Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 74

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 15 Eylül 2018 Cumartesi 12:10:18
 

SECDE NEYİN İŞARETİDİR?
Secde 15: “Bizim ayetlerimize şu kimseler îman eder ki (onlara) bu hatırlatma yapıldığında secde ederek düştüler ve hiç müstekbir davranmayarak Rablerini hamdı ile tesbih ettiler.”
Müminler için ayette vurgulanan bir özellik bu: Onlara hatırlatma yapıldığında secde ederek düştüler! Hayatındaki “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasını fark eden kişi o iddiadan öyle utanır ki, Allah’a karşı olan bu utancıyla o iddiadan sıyrılır çıkar. Hayatı ve fiilleri hemen bu terk edişe uygun hale gelmemiş olsa da o mahcubiyetle o iddiasından vazgeçer. Öyleyse bir karar vermemiz lazım. “Şu şöyle diyor, bu böyle, vazgeçsem mi geçmesem mi?” diyerek o iddiadan kurtuluş olmaz. Bir atasözü var, “atı alan Üsküdar’ı geçti, sen daha buradasın” diye. Çok önemli bir hastalığın var, acil ilaç içmen lazım, ama prospektüs incelemekle meşgulsün. Olmaz! İlacı iç, iç de kurtul. Teslimiyet budur, îman budur. Güvendiğin birisi ilaç vermiş, vaktin de yok, çabuk iç! Aksi halde ilacı içen Üsküdar’ı geçer, sen prospektüs inceler durursun. Bunu fark eden kul öyle hızlı, öyle çabuk davranır ki, ayetteki “düşme” o çabukluğu da ifade eder. Kul öyle çabuk davranır ve o iddiasından öyle hızlı çıkar ki secdeye düşer. Gün içinde bazen “birden şu işin içine düştüm” deriz. O olayın, o işin içine düşmeniz o kadar hızlı olmuştur ki böyle dersiniz: Konuyu öyle anlattı ki birden içine düştüm deriz. Ayetteki de “yere düşmeniz” değildir, hızla idrak boyutu değiştirmenizdir. Kişi hızla dûniHİ idraktan vazgeçer, onu reddeder, Billâhi idraka teslim olursa o halin bir mânâsı olarak cümle budur: Allah’a secde etti ve düştü. Bu hâlin zâhiren çok makbul şekli secdemizdir. Secdede zâhiren biz bu harfi, bu şekli sûretlendiririz ki bu, teslimiyetimizin işaretidir. Teslimiyetin şeklen gösterimi alnın yere değmesidir. “Alnımın yazısı” deriz ya, onun gibi düşünün. Hûd Sûresi 56. âyet diyor ki; “Onları alınlarında çekeriz (oradan yönetiriz).” Rabbin seni alnından yönetiyor. Bu ayetten kaynaklanarak beynin önemi anlaşılsa da aslında orada işaret edilen beyin değildir, oradaki his kalptir. Organ beyin olabilir ama orada “BEN” diyen kalbtir, kalıbınızdır, nefsinizdir. Ama nefsin sembolü, yeri, odak noktası orasıdır. Siz nefsin odak noktasını yere koymakla onun şer haline bir nevi haddini bildirmiş olursunuz. Çünkü o hareket teslimiyet işaretidir. Bu normal hayatta da karşılaşılan bir şeydir. Allah muhafaza etsin, güç sahibi birisi gücünü göstermek için muhatabını yere yatırır, ona etek öptürür. Secde teslimiyet işaretidir. Siz alnınızı yere koymakla, “müstakilen VARIM ve muhtarım” iddiasına neden olan alnınızdaki gücü sahibine teslim edersiniz. Secde böyle bir harftir, şekildir; “Allahım Müstakilen VAR ve Muhtar ancak SENSİN, Lâ ilahe” demenin şeklidir, onun harfidir. Burnunuzu yere değdirmeniz ise, “müstakillik iddiasıyla kendini bir şey zanneden zulmani ve şer halimin burnunu yere sürttüm Ya Rabbi” demektir. Secdeyle o iddiacı yapının burnunu yere sürtüp “beni saptırtan o halin aklı başına gelsin Allahım” dersiniz.
ÖNEMİNİ TARTIŞMAK ARTIK BİTSİN,
BİLGİNİZ AMELE DÖNÜŞSÜN
Onlar, kendilerine hatırlatma yapılınca böyle davranır: Kendi adlarına BEN demeleri söz konusu olmaksızın secdeye kapanırlar. Ve onlar artık Rablerini hamdı ile tesbih ederler. Şu çok önemlidir: Kendi adıma mı “BEN” diyorum, yoksa Allah’ın adına mı? Bunun artık gündemimizden çıkması lazım ama biz hâlâ onun önemini konuşuyoruz. Bu bizim gençliğimizdeki konferanslara benziyor, hep bir şeyin öneminden bahsedilirdi: Çevrenin önemi, eğitimin önemi, tarımın önemi, ormanın önemi. Hâlâ önemi tartışılıyor, demek ki henüz amel yok. Biz de hala işin önemini konuşuyorsak, henüz önemi noktasında birleşememişiz demektir. Dolayısıyla, âyet diyor ki: “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasından sıyrılın, önemini tartışmak artık bitsin, bilginiz amele dönüşsün.
İdrakını düzelten, böylece secde edip düşenler için ayetin devamında bir amel tanımı yapılıyor: Onlar artık o iddia söz konusu olmaksızın “Sübhânallahi ve Bihamdihi” derler. Bu öyle bir tesbihtir ki “söyleyenin öyle bir iddiası yoktur”dan ileri bir anlam taşır, “böyle bir iddia söz konusu değildir” demiş olursunuz. “Sübhânallahi ve Bihamdihi” Allah’ın çok hoşnut olduğu bir tesbih diye bilinir. Bunu insanca düşünmeyin, “bu sözü duyunca hoşlanıyorum” demek değildir. “Sübhânallahi ve Bihamdihi” mânâ olarak şirkten küfürden öyle uzak bir sesleniş ki “başka Müstakilen VAR ve Muhtar” orada söz konusu bile değildir.
İKİ YOL VAR: DİRENEN VE SONU
ATEŞ OLAN VEYA RABBİMİZİN DEDİĞİ!
Allah nefslere “Rabbiniz ben değil miyim?” dediğindeki onların halleri Esfele Sâfiliyn değildi, Ahseni Takviym idiler. Bu yüzden “Allahım sensin Rabbimiz” seslenişini öyle bir huşu ve mutlulukla söylediler ki. Zaten Allah, “rabbiniz BEN değil miyim” emrini kuluna haz verici öyle büyük bir ahenkle duyurdu ki mest oldular, huşu içinde “Rabbimiz sensin” dediler. Çünkü henüz Esfele Sâfiliyn nedir bilmiyorlar. Onlar için henüz bu bilginin dışı yok, dûniHİ algı söz konusu değil. İşte “Sübhânallahi ve Bihamdihi” tesbihi ile ifade edilen hal öyle bir şey…
Ebu Hureyre radıyallahu anh rivayet ediyor: “İnsanoğlu secde âyetini okuyup da secde ettiğinde şeytan ağlayarak çekilir; ‘Eyvahlar olsun, Âdemoğlu secde ile emrolundu, secde etti ve cenneti kazandı. Ben ise secde ile emredilince direndim ve sonum ateş oldu’ der.” O zaman iki yoldan birini seçeceğiz: Direnen ve sonu ateş olan veya Rabbimizin dediği! Lütfen çok akıllı davranıp şeytanın deneyiminden yararlanın. Şeytana secde emredildi ama o secde edenlerden olmadı, tereddüt etti, ikileme düştü, direndi, karşılığı ateş oldu, cehennemle cezalandırıldı. Bu tecrübeden yararlanalım.
MELAİKE TOPTAN SECDE ETTİ. İBLİS HARİÇ. ÇÜNKÜ O MÜTEKEBBİR DAVRANDI
“O melâikenin hepsi toptan secde ettiler. İblis müstesna. O mütekebbir davrandı ve kâfirlerden oldu.” (Sâd; 73-74)
 Öğrendik ki mütekebbir olmayanlar kendilerine hatırlatma yapılınca, bu âyetler söylenince hemen secdeye düştüler yani dûniHİ algı ve zanlarını reddettiler, “müstakilen VARIM ve muhtarım” iddiasını hemen reddettiler, “müstakilen VAR ve muhtar ancak Allah’tır” dediler. Duyunca bu iddiadan sıyrıldılar ve bunu şeklen sûretlendirmek için secdeye kapanıp alınlarını yere koydular, teslim oldular, burunlarını sürtüp kendilerine doğru yolu gösterdiler. Ama bu olayı görünce şeytan dedi ki: Eyvah, Âdemoğlu müstakilen VAR ve muhtar olmadığını öğrendi, onlara artık gücüm yetmez. Bütün kullarını saptıracağım, ancak “müstakilen VAR ve muhtar iddiamdan vazgeçtim” diyenler hariç. Çünkü onlar secde ettiler, cenneti kazandılar. Bana bu daha önce teklif edilmişti de secde etmemiştim, sonum ateş oldu.
Sâd 73 ve 74. ayetlerde bize Hz. Âdem aleyhisselam yaratıldığında yaşanan şu olay öğretilir: Melaike toptan secde etti. İblis hariç. O secde etmedi. Çünkü o mütekebbir davrandı ve kâfirlerden oldu. Yani o kendi adına bir müstakil varlık iddiasında bulundu. Allah ona secdeyi önerdiği halde o “şöyle yapacağım” diyerek kendi hüküm verdi, “Ben de hüküm sahibiyim” dedi, böylece kâfir oldu. İşte iki yol! Şeytanın bu tuzağına düşen insanlar varsa, Fussılet Suresi 38. ayet onlara sesleniyor: “Eğer insanlar (Allah’a karşı) müstekbir davranırlarsa; (bilsinler ki), Rabbinin indinde bulunanlar hiç usanmaksızın gece ve gündüz O’nu tesbih ederler.”
MÜSTEKBİR, MÜTEKEBBİR DAVRANIŞLARDAN KENDİMİZİ TEMİZLEMEMİZ LAZIM
Bu hitap insan için! Çünkü başka âyetlerden öğreniyoruz ki insan dışında yani Allah’a kulluk etsin diye yaratılmışların dışında yerde ve gökte ne varsa hepsi zaten secdede, zaten tesbihatta! Ama bir insan onu anlayamıyor! Âyet der ki: İnsanların bir kısmı secde etmez. Secde etmeyen etmesin. Eğer müstekbir davranıp Allah’a secde etmeyen, o iddiasından vazgeçmeyen varsa bilsin ki Rabbinin indinde bulunanlar hiç usanmaksızın gece gündüz O’nu tesbih ederler. Secde edenleri nasıl da sevdi Rabbimiz! Nasıl bu tarafa aldı, kendi tarafına çekti ve örnek gösterdi, “böyle yapanlar var” dedi.
A’râf Suresi 206. ayeti de paylaşalım, secde ayetidir: “Muhakkak ki, Rabbinin indindekiler O’na müstekbirûn olmaksızın kulluk ederler, O’nu tesbih ederler ve O’na secde ederler.”
Bu âyetle birlikte önemli anahtar kelimemiz bir kez daha geldi: Müstekbir, mütekebbir davranan! Öyle davrananlar ‘iyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn’ demezler, deseler de kabul edilmez. Öyleyse bu anahtar kelimenin manasını iyi öğrenmek ve müstekbir, mütekebbir davranışlardan kendimizi temizlememiz lazım. Ama önce o iddiayı reddetmek, o iddiaya “Lâ” demek zorundayız.
UYARILARA; “SEMİ’NA VE ETA’NA”
DİYEN KUL, MAKBUL KULDUR
“Rabbinin indinde öyleleri var ki böyle yaparlar” ayetindeki kapsamın alt sınırı, bu iddiadan vazgeçmek ve o vazgeçişe uygun davranmaktır, yani “semi’na ve eta’na” demektir, “uyarını işittik ve uyduk Allahım” demektir. “Âmener Rasûlü” ayetlerinden öğreniyoruz, Billahi idrakıyla iman edip “semi’na ve eta’na” diyen davranış, kulu Allah indinde makbul yapıyor. Bunu diyen ve gereğini de yapan kişi “Rabbinin indindeki” kişidir. Sınırı budur, buradan başlar. Uyarılara; “semi’na ve eta’na” diyen kul, makbul kuldur; indindeki kul odur. O kul Rabbimizin “indimizdekiler” dediği sınıfa girer.
Kişi bu deklarasyonla birlikte idrakını ve o idraka uygun hayat tarzını yükselterek bu sınıfa girer ki bu hal doğrudan kader kültürüyle ilgilidir. Kader kültürünü anlayıp ona uygun hayat tarzı oluşturabilen kul Rabbinin indinde farklı statüde bir kul olur. Ancak yine de “indindekiler” ifadesini yalnızca ileri statüde olanlar gibi anlamayın, bu birçok müslümana haksızlık olur. İnşaAllah onu şöyle anlayalım: “Müstakilen var ve muhtar olan ancak Allah” imanıyla “Âmentü Billâhi ve Rasûlihi” deyip, peşine “semi’na ve eta’na” diyen müslümandan itibaren hepsi “indindekiler” sınıfa girer inşâAllah.
PAYLAŞIMLARIMIZDA SÜZE SÜZE,
ADIM ADIM “KADER” BAŞLIĞINA GİDİYORUZ. KADER KONUSUNU TEFEKKÜR EDECEĞİZ
Özetlersek: Müstekbir ve mütekebbiri önemli bir anahtar kelime olarak âyetlerle tanıdık ve mütekebbir davranışlardan korkup secdeye talip olduk; mütekebbir davranışlardan kurtulmak, o davranışların şerrinden korunmak için Allah’a sığındık. Bunu bir hayat tarzı haline getirebilmek arzusuyla “semi’na ve ata’na” dedik, “işittik ve itaat ettik Allahım” dedik. Bunun hayat tarzı haline gelmesi için mütekebbir halin bizde nasıl açığa çıktığını öğrenmemiz gerekiyor. Şimdi onu Kur’ân’dan ders edeceğiz ki işi kaynağından kapatalım. “İşi kaynağından kapatmak” Billahi imana ve kader kültürüne uygun davranmaktır. Biz işte şimdi oraya geldik: Bu işleri yaparken kader kültürüne nasıl uygun davranacağız?
Bundan sonraki yazılarımızda bir süre sizinle Kader konusunu tefekkür edeceğiz, belki de herhangi bir yerde yazılı bulamayacağınız Hakk cümlelerle konuyu paylaşacağız. O cümleler kitapçıklarımızda var ama onları şimdi derli toplu şekilde paylaşacağız. Herhangi bir yerde yazılı bulamazsınız dememiz, cazibe oluştursun diye, öyle anlayın inşaAllah. Aslında bizim bütün paylaşımlarımız kaderle de ilgilidir. Yalnızca “Kader” başlığı altında olduğu zaman konu kader zannedilmesin. Paylaşımlarımızın tamamı Efendimiz (SAV)’in öğrettiği, sünnet ehlinin yaşadığı kader ve kaza idrakı kapsamındadır, o kültürü oluşturuyoruz. Kader konusu çok önemlidir ama önemi yüzünden çok da tehlikelidir. Tehlikesini belirten iki hadisi inşâAllah yeri gelince göreceğiz. Kader konusu genellikle kader bilgisi zannedildiği için, onunla ilgilenenler o bilgiyi alınca mesele hallolacak zannediyorlar, o bilgiyi duymakla inanacaklarını ve kabulleneceklerini sanıyorlar. Hâlbuki kader bir haldir, bir kültürdür, duyulan bir bilgiyle elde edilecek bir davranış biçimi değildir, kişide kader kültürünün oluşması gerekiyor. O kültür ne kadar olgunlaşırsa sizden dışarıya o kadar yansır. Bu paylaşımlarımızla o halin, o kültürün oluşmasına çalışıyoruz, paylaşımlarımız o kültürü oluşturmak adına süze süze, adım adım “Kader” başlığına gidiyor, aniden “Kader” diye bir başlık koymuyoruz. Ancak, kader konusunu konuşmanın bir şartı var. O şart yerine gelmemişse, kaderi birisinden dinlemeniz ve kader hakkında konuşmanız çok sakıncalı ve tehlikelidir. Onu göreceğiz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti