Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

AYRICA DİLEYEN YOK, İLLA ALLAH

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 2 Nisan 2018 Pazartesi 13:46:05
 

– 145-

15. tefekkür şemamızdaki konuların tefekkürü ile başlayacağız inşaAllah. Bizim “Tefekkür Sayfası veya Tefekkür Şeması” dediğimiz bu belgelerde, konular özellikle tefekküre yönelik olup, tefekkür etmemize Biiznillah kolaylık sağlamak içindir; bu bilgilerin açılımı için yararlanılabilecek çok öz bakış açıları içermektedir. Kanaatim olarak söyleyeyim, sonsuza dek olacak hayatınız için çok önemli olan bu sayfaları web sayfamızdan okuyun, ama nezaketen okursanız çok yazık etmiş olursunuz.
Sayfa başındaki kutuda Talib için bir uyarı var. Bu bilgiler zaten hep talib için. Talib olmayan için bunların hiçbir önemi yok. Bu paylaştığımız bilgiler ancak talib sınıfına giren için çok önemlidir ve talibe öneridir:
Muhtar değilsin ama muhtarmışsın gibi davran. Ancak; muhtarmış gibi davranmak, seni muhtar duruma düşürmesin. Çünkü; ayrıca “muhtar olan” ve “muhtar olmayan” YOK, illa ALLAH.
Bu cümle, İnsan-29 ve İnsan-30 ayetlerinin birleştirilmiş mealidir, yaşarken daha kolay anlayabileceğimiz daha somut meallendirilişidir. Kaderin anlaşılabilmesi, kaderle ilgili ikilem ve sapmaların önlenebilmesi için bu iki ayet çok, çok önemlidir. İnsan-29 özet olarak diyor ki; artık DİLEYEN Rabbine bir yol tutar; Rabbine döner, Rabbine yönelir. Bu ayetteki “DİLEYEN” kelimesi çok önemli, bu yüzden onunla ilgili çok önemli bir analiz yapmaya çalışacağız, lütfen özen gösterin. İnsan-29’daki “DİLEYEN” kelimesi hayatınız için öyle önemli ki… Birçok kişi orada hataya düşer ve dileyen kelimesi yüzünden örtücü olur, nefsine zulmedenlerden olur. “DİLEYEN Rabbine yol tutar.” İnsan-29 böyle derken, İnsan-30 “ayrıca DİLEYEN yok illa ALLAH” diye seslenir. Kur’an meallerindeki “siz dileyemezsiniz Allah dilemedikçe” şeklindeki meal ilk idrak mealidir, çok ön bir idraktir; nefs mertebelerine göre söyleyecek olursak ancak nefs-i mülhimenin biraz ilerlemiş halinin söyleyebileceği bir mealdir; nefs-i mutmainnede bu meal olmaz. Bu meal nefs-i mutmainnede geçerliliğini yitirir, çünkü çok ön bir idrake aittir. İnsan-30’un ileri idrakta manası “ayrıca dileyen YOK” şeklindedir. Bu ayetin mealinde “ayrıca” kelimesi çok önemlidir. Önemi, yabancı görüntüyle ilgili olaraktır, yabancı görüntü yok diyen bir mana içermesindendir. Geçmişteki kitaplarda yabancı görüntü “zıll/gölge” olarak ifade edilmiştir. “Ayrıca” ifadesi, yabancı görüntüyü, gölgeyi yok ediyor. Ayrıca dileyen YOK, İLLA ALLAH.
“NASİBİMDE VARSA OLUR.” BU DOĞRU, AMA…
Şimdi İnsan-29 ve 30’u birleştirdiğimiz meale dönelim: Muhtar değilsin, ama muhtarmışsın gibi davran. Ancak; muhtarmış gibi davranmak, seni muhtar duruma düşürmesin. Çünkü; ayrıca “muhtar olan” ve “muhtar olmayan” yok, illa Allah. “Muhtarmış Gibi davran” önerisi İnsan-29’a verilmiş farklı bir mealdir. Bir davranış öneriyor: Muhtarmış Gibi davran! İnsan-30’a bakalım: Ancak, muhtarmış gibi davranmak, seni muhtar duruma düşürmesin; muhtar idraka düşme! Çünkü; ayrıca ne muhtar olan, ne de muhtar olmayan var! Muhtar olan da, muhtar olmayan da yok! Kendini muhtar sansan da muhtar duruma düşmesen de fark etmez, ikisi de yok! Muhtar duruma düşmedin diye, o hali var sanma, ikisi de (muhtar olan da olmayan da) yok, illa Allah.
Bu iki ayet neden bir arada? İnsan-29 ve 30’un yan yana, peş peşe oluşu çok önemli. Kader Bilgisi’nin dinamik olması gerekiyor. Kader’in yaşanması gerekiyor, yaşanacak bir şeydir kader. Öğrenip, “ben bu bilgiyi kabul ettim” deyip, defteri dürüp rafa kaldıracağınız bir bilgi değil. “Kader inancın nasıl?” denildiğinde tarif etmeniz için de değil. Saniye saniye yaşamanız için! Yaşanması gereken bir bilgi olduğu için kaderin dinamik olması gerekiyor. Eğer siz kaderi rafa kaldırırsanız onu statik, durgun hale getirirsiniz. Onun dinamik olmasını sağlamak lazım. Yaşantıdan bir olayla açıklamaya çalışalım: Bir kişi Eskişehir’e gidecek ve biz ona İnsan-30’a göre bir cümle kuruyoruz: “Allah senin Eskişehir’e gitmeni dilemişse sen Eskişehir’e gidecek davranışa girersin.” Kader açısından bu cümle doğru mu? Doğru! Peki, bu cümlede kişiye yapacağı bir öğüt var mı? Yok! İnsan-30 açısından bu cümle do��ru, ama bu cümleyi okuyanın ne yapacağını anlaması mümkün değil, çünkü bir öneri yok. Bu cümle o kişi için statik demektir! “Tamam, kaderimde Eskişehir’e gitmek dilenilmişse bana o fiiller yaptırılır, ben de giderim” der, bekler. Bir öğüt yok, amele yönelik bir dürtü yok! Hâlbuki KUR’AN ÖĞÜTTÜR, değil mi? Eğer ayetler hep İnsan-30 idrakıyla olsaydı, Kur’an’dan öğüt çıkaramazdık; kıpırdayamazdık, ne yapacağımızı bilemezdik. İnsan-30’un bu cazibesine kapılıp hataya düşenler o kadar çok ki. Onları batıl inanışlardan biri olarak bulabilirsiniz; İnsan-30’un cazibesine kapılıp amel uyduruyorlar; hiç bir şey yapmama ameli uyduruyorlar: “Nasibimde varsa olur.” Uydurulan amel bu! Okuyup öğrendikleriyle buna ulaşıyor! Kur’an’ın “öğüt” olabilmesi için İnsan-30’daki imanın insan boyutunda anlaşılabilecek bir davranış cümlesine çevrilmesi lazım ki kişi bir şey yapabilsin, bir amel çıkarabilsin. İnsan-30 hakikatinin davranışa dönüştüren İnsan-29’dur; onu bu bakış açısıyla öğüte çevirebilirsiniz. İbadetle ilgili bir örnekle biraz daha açmaya çalışalım, nefs mertebeleriyle ilgili bir örnek verelim. “Kaderinde nefs-i mutmainneye ulaşman dilenmişse sen nefs-i mutmainneye uygun fiiller ortaya koyar ve neticede oraya ulaşırsın” cümlesi doğru mu? Doğru! Peki, ben bu cümleyi duyunca ne yapmalıyım? “Demek ki kaderimde varsa bu olacak” deyip bekleyeyim mi? Bu cümlede “şöyle yapın” denen bir bakış açısı, bir öğüt yok, ne yapacağımı bilmiyorum. Öyleyse bu cümleyi öğüde çevirelim: Eğer sen şu, şu, şu işleri yaparsan nefs-i mutmainneye ulaşabilirsin, yani Rabbine yönelirsen mutmainneye ulaşabilirsin. Bu cümlede bir öneri, bir öğüt var, bir şey yapmamız gerektiğini fark ediyoruz. Şu önemi lütfen fark edin: İnsan-29 ve İnsan-30 birbirlerine kesinlikle ters olmayıp birbirlerini tamamlayan bir bütündür. Hayatta ikisini bir bütün yapacak idrakı yakalamalıyız. İnsan-29 ve İnsan-30 ayetlerini bir bütün yapacak, “bir” yapacak manayı yakalamış olarak yaşamalıyız. Maalesef okuyacağınız birçok açıklama ve tefsir bu ayetlerden sadece birisine yaslanır. İnsan-29’a veya İnsan-30’a yaslanılarak meal/ tefsir yapıldığı için ikisi “bir” yapılamaz. İnsan-30’a yaslanarak yazan ve yorum yapanlar İnsan-29’u neredeyse görmezden gelirler. İnsan-29’a yaslanarak fikir üretenler de İnsan-30’dan nerdeyse hiç bahsetmezler. Maalesef çok önemli bilinen bazı tefsirlerde bile böyledir. Bahsetmek zorunda kalırsa şöyle açıklamalar yapıyor: Ayet ‘Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz’ diyorsa da bu, ‘insanın müstakil bir iradesi yoktur’ manasına gelmez.  
İnsan-30 ayeti, gerçeğin Ulûhiyet Mertebesi’nden söylenişidir. Ulûhiyet Mertebesi’nde insan yoktur, bu yüzden o cümlede öğüt bulamazsınız. Biz kesret âleminde, beşeri boyutta yaşadığımıza göre ne yapacağız? Kur’an’dan bir öğüt çıkarmak için, Ulûhiyet cümlesi beşeri boyuta dönüşmeli ki ne yapacağımızı anlayalım. Bu yüzden “dileyen YOK, ancak ALLAH” idrakındaki kişinin bu imanını amele nasıl çevireceğini İnsan-29 söyler, yani kulun kaderi dinamik hale nasıl getireceği İnsan-29’da öğretilir: “Dileyen Rabbine yönelir, dileyen Rabbine bir yol tutar”. Böylece biz, İnsan-30 idrakı çerçevesinde ne yapacağımızı fark ederiz.
SİZE VERİLEN “BEN” DEME İZNİNİ AŞMAYIN
Konuyu “muhtar hal” İle de birleştirmeye çalışalım. Kendini Hissetme Duygusu’ndan bahsetmiştik. Kendini Hissetme Duygusu varlığı hissetmek olup aslında saftır, somdur, yani Samed’dir. Ama biz kendimizi bir insan olarak da hissediyoruz, nasıl saf ve som olacak? Buna çok dikkat edelim, bu çok önemli: İnsan da kendisini hissediyor. Burada fark edilmesi gereken önemli şey, insanın kendisini hissetmesine izin verilmiş olmasıdır. Onu göreceğiz. İnsan’ı Halifetullah özelliğiyle ele aldığımızda o hissediş şöyledir: İnsan kendisini Halifetullah manasında ama kendindeki esma terkibiyle kayıtlanmış olarak hisseder ve cüz bu Halifetullah çerçevesinde, onunla sınırlanmış, onunla şartlanmış olarak kendisine “BEN” der. İşte “BEN” dediği noktada Allah ona diyor ki; “kendini bu kayıtla böyle hissetmene izin verildi ama burada dur!” Bu açıkladığımıza çok dikkat edin. Bu kadar açık, net ve bu kadar dobra bulamayacağınız bir bilgi paylaşıyoruz. Rabbin sana; “BEN” dediğin bu noktada dur” diyor. Çünkü gerçekte ancak Allah “BEN” der. Allah Mütekebbir’dir. Mütekebbir olduğu için O kendisine “BEN” der, başkası “BEN” diyemez! “BEN” demek Allah’a aittir! Ama sana da cüz yapın çerçevesinde “BEN” deme izni verdi. İşte o izin verilen noktada kal, orada dur! Allah’ın bir sınır (had, hudut) oluşturup “burada dur” demesi “haddi aşmayın” demesidir. Dolayısıyla, “Haddi aşan olmayın” diye bizi uyaran ayetleri şöyle anlayalım: Size verilen “BEN” deme iznini aşmayın, “BEN” dediğiniz ilk idraktan uzaklaşıp haddi aşmayın.
İzin verilen “BEN” nedir? O “BEN” yabancı görüntüyü sanki gerçekten varmış gibi sanma iznidir! Yabancı görüntüyü gerçekten var sanıp “BEN” dediğiniz noktada durmalısınız. İzin bu kadar, bu kadarına izin verildi. Zaten bu izin size “kulluk yapmanız” için verildi. Ancak “kulluk” için, ancak “ibadet” için bu kadarına izin verildi. Çünkü ibadet için (kulluk yapmak için) kendini var sanan bir yabancı görüntü gerekiyor. Onun oluştuğu yerde, o hissedişte durun, ne için olmuşsanız onu yerine getirin, haddi aşmayın. Kul haddi nasıl aşıyor?
İnşaAllah bu sorunun tefekkürüyle devam edeceğiz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER