Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

AŞAĞILARIN AŞAĞISI YAZILARI – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 15 Mayıs 2018 Salı 13:32:23
 

– 4-
Dünyaya esfele safiliyn yapı ile zalim, şaki ve asi olarak başlayışı ayetler böyle öğretiyor:
“Şu şecereye yaklaşmayın, (yaklaşırsanız) zalimlerden olursunuz.” (Bakara-35, A’raf-19)
“Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra şakıy (şâki) olursunuz.” (Ta-Ha; 117)
“Ve Âdem Rabbine asi oldu da saptı (şaştı, yaşayışı bozuldu).” (Ta-Ha; 121)
Adem ve Ademoğlu yaklaştı ve zalimlerden oldu. Cennetten çıktı, şâki de oldu. Dünya hayatına başlangıcımız Kur’an’da böyle anlatılıyor. Başlangıcımızı öğreten bu âyetlerden çıkardığımız sonuçlar neler, onlara da bakalım: Bütün bunlar dünya hayatının başlaması içindir. Hz. Âdem gibi biz de uyarılıyoruz: Allah ile ilgili ikileme düşerseniz zâlim ve şâki olursunuz. Hz. Âdem’in ikileme düşüp âsi olması dünya hayatı için prosedürdür ki Âdem ve Musa aleyhimüsselam’ın bu prosedürü tartışışları hadiste bize anlatılır. Ve dünya hayatı başladı. Şuna lütfen dikkat edin, dünya hayatı başlamadan önce Âdem aleyhisselâm’a yapılan uyarı Esfele Sâfiliyn’e düşmemesi içindi. Ne yaparlarsa düşülecekleri anlatılıyor ve “sakın düşmeyin” diye de uyarılıyorlar. Oysa dünya hayatı başladıktan sonra uyarı farklıdır: Çıkın, kurtulun! “Düşersiniz, düşmeyin” uyarısı artık yok.
Hz. Âdem’in yaşadığı olay ve kurtulmak için Rabbine dua edişi, duasının kabul oluşu ve o dua Kur’an’da bize öğretilir. O olayın bizimle, Âdemoğlu ile ilişkisi “Sen Tanrı mısın?” kitapçığında detaylarıyla açıklandı, fırsat bulup bakabilirseniz sevinirim. Ayetleri ve hadisleri okurken şu dikkatinizi çekmelidir: Dünya hayatından önce insan “dikkat et düşersin” diye uyarılırken, dünya hayatı başladıktan sonra “şöyle yaparsanız kurtulursunuz” deniyor. Çünkü düşmüşüz! Şimdi nasıl çıkacağı anlatılıyor. Düştüğümüz bu kadar açık!  
Âdem aleyhisselâm özelinde öğreniyoruz ki, insan cennet hayatı denilen ahseni takviym yapıda Billâhi anlamda yaşamaktayken, dünya yaşantısına esfele sâfiliyn yapı ile zâlim, şâki, âsi olarak başlamaktadır, yani dûniHİ algı ve zann’ları ile bir hayat başlamaktadır. Çünkü ancak dûniHİ algı ile zâlim, şâki ve âsi olunur. Bu yüzden, bu yaşantı “Lâ ilâhe illa ente; Sübhaneke. İnniy küntü minez zâlimiyn” yaşantısıdır, dünya ile birlikte o başlamaktadır.
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah Efendimiz (SAV); “Her çocuk fıtrat üzere doğar” dedi ve Rum Sûresi 30. âyeti okumamızı söyledi, sonra sözünü şöyle tamamladı: “Çocuğu anne babası yahudileştirir veya hristiyanlaştırır veya mecusileştirir…”
Bu hadiste konumuz için dikkatimizi çekecek şey Efendimiz (SAV)’in yaptığı “fıtrat üzere” tanımıdır. “Fıtrat üzere” ifadesini beşeri yorumlamayın, Kur’ân ve hadisle iyi bakıp onu doğru anlamalıyız. Ancak genellikle iyi incelenmeden beşeri yorumlanıyor. Bu yüzden, bu konuda yorum yapanlar yorumlarını âyetin önüne geçirdiklerinin farkında değiller. Hadiste Efendimiz (SAV) bize Rum Sûresi 30. âyeti okumamızı da söylüyor: “O Allah fıtratı ki, insanları onun üzerine yaratmıştır.” Ayet böyle diyorken tartışılacak bir şey var mı? Hadisteki “fıtrat üzerine” tanımlaması Rum-30 ile çakıştırılınca,  insan “Allah fıtratı” üzerine yaratılmıştır mânâsı çıkar. Başka âyetlerle ilişkilendirince ona “İslam fıtratı” da diyebiliriz. Eğer “fıtrat üzerine” tanımına hayata uygun bir isim vermek ve ondan bir amel çıkarmak istiyorsak “İslam fıtratı üzerine” diyebiliriz; her insan fıtrat üzere; Allah Fıtratı üzerine, İslam Fıtratı üzerine yaratılır. FATİHA ile fetih kitapçığından konuya bakmanızı öneririm. Şuna lütfen dikkat edin, “fıtrat üzere” yaratılış hidayet üzere yaratılış değildir. Böyle zannedilirse ayıp olur, yani Kur’an’ın anlatmak istediğine ters olur.
“Allah kimi saptırırsa, onun için hidayet edici yoktur. Allah kime hidayet ederse, onun için bir saptırıcı yoktur.” (Zümer; 36, 37)
İnanıyorsanız iş bitmiştir. İnanan kişi hemen “Semi’na ve eta’na (işittik ve itaat ettik)” der. Eğer esfele sâfiliyn hâl Allah’ın saptırması olsaydı ondan kurtuluş olmazdı. O hâl dünya hayatı için yasal yanlıştır. Doğanlar hidayet üzere doğsa, saptırmaya kimin gücü yeter? Demek ki hidayete ermiş olarak doğulmuyor, doğarken hidayet üzere değiliz, doğuş hidayet üzere değil! “Allah fıtratı” veya “İslam fıtratı” demek, hidayete ermiş doğuyor demek değil. Öyle olsa, bu hakikati çocuğuma nasıl anlatacağım telaşı olur mu? Bu konuda size Kütüb-i Sitte’den bir bilgi vereyim. İslam hukuku ve hadis âlimi, hicri 631-676, miladi 1233-1277 yıllarında yaşamış olan ve İmam Nevevi adıyla bilinen Ebu Zekeriya Muhyiddin Yahya Hazretleri (Rabbim rahmetiyle muamele eder inşaAllah), “fıtrat üzere yaratılış” hakkındaki görüşleri incelemiş ve bir sonuç bildirmiş. Bunlar ilk defa tartışılmıyor, ama biz tefekkür etmekten ve araştırmaktan uzaklaşmışız. Bu âlim zat bu hadisi nasıl anlamamız gerektiğini şöyle anlatıyor: En doğrusu, her çocuğun İslâm’ı kabule hazır bir yaratılışta doğmuş olmasıdır, hadis böyle anlaşılmalıdır. İslam’ı kabule hazır yaratılış ahseni takviym yaratılıştır. Demek ki her çocuk “Evet, Rabbimizsin” bilgisi kendisinde açılmaya hazır doğmaktadır. Biz şimdi bir de “doğarken hidayet üzere nasıl doğulur” onu da ayetlerden görelim ki esfele sâfiliyn ve ahseni takviym doğuşlar kıyaslanabilsin.
Meryem 28-34: “Ey, Harun’un kız kardeşi! Baban kötü bir insan değildi, annen de iffetsiz değildi. Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. ‘Biz, beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz’ dediler. Çocuk şöyle dedi: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni nebi yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana salâtı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve kabirden kaldırılacağım gün selâm banadır.’ İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa Hakk Söz olarak budur.”
İşte hidayet üzere böyle doğulur. Bu hâl esfele sâfiliyn midir? Hayır. Hidayet üzere doğuşa ait bu özellikleri biz yaşarken bile bulamıyoruz. Rabbim diler de kolaylaştırırsa buluruz inşaAllah. Hidayet üzere bu doğuşa bir bakalım, anlamaya çalışalım. Hidayet üzere doğan kul daha beşikte ama dûnillah algı yok, beşikte ama nebiliğini söylüyor, salâtı ve zekâtı söylüyor, “Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı, dünyada da olsam esfele sâfiliyn değilim, mübareğim” diyor.
Mübareklik çok önemli, bu yüzden biz Salli-Bârik duasını yaparız. Bârik, mübarek kıl demektir. Mübareklik öyle önemli ki o mübarek doğan diyor ki “dünyada da olsam mübareğim (dûniHi algıda değilim, Billâhi’yim. Ben Âmentü Billâhi idrakı üzere doğdum ve bununla görevliyim)”. Hidayet üzere doğanın taşıdığı özellikler böyle. Bir de onda olmayan vasıflara bakalım: “Beni anneme saygılı kıldı.” Anlıyoruz ki, anneyle Kur’an’ın istediği şekilde ilişki çok önemli bir ahseni takviym özelliktir. Allah rızası için anneye davranış Allah katında böyle önemli. Devam ediyor: “Beni bedbaht bir zorba yapmadı.” Yani mütekebbir olmadım, esfele sâfiliyn değilim.
“İşte hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa Hakk söz olarak budur.” Ayetteki “Hakk söz” çok önemlidir, ama nedir? Hakk Söz’ü şöyle açalım: Onun bu haline kün (ol) dedik, (feyekûn) oldu! Allah’ın dileğiyle olur. Siz de gösterdiğim yola uyun, hüdâma tâbi olun, bu algıdan kurtulun. Özel müdahale yapılmış böyle birçok hâli, örneği sıralayabiliriz. Bu örnek bizim dünyaya esfele sâfiliyn geldiğimizin delillerindendir. Şimdi Hac-62 ve Lukman-30 âyetlerine dönelim:
“İşte böyle. Çünkü Allah O Hakk’tır. DûniHİ (Allah’ın dışı algısıyla Müstakilen VAR ve Muhtar zannederek kulluk yaptıkları) isimlendirdikleri ise bâtıldır. Muhakkak ki; Allah, Aliyyül Kebîr’dir.”
DûniHİ ifadesi için “gayrı” denirse “Allah’dan gayrı kulluk yaptıklarınız bâtıldır” şeklinde bir mânâ oluşur. Bu durumda, “Allah’dan gayrı kulluk yaptığım bir şey yok” diyen kişi için bu âyetler bir tarihi bilgi konumuna gelir, ona hitap ediyor olmaz ve “dûniHi” ile ifade edilen bâtıl kelimesi anlaşılamaz, “dûniHi”nin zıddı olan “Billahi Hakk’tır” ifadesi de anlaşılamaz. Oysa “dûniHİ” kelimesi “Allah’ın dışı algısı” olarak meallendirilirse âyeti her okuyan ona muhatap olacağı gibi, dûniHİ’nin zıddı olan Billâhi de anlaşılmış olur. Kur’ân, talibe dûniHİ algının bâtıl olduğunu, asıl olmayan bir algı olduğunu anlatır, öyle bir müstakilliğin YOK olduğunu söyler. Dûnillah iddia bir zanndır, bir algıdır, olmayan bir şeyin zannı ve algısıdır.
Kehf-27: “Rabbinin kitabından vahyolunanı tilavet et. O’nun kelimelerini değiştirecek yoktur ve dûniHİ (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var zannederek sığındıkları YOKtur) sığınak bulamazsın.”  
Cin-22: “De ki: “Gerçekten (bana bir seyyie dilerse) Allah’a karşı beni kurtaracak yoktur ve dûniHİ (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var zannedilen) sığınak değildir (sığınak Allah’tır).”
Sebe-22 buyuruyor: “De ki: Dûnillah (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var) zannettiklerinizi çağırın (bakalım)! (Var zannettikleriniz) ne Semâvat’ta ne Arz’da zerre ağırlığınca bir şeye mâliktir (müstakil varlıklarını gösterecek bir delilleri yoktur). Onların bu ikisinde bir ortağı da yoktur. Ve O’nun bunlardan (müstakilen var ve muhtar zannettiklerinizden) bir yardımcısı da yoktur.”
Fatır-13: “Geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve ayı boyun eğdirmiştir. Her biri belirlenmiş bir ecele akıp gider. İşte budur Allah, Rabbiniz. Mülk O’nundur. DûniHİ (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var zannedip isimlendirdikleriniz) çağırdıklarınız bir hurma çekirdeğinin zarına bile mâlik değillerdir (müstakil varlıklarının delili yoktur).”
Ra’d-14: “Hakk Da’vet (ancak) O’nundur/O’nadır. DûniHİ (algı ile müstakilen var zannederek) çağırdıkları onlara hiç bir şekilde icabet edemezler. (Onların hâli), ağzına ulaşsın diye iki avucunu suya doğru uzatanın durumu gibidir. (Hâlbuki suya ağzını dayamadıkça) o (su) ona ulaşacak değildir. Kâfirlerin duası (gayreti) ancak sapıklıktır ve boşadır.”
Hüküm, mülk, güç ve kudret sahibi, yaratan ve öldüren ancak Allah’tır. Allah’ın dışı algısıyla müstakil varlıklar var zannedenlerin gayreti boştur. Çünkü dûniHİ algı ile zannedilenler yoktur. Ayette geçti, duaya hafif değinelim. Dua ancak Allah’a yapılır, başka dua yoktur ve dua bir şeyin olması değildir. Bir şey isteyeceksiniz o da olacak anlayışı dua değildir. O hal cennette va’d edildi. Böyle zannedenler duaların mânâlarını saptırıyor, şeytan da bu yaklaşımdan yararlanıyor. Duayı yanlış tarif edip “beyninize yönelin, düşünün olsun” diyenler yanıltıyorlar. Olur, sen de dua ettim, kabul oldu zannedersin. Dua Allah’a yönelmektir, sığınmaktır, sürekli bir şey almak değil! “Duaları olmasa neye yararlar” âyetini, “istemeleri olmasa neye yararlar” gibi anlamayın. Bu âyet bize bir sesleniştir: Bana şu sığınışları var ya! Ağlayışları, titreyişleri, korkuşları, sessiz sessiz isteyişleri var ya! O halleri olmasa bir kıymeti olmazdı bu esfele sâfiliyn insanın. Dua Allah’a dönmektir, O’nunla konuşmaktır. Bunun nasıl bir hediye olduğunu dünyada anlarsak iyi olur, ahiret çok geç olur. Allah kulunu muhatap alıyor, “konuşun benimle, benimle konuşun” diyor. Bir de aksini düşünün: Muhatap alınmamak! Onun nasıl bir ızdırap olduğunu biliriz. O bir cehennem azabıdır.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER