Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ALLAH’A KARŞI UTANMAK – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 8 Nisan 2017 Cumartesi 13:08:04
 

– 69-
Allah’a karşı müstekbir ve mütekebbir ifadesi geçen âyetlere ait meâllerde meselenin yeterince anlatılamadığını şöyle de anlıyoruz: Mütekebbir kelimesini, “Allah’a karşı kibirli davranan, büyüklük taslayan” olarak meâllendirirsek bunun fiilen karşılığı yoktur. Allah’a karşı büyüklük taslamak için bir kere Allah’ın varlığını kabul etmek gerekiyor, değil mi? Varlığını kabul edeceksin ki büyüklük taslayacaksın. Âyet “Allah’a karşı büyüklük taslayan cehenneme gider” dediğine göre, demek ki kişi kabul etti, “var” dedi ama büyüklük taslıyor. O zaman Allah’ın varlığını kabul etmeyen Allah’a karşı büyüklük taslayamaz, cehenneme de gidemez, öyle mi? Büyüklük taslaman için varlığını kabul etmen lazım. Bir ateist Allah’ın varlığını kabul etmeyince nasıl büyüklük taslayacak, bu suçtan muaf oldu demektir. “Cehenneme yalnızca mütekebbirler girecektir” âyetini “Allah’a büyüklük taslayanlar cehenneme girecektir” diye çevirirseniz ateistler muaf olur. Ama siz mütekebbirliğin anlamı olarak “Müstakilen VARIM ve Muhtar iddiası” derseniz iş değişir. O zaman âyet doğrudan ateisti yakalar veya Allah yerine kendi uydurduğu güçlere yöneleni yakalar. Çünkü “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” demesi asıl şirktir, birincil şirktir. Başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” güç ilan etmesi, ona tapması ise ikincil şirktir. Mütekebbir budur. Yapılan meâl bir ateisti Allah’a karşı tam mütekebbir olmasına rağmen bu âyet kapsamından muaf tutarsa doğru olmaz. İzah edebildim mi?
Ayet imkansızlardan örnek veriyor
Bu mânâları A’râf Sûresi 36. âyetten verdik. A’râf-40 devamla diyor ki; “İşte onlara semâ kapıları kapanır ve onlar deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete dâhil olamaz.” Tefsirlerde “Deve” kelimesi yerine o kelimenin başka anlamlarını kullananlar var. Âyette geçen “el Cemel” kelimesinin lügatte deve, halat, urgan mânâlarına geldiğini görüyoruz. Bu yüzden âyetin “halat iğne deliğinden geçinceye kadar” mânâsında olduğu da yazılmıştır.
“Deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete dâhil olamazlar” ifadesinden anlıyoruz ki umutları var. Ancak onların cennete dâhil olma ihtimalleri var mânâsı çıkarılmamalıdır, yanlış olur. Âyet, o ihtimal yerine gelmediği için cennete dâhil olamıyorlar demiyor, şartları yerine getirseler dâhil olacak değiller. Cehennem ehlinin acaba kurtulur muyuz gibi bir saçma umudu var. Âyet bu yüzden uyarıyor; cehennem öyle bir yer ki hiç o umuda kapılma. Öyle bir umuda kapılacaksın ama o kadar mümkün değil ki. Halatın veya devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl mümkün değilse sizin bu umudunuzun yerine gelmesi de o kadar mümkün değildir. Ayetteki “el cemel”i deve olarak düşünürsek şöyle bir anlatım vardır: İğne deliği derken en küçük anlam, deve derken en büyük anlam işaret edilir. Deve orada bir büyüklük mânâsıdır, iğne deliği de küçüklük mânâsıdır. Sizin zihninizdeki en büyük şey sizin zihninizdeki en küçük şeyden geçemeyeceğine göre sizin bu işiniz de olmaz demektir. Bir diğer mânâ verilen misalde devenin canlı bir şey olması ile ilgilidir. Canlı olduğu için iğne deliğinden geçmek isteyecektir. Cehennemliğin umutlanması nedeniyle deniyor ki, devenin umudu ne kadar boşsa seninki de o kadar boş. Çünkü deve uğraşsa da hem ebatlı hem de girintili çıkıntılı olduğundan bu iş olmaz. Âyet bu olmazı, bu imkânsızı bu örnekle anlatıyor.
Şunu bir fikir ve kanaat olarak paylaşalım, çünkü delilimiz yok. İleri yaşantılar, cennet ve cehennem hayatı yaşanırkenden sonra olacak olayları bilemiyoruz. Ayetteki bu misaller bir gök hareketidir ki astronomik anlatımlardır. Çok büyük gezegenler günümüzde şimdilik kara delik diye bildiğimiz bazı astronomik oluşumlardan, iğne deliği mesabesindeki bir yerden süzülüp geçerler. Bu bakışla âyet gelecek nesiller için öyle de bir mânâ içeriyordur. Dolayısıyla, o başka bir hayat demektir. Fâtiha kitapçığında Mâliki YevmidDiyn kısmına bakarsanız, cennetlikler için de cehennemlikler için de âyet “Siz burada ebediyyen kalacaksınız” der ama sonsuzluğun sınırını şöyle belirler; Allah başka bir emir vermezse! Öyle olunca, bir kişi için ebediyyen cennette kalacak veya ebediyyen cehennemde kalacak demek Allah’ın iradesine sınır koymak olur. Allah’ın emrine sınır koyma edepsizliğine düşmemek için “Allah’ın emir buyurduğu süreye kadar” demek uygun olur. Çünkü Allah onun emrini başka bir emirle değiştirdiğinde, o sınır o yaşantının sonsuzluk sınırıdır, o alan için o ebediyyen hayattır. O yüzden bazı bilgiler çok ileri astronomik olayların anlatış tarzları gibi de olabilir. Ancak öyle bir bilgi duyunca “Demek ki öyle değilmiş” deyip saydıklarımız silinmez. Kur’ân’da mânâ çakıştırma önemlidir, bütün bu mânâların tümü âyette vardır, söylediklerimiz dâhil hepsi vardır, onları cem ederek tek bir mânâda düşünmek tevhide uygun olur.
Düzeltmemiz gereken yanları görelim
“Kâfir olanlara gelince (onlara): ‘Âyetlerim size tilâvet olunmadı mı? (Ama siz) müstekbir davranmayı seçtiniz ve mücrimler kavmi oldunuz’ denilir.” (Câsiye-31)
Yine öğreniyoruz ki, cehenneme gidecek kişilerin en önemli vasfı mütekebbir davranıştır ve âyette suçlu ilan edilenler mütekebbir davrananlardır. Onlara âyetler sunulduğunda herhangi bir şekilde kendi “Müstakilen VAR ve Muhtar” davranışlarını tercih etmiş olduklarını anlıyoruz. Dikkat edin lütfen, kâfirlere “Siz dünyada iyi insan olamadınız” denilmiyor, “Mütekebbir davrandınız, müstekbir davrandınız” deniyor.
“Bu (karşılaştıklarınız) Arz’da Bigayrı Hakk (Hakk olan gerçekler dışında olarak) sevinip şımarmanız ve kasılıp böbürlenmeniz yüzündendir. Orada ebedî kalıcılar olarak cehennem kapılarından girin. Mütekebbir olanların kalma yeri ne kötüdür.” (Mü’min 75, 76)
Bu âyet bizi ikincil mütekebbir davranış konusunda uyarıyor. İkincil mütekebbir davranış, mütekebbirliğini ilan etmiş kişinin Allah’ın yarattıkları arasındaki statü kavgasıdır. Âyet onu şöyle tanımlıyor: Size ilan edilen Hakk gerçeğe uymayarak, yani Allah’ın hakkı olan “Müstakilen VAR ve Muhtar” hali O’na layık görmeyerek, O’na vermeyerek, kendiniz bu iddiaya girerek sevinip şımardınız, bu iddianızla coştunuz ve bu iddianızla statü kavgaları yaptınız, kasılıp böbürlendiniz. Böylece siz mütekebbir olarak cehennemi hak ettiniz.
“İşte âhiret yurdu! Onu Arz’da büyüklük ve fesat dilemeyenlere oluştururuz. Akıbet müttakîlerindir.” (Kasas-83)
Bu âyet ise inananları “ikincil mütekebbir davranış” için uyarıyor. Üstünlük, büyüklük dilemeyenler, ilan ettikleri ve kendi adına söyledikleri “BEN”le oluşturduğu statülerin kavgasını yapmayanlardır. Fesat dilemeyenler ise insanların kafasını Allah’ın sistemine karşı karıştırmayanlardır, insanları Allah’tan uzaklaştırmak için bir şeyler uydurmayanlardır, insanları Allah’ın sisteminden uzaklaştırmak için planlar kurmayanlardır. Bu ayete mânâ olarak insanların kendi aralarındaki fesatlığı koyarsak çok yanlış olur.
“Bigayrı Hakk olarak Arz’da mütekebbir davrananları âyetlerimden uzak tutacağım. Onlar âyetlerin hepsini görseler de îman etmezler, rüşd yolunu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gâfil olmalarından ileri gelmektedir.” (A’râf-146)
Önceki âyetlerde olduğu gibi, “Bigayrı Hakk” davrananlar burada da mütekebbir ilan edildiler ve Allah’a karşı yalan söylemekle suçlandılar. Allah âyetlerini onlardan uzak tutacağını beyan ediyor, onlara âyetler gösterilse bile îman etmezler diyor. Onların hayat çizgilerini emreden, düzenleyen olarak onların îman etmeyeceğini zaten bildiğini bize vurguluyor. Bu sebeple, siz onlara doğru yolu gösterseniz gelmezler, ama bir azgınlık yani Allah’a karşı bir amel görseler hemen oraya akarlar. Mütekebbirleri bir başka davranışla daha tanıdık. Dikkat edelim, bunların azları bile bizde varsa mütekebbir sınıfına düşebiliriz, Allah muhafaza etsin. Kendimizle konuşunca “Bunlardan birazcık bende de var, ben de yapıyorum” diyorsak, düzeltmemiz gereken yanlarımızı görüyoruz demektir.
Allah’a karşı utanmak
“Siz onlara doğru yolu gösterseniz gelmezler ama bir azgınlık, yani Allah’a karşı bir amel görseler hemen ona saparlar” âyeti “Bunlar Allah’ın yolunda huşû bulmayanlardır, huşûyu sapkın yollarda bulanlardır” mânâsına da gelmektedir. Ancak, eğer bu âyette mütekebbirin mânâsı “yeryüzünde kibirli gezenler” diye verilirse hiç Muhammedî olmayan bir meâl ve amel ortaya çıkar.
Şimdi sizinle iki tane secde âyeti paylaşacağım, fırsat bulunca lütfen her ikisi için birer secde yapalım. Secde ile ilgili konuları okuyacağımız için de, o secde âyetlerinde bunları hatırlayıp âyetleri ve secdeleri bu idrakla değerlendirelim inşâAllah.
“Bizim âyetlerimize şu kimseler îman ederler ki, (onlara) bu şekilde hatırlatma yapıldığında secde ederek düştüler ve hiç müstekbir davranmayarak Rablerini hamdı ile tesbih ettiler.” (Secde-15)
Secde etmeyeni yani mütekebbiri tanıdık. Şimdi de olması gereken halleri ders etmeye çalışacağız.
“Onlar öyle kimselerdir ki onlara hatırlatma yapıldığında secde ederek düştüler!”
Hatırlatma tek bir şeydir: Lâ ilâhe illallah Muhammeden Rasûlullah.
Hatırlatma denilince akla gelecek olan budur. Onu bu mânâsıyla almalıyız. Onlara bu hatırlatma yapıldığında, yani onlara La ilahe illallah (Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır) denildiğinde bu kişiler fıtratları gereği hemen hatırlar ve bu bilgiye teslim olurlar, daha sonra duyacakları âyetlere de îman ederler. Teslim oldular artık.
Buradaki iman ve teslimiyeti, “Allah’ın âyetlerine tabi olacak kişilerin özellikleri” şeklinde anlayalım.
Ve secde ederek düştüler.
Bu önemlidir. Bir kişi secde ederek nasıl düşer?
Kullanılan kelime “düştüler” olunca düşmeye bakmak gerekiyor. Düşme kelimesinde bir kendinden geçme var, normal dengesini kaybetme var, yapacak bir şeyi bulamadı ancak bunu yapabilir var. Düşmek, insana böyle bir sürü şeyi hatırlatır. “Secde ederek düştüler”in bir manası da, onlar müstakilen var ve muhtar iddialarından utanırlar demektir. Daha önceki iddialarından artık utanıyorlar.
Allah muhafaza etsin, bir konu olur kişi utanır. Sonra o utandığı şeyle ilgili birisiyle karşılaşır, onu görünce “Yer yarılsaydı da içine girseydim” der, işte oradaki duygu bunun gibi bir şeydir. Bu ifade âyettekinden daha ağır. Âyet; “secdeye, yere düştüler” diyor ama kişi “Yer yarılsaydı da içine girseydim” diyor.
İşte, işin hakikatini anlayan kul, “müstakilen varım ve muhtarım” iddialı önceki yaşantısından Allah’a karşı utanıyor.
Ve onlara deniyor ki:
Onlar bu utanma ile secde ederek düştüler, yani bu iddiadan sıyrılıp çıktılar.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER