Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ABDESTTEN ZİKRULLAH’A KADAR HER ALANDA MANA DİLİ

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 31 Temmuz 2017 Pazartesi 14:12:15
 

-4-
Okurlarımızın aşina olduğu bir kavram var: MÜSTAKİLEN VARIM VE MUHTARIM İDDİASI. İşte bu iddia teşbih ve tenzih manalarını nasıl etkiler? Tenzih ve Teşbih konusunu aslında tanım ve detaylarıyla başlı başına, ayrı ele almamız gerekiyor. Ancak biz burada Tenzih ve Teşbih manalarını/mertebelerini öncelikle duyunca doğru anlayabilmek, sonra da gerektiğinde Tenzih etmeyi ve Teşbih’i değerlendirmeyi yerinde ve doğru yapabilmek için konunun önemine Talib açısından dikkat çekmek amacındayız.
Tenzih ve teşbih yaparken dikkat!
Talib’e dȗniHİ algı ve zann’ları izah edilmemiş, “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasının farkına vardırılmamış, bunlarla beraber, eğitimi içinde de Tenzih ve Teşbih anlatılıyorsa; maalesef talib “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ile ve dȗniHİ algısıyla kalbında bulunan tenzih ve teşbih manalarını formatlar ve zann’a çevirir, sadrında biriktirir ve beyin bu yanlış zann’lara göre mana alanları açar. DȗniHİ algı ile tenzih ve teşbih yapar ki bu da istenen doğrulukta olmaz. DȗniHİ algı ile tenzih ve teşbih olmaz! Bu durumda talib sadrına ve beynine dev bir çöplük daha inşa etmiş oldu. Temizle fırsatın olursa! Temizleyebilir misin, fırsatın olur mu? Bilinmez!!!
Gayretimiz, doğru zannederek yanlış anlamlı, küfür içerikli tenzihler yapmamaktır. Özellikle işimiz, işte bu yanlış tenzihlerimizden tenzihtir. Allah’ın Kendi Nefsi’ne tenzihini zaten kulun anlayabilmesi de başarabilmesi de mümkün değildir!
“Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası varken ve dȗniHİ algı beyin alanlarına hâkimken talib tenzih ve teşbih tanımlarının anlamak amacıyla yapılmış bir mana ayrıştırılması olduğunu, konunun anlaşılmasından sonra da tenzih ve teşbih manalarının çakıştırılması gerektiğini de elbette göremez, gerçekleştiremez. Anlayamadığı tanımlar arasında gezinir, yorulur, terler. Terledi diye sevap kazanamaz. Çünkü ahirete ancak manalarımızla gideriz… Ölümü tadan insan lafız bilgilerini ahirete götüremez. Ancak Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’ndaki manalarla ahirete intikal eder. Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile ahirete intikal ettirilen manalar iki ana gruptan birisinin şemsiyesi altındadır:
• Kişi ya dȗniHİ algı ve zann’larının “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasını ve bu iddianın küfür vasıflı his suretlerini ahirete intikal ettirir.
En son, yani hesap sürecinin son anına kadar, Rabbi bir sebeple bu manaları silmezse sonuç cehennem olur. Ölüm anında da ona kaynar sudan bir ziyafet vardır.
• Kişi ya da Billahi algı veya Billahi Hal üzere ölümü tadar. Bu durumda, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’ndaki Allah Fıtratı üzere olan His Suretler cennete uygun olur.
İddiası yüzünden dünyada şaşkın ve salak olanlar ahirette de öyledir
“Billahi Algı” manalarının hâkim olduğu Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ölüm anında Selam ile karşılanır.
Eğer “Billahi Hal” üzereyse doğrudan cennete kavuşabilir.
Gerçeğin böyle olduğunu; anlayabilme, fark edebilme, tercihini bu yönde yapabilme ve bu gerçeğin gereğini yaşayabilme fırsatı ancak yaşarken vardır. İnsanın bu gerçeği, yani Efendimiz (SAV)’in açıkladıklarını ve öğrettiklerini kavrayabilme şansı dünya hayatında vardır. Bu şansın süreci o insanın “ASR”ıdır. “Asr”ın detayını kendi başlığı altında göreceğiz inşaAllah.
Ölümü tadan insan, bu gerçeği ölümü tatmakla da öğrenemez ve anlayamaz; hatta idrakı dünya hayatındaki durumundan daha kötü olur. “Amentü Billahi” imanını dünya hayatında bilememiş olan ölümü tadınca gerçeği anlar. “Herkes neymiş o zaman görür!” denmesinden maksat; İnkârcının çaresiz, Muhtariyeti Tercih Gücü kalkmış, korkunç bir zorluk içerisine düşmüş, tanımsız bir şok ve panik içerisindeki halidir. Karşı koyamadığı bir güç var ve bu durum da hiç geçici değil! Kurtuluş yolu da yok! Duyup da inkâr edenin ise, “Meğer Rasuller doğru söylüyormuş” itirafıdır. Ancak bu itiraf onun o anda “Söylenen asıl nedir?”i bilmesi değildir. Yalnızca “Bu zat bir şeyler söylüyordu, rasullerin söyledikleri meğer doğruymuş!” itirafıdır. Ama o Zat’ın söylediği nedir, o mananın aslı nedir, onu bilmesi mümkün değildir.
• Bilinecek olan; “Amentü Billahi diyenler meğer haklıymış. Eyvah, bize!” tespitidir.
Sonuç şudur ki: “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasının manalarıyla ahirete intikal eden, ölümü tadıp “Allah varmış” gerçeğini öğrenmekle, “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası manalarından kurtulamaz. Bu iddia yüzünden dünyada şaşkın ve salaktı, ahirette daha şaşkın olur…

Mana aslında kimliklenmiş “his”tir, yani “his suretler”dir. Bir mananın beyinde alan açması bir bilgi öğrenmekle tetiklenmişse, bu bilgiye yönelik his kümelenmeleri, yoğunlukları belirir; saf his bu bilgiye göre kıvam alır, his hislenir. Oluşan bu his yoğunluğunu kişi henüz benimseyememiş, anlamlandıramamış, yani bu his kümelerini kimliklendirememişse, mananın bu ön dönemine “algı” diyebiliriz. Kişi bu ön manayı yani algıyı his olarak önemser, benimser, özümser, kendince delillendirir, tasdiklerse böylece oluşan his yoğunluğu bir kimlik kazanır. Mananın bu olgunlaşmış dönemine o bilgiyi hakkıyla idrak etmek denir. Mana ile idrakı ilişkilendirdik.
Kişi idrak ettiği bilginin yani o mananın gerektiğinde iradesini ortaya koyar, yani mana irade kazanır ve fiillere dönüşebilir.
Bir bakıma bu noktada mana iradedir. Sırasıyla; “bilgi, ön mana yani algı, kimliklenme, mana, idrak, irade, fiil” diye ifade edilen bu basamaklar konuyu anlayabilmek içindir. Hepsi hem aynıdır hem aynı anda çalışır.
His suretler ve meditasyon denen şey
Eğer his yoğunluğu algı pozisyonundan kurtulamaz, idrak şekillenmezse, kimliklenme gerçekleşmez ise bu hususu kişi; “Emin değilim” diye ifade eder.  Eğer bu kişi o konuda bir irade ortaya koymaya çalışırsa ona; “Bu senin iraden değil” derler.
Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nda, “Mana” diye adlandırdığımız “His”te yer alan, varlığı hissederek anlaşılan, “His”ten müteşekkil “HİS SURETLER” âlemde iletişim sağlayan temel dil olan manalarla anlaşmanın harflerini oluşturur.
Sihir, büyü, fal, kehanet, cincilik, meditasyon seansları gibi aktiviteler “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasındaki kişilerin bilerek veya bilmeyerek mana dili üzerinden küfür vasıflı iletişimleridir.
Meditasyon seanslarıyla ilgili kısa bir bilgi paylaşalım: Bu seanslarda size düşünmeden, kıpırdamadan, sanki hiç yaşamamışsın, anıların yokmuş ve şu anda da sanki sen diye birisi yokmuş gibi durabilmeyi talim ettirirler. Kişi yaşadığı bu boşluğun ona oluşturduğu rahatlığı huzurluluk zannederek bir ibadet yaparcasına bu gayretini önemser. Eğer bu seanslara öğreti olarak uzakdoğu felsefeleri görüşleri de monte edilirse meditasyon seansları kutsanmış olur. Bu tür faaliyetler, insanın Allah’ı unutmuş olan halinin oluşturduğu beyin özüründen yararlanarak kendisine alan açar. Beynin özür sebebini de saptırır, kendilerine göre bir tarif yapıp sonra da tedavi ettiklerini sanarlar. Lütfen düşününüz; 80 ˚C sıcaklıkta bir su ile doldurulmuş havuza girseniz ve kıpırdayacak olsanız çok acı çekersiniz. Bu havuzda durabilmeniz için kıpırdamamanız gerekir. İşte meditasyon size bu kıpırdamamayı ve havuzda durabilmeyi öğretir, ancak sizi bu havuzdan çıkaramaz. Havuzdasınızdır ama sanki havuzda değilmişsiniz hissini size yaşatır. Kişide bundan tatmin olur. Fakat meditasyon seni cehennemin sıcağından kurtaramaz.
Bütün yaratılanların, taş, toprak olarak cansız zannedilenler dâhil ortak dili mana harfleriyledir; yani his suretler üzerindendir.  Rabbinin mana üzerinden konuşma öğrettiği, dili farklı her insanı anlaması ve ona seslenmesi, dille konuşmaktan kolaydır, dilbilgisi gibi kurallara da tabi değildir.
Mana dili önemlidir. Abdestte de mana dili olabilir. Yalnız sözle Zikrullah olmaz
Rabbi izin vermişse Hz. Davud (as), Hz. Süleyman (as) gibi dağla, taşla, rüzgârla, ağaçla, kurtla, kuşla, karıncayla iletişim kurabilir, hatta birlikte zikrullah yaparlar, beraber secde edebilirler. Hz. Davud (as)’ın kuşluk ibadeti gibi.
Bu mana dilini suyun anladığı ve bu manalara göre molekül dizaynları gösterdiği bilim adamlarınca da belgelenmiştir. İnsanların küfre girerek de olsa, kutsalları adına sudan mana temizleyicisi olarak yararlandığını da biliyoruz.
Müslümanlar abdest alırken su ile hem fiziksel hem de manasal temas kurarlar. Teyemmümde de bu manasal temas toprakla yapılır. Bu sebeplerden, abdest alan müslüman mana diliyle su veya toprakla iletişime geçse daha takvalı olur.
“Zikrullah”tan maksat şudur: Allah Fıtratı üzere olan kalb manalarının, kalb aklının;
• Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nda idrak, irade, fiil olacak bir HİS SURET oluşturması,
• Bu halin beyinde alan açması,
• Yaşantı olarak da fıtrat üzere manaların talipte sürdürülebilir, geri dönüşsüz hayat bulmasıdır.
Zikrullah manadır ve mana üzerinden ilerler.
Başka bir değişle;
Zikrullah, Allah fıtratı üzere kimlikler kazanmış “HİS”dir ve yaşamasını da “HİS” üzerinden yapar.
Dolayısıyla; Esfele Safiliyn yaşantıyı benimseyip sonra da Zikrullah diye lafız tekrarlarını sihirli bir araç görmek kişiyi doğruya ulaştırmaz!
Fıtrat Üzere Manalar’ın Kalb’te fonksiyon kazanması ve beyinde alan açması şöyle bir süreç izler ki bunlar “Mana” üzerinden tanımlardır:
• Duymal Yakin Mana
Mananın duymal yakin seviyesi, mana açacak bilginin edinilmesidir, bilgi seviyesi demektir.
• İlmel Yakin Mana
Mana açacak bilginin kesin ikna olunmuş seviyesidir.
• Aynel Yakin Mana
Kesin ikna olunan bilginin HİS malzemesiyle temasıdır, irade arayıştır.
Aynel yakin mana “manaya doğru” demektir.
• Hakkal Yakin Mana
Kesin ikna olunan bilginin His’de His ile hissedilen His Suretleri’nin kimliklenmiş olarak teşkilidir.
Hakkal Yakin Mana “manada”dır.
“Mana”yı zihnimizde şekillendirebilmek için hem tanımları peş peşe ve sık veriyoruz hem de onları basamak basamak ilerletmeye çalışıyoruz. Bu amaçla korku ve anne kavramları örnekleri ile konuyu somutlaştırmaya çalışacağız. İnşaAllah yarın.

FITRAT ÜZERE MANÂLAR-4-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER