretmedin?” diyecek bir merci yok. Var mı? YOK. Ama Allah diyor ki; ben Rahmânur Rahıym’im. Rahmânur Rahıym olduğu için kendisine nasıl yöneleceğimizi, nasıl îman edip nasıl yaşayacağımızı öğretiyor. Değilse tecrübeyle mümkün değil öğrenemeyiz. Allah’ın Rahmânur Rahıym oluşu ile ilgili geniş bilgiyi “Bismillahir Rahmânir Rahıym, Elhamdülillahi Rabbil âlemiyn, ErRahmân’ur Rahıym” ayetlerini tefekkür ederken paylaştık, açıkladık, o yazılara veya FATİHA ile fetih kitapçığımıza bakabilirsiniz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER