Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 85

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 28 Eylül 2018 Cuma 13:35:23
 

SAPKIN FIRKALARIN TEK SEBEBİ
KADERİ ANLAYAMAMAKTIR
Âyet ve hadislerle tanımladığımız yönelişten sapan ve bu yüzden de sonu hüsran olan inanış biçimleri vardır. Onları “bâtıl fırkalar” başlığı altında görürsünüz. O fırkaları temel beş grup altında göreceğiz. Ne yaparsam yönelişim defolu olur sorusunun cevabını âyet ve hadislerle öğrenelim ki yerine defosuz otursun. Sapmalar çok önemlidir. Öyle ki sapmış inanış biçimleri o sapma olmadan önce öğrenilmelidir. Zihin bir kez saptı mı onarılması hemen hemen imkânsızdır. Düzeltecek birini bulamazsınız, zorluğun birisi budur. Kime gidip de çare bulacaksınız? Günümüzde çok mümkün değil. O yüzden sapmadan önce doğru tanımı iyi bilmek gerekiyor. Bir halimiz, bir düşüncemiz o beş gruptan birine yakınsa, bizde o gruplardan bir şeyler varsa onları temizlemek çok önemlidir. Beş grup altında göreceklerimiz aslında sapkın fırkaların sebepleri ama aslında hepsinin sebebi tek şeydir. “Bu fırkalar neden var?” dediğimizde tek sebebi kaderi anlayamamaktır. Diyelim ki anlayamadılar, Efendimiz (SAV)’in açıkladığı kadere teslim de olamamışlar. Sebep bu. Fırkalar buradan çıkıyor, başka bir sebep yok, hep kadere getirilen yorumlarla ilgili. Bu beş gruptan sadece birisi inkâr edenlerle ilgilidir, diğer gruplar doğrudan “müslümanım” diyenleri ilgilendiriyor. Bu çok korkutucu! “İnanıyorum” diyenler, Efendimiz (SAV)’in açıkladığı kaderi neden anlayamıyorlar, o açıklamalara neden teslim olamıyorlar? Efendimiz (SAV)’in açıkladığı kaderin anlaşılamamasında birincil sebep dûniHİ algı ve zanlarıdır. “Allah’ın dışı var ve yaratılanlar da orada” sananın kaderi anlaması mümkün değildir, hele teslim olabilmesi hiç mümkün değildir. Esas sebep bu algı ve zanlarıdır. Kişi eğer “ne yana dönerse vechullah” yolundaysa, yani Allah’ın dışı kavramını zihinden silmişse, Billâhi anlamda îman ediyor ve düşünüyorsa, onun “kader” diye bir problemi olmaz. Kader diye bir problemin olabilmesi için alternatifinin olması lazım. Billâhi anlamda düşünüp de “illa Allah! Mülk O’nun, Hüküm O’nun, Güç O’nun” dediğinizde bir alternatif yok ki kader konuşasınız. Anlayamamak hep dûniHİ algı ve zanlarından kaynaklanıyor. Kader konusunu anlayamayan, arzu etsin etmesin, kendi adına “BEN” diyordur. O kişi istese de teslim olamaz, çünkü kendi adına “BEN” diyor. Onda bu takdim bulunduğu sürece kimse ona kader konusunu anlatamaz. Zaten kader, anlatılarak birisinin ikna edileceği bir konu değildir. “Kader konusunda beni ikna et” demek kadar da saçma bir söz olmaz. “Buna nasıl îman edebilirim?” deyip onu iyice yakalamak lazım, ilk şart budur. DûniHİ algı ve zanları bulunduğu sürece kadere teslimiyet olmaz. Dilinle söyleyebilirsin ama olmaz. İkinci sebep, eğer zihniniz mânâ ayrıştırma ve mânâları çakıştırma yöntemlerini yapamıyorsa, yani tevhid dili ve kesret dili ayrımını yapamıyorsa da olmaz. Onun için önce bunlar olacak. Çocuk kerrat cetvelini öğrenmemiş ama “hocam bana havuz problemleri yaptır” diyor. Öğretmeni ona “olmaz yavrum, önce kerratı ezberle gel, sana havuz problemlerini öğreteceğim” der. “Zor geliyor hocam, ezberleyemiyorum” diyemezsiniz, bunun bir yolu var, basamakları var. İnsan dünyada hiçbir işi basamaksız yapmaz. Öyleyken, “şu kaderi bana bir anlat” demek olmaz, evrenin altından kalkamadığı bir konuyu “bir anlat” diye sorarsanız olmaz. Kader bir kültürdür, biz hep o kültürü konuşuyoruz, hep o kültürü oluşturmaya çalışıyoruz, bunu unutmayın.
BİRİNCİ GRUPTA DOĞRUDAN İNKARCILAR VAR
Efendimiz (SAV)’in yolu Fırka-i Naciye’den sapanları ana hatlarıyla görmeye ilk grupla başlayalım. Bu grup doğrudan inkârcılardır; Allah’ı, nebi ve rasûllerini inkâr edenlerdir. “Sapmalar” dediğimiz için onları da bu başlık altına koyuyoruz, çünkü inkâr da bir sapmadır. Bu grup dûniHİ algı ve zanları sebebiyle Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini “vehmin zulmetini tercih” yönünde kullanır. Vehmin zulmetini tercih eden Nefsin Şerri, “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasıyla kendi adına “BEN” diyerek mütekebbir davranmış, ilahlığını ilan etmiş olur; bu iddiasına uygun olarak Esfele Sâfiliyn hayat tarzını benimser. Bu haliyle o, Allah üzerine yalan söylemiş, iftira etmiş, bâtılı tercih etmiştir. Sonuç olarak, YOK hükmünde bir iddiaya sahip çıkmıştır. Elhamdülillahi Rabbil âlemiyn biz öyle değiliz inşâAllah. Bu tanım tamamen inkârcılardan oluşan sapma grubunu anlatıyor.
Ra’d 1: “Elif, Lam, Miym, Ra. Bunlar kitabın âyetleridir. Ve (o kitab) Rabbinden sana inzal olunan Hakk’tır. Fakat insanların ekseriyeti îman etmezler.” “İnsanların ekseriyeti iman etmez” ifadesinden insanların çoğunun bu grupta olduğunu anlıyoruz.
İNSANLARIN ÇOĞU İMAN ETMEZ VE
 ÇOĞUNUN YAŞANTISI YANLIŞTIR
Maide 49: “Muhakkak ki, insanların çoğu gerçekten fâsıktır.” Yani insanların çoğu Allah’a kulluk etmez. Bu grubun da nasıl bir yaygın alan oluşturduğunu öğreniyoruz. Ra’d-1’den öğreniyoruz ki ekseriyet (doğru) iman etmez, yani çoğunun îmanı yanlıştır. Mâide-49’dan onların çoğunun fasık olduğunu, yani amellerinin, yaşantılarının yanlış olduğunu öğreniyoruz; Âmenû Billâhi ve Amilus sâlihâti çerçevesinde, onların îmanları da Hakk değil, hayat tarzları da Hakk değil. İkisini de ayetler gösteriyor. İkinci Grup şirk günahı üzerine kurulmuştur. Şirk günahı üzerine kurulu olduğu için bu grubu anlayabilmek şirki tanımlamakla mümkündür. Çok tanımladık ama tekrarında yarar var. Şirk Allah’a karşı “müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasında bulunmaktır. İnkârcıların iddialarını ve yaşantılarını birinci grupta topladık. İki, üç, dört ve beşinci gruplar inananlarla ilgilidir. Bu yüzden bu gruplara uyan nelerimiz var diye dikkatle araştırıp kendimizi temizlememiz lazım. Şirk günahını oluşturan asıl şirk, inanan insanın Allah’a karşı “Ben müstakilen VARIM ve muhtarım” iddiasında bulunmasıdır. Bundan başka “şirk Allah’a ortak koşmaktır” gibi bir sürü şirk tarifi yapılabilir ama “ortak koşmuyorum” dediniz mi o tanımların işi biter. Allah’a ortak olmak, şirke ortak olmak ne demektir, bu bilinmezse ayeti geçer gideriz. Eğer bir inanan Allah’a “ben de müstakilen VARım ve muhtarım” iddiasında ısrarlıysa amellere sıkı sıkıya bağlı da olsa şirk kapsamındadır. Çünkü dûniHİ bir algıyla Allah’ın dışı kavramını oluşturdu, kendini dışarı aldı, orada “müstakilen VAR ve muhtar” bir yapı oluşturdu. Biz diyoruz ki yapı Allah! Ama sen de müstakilen VAR ve muhtar bir yapı oluşturdun, işe ortak oldun, kendini ortak ettin. Asıl şirk budur. Bundan sonrakiler sekonder şirk davranışlarıdır. Aya, güneşe, paraya veya herhangi bir şeye tapmanın esas sebebi birincil şirktir ve “şirk günahı” dediğimiz odur, şirk odur. Eğer şirk böyle tarif edilmezse şirk günahı içerisinde miyiz değil miyiz, bilinmez. Tanım çok net: Allah’a karşı “ben de müstakilen VARım ve muhtarım” beyanındaysanız ve bu iddiada ısrarlıysanız şirk günahı işliyorsunuz demektir. Bir inanan böyle bir beyanda değilse, bu iddiayı reddediyorsa ona “sen şirktesin” diyemezsiniz. Ama “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasındaki kişi ilahiyat profesörü de olsa, kitaplar da yazsa fark etmez, şirktedir. Var olan bilgileri ezberlemekten sorumlu değiliz ki, öyle bir imtihana da girmeyeceğiz. İmtihanda sorulacak sorular belli. Şirk günahındaki kişi bilmelidir ki Allah şirk günahını bağışlamayacağını, amellerinin boşa gideceğini buyurmuştur. Kim bu iddiada bulunuyorsa Allah diyor ki; “bu iddianı bağışlamam, çünkü bana iftira ediyorsun, hakkımı teslim etmiyorsun. Ama amellerle meşgulsün, hepsi boşa gider. Bunu Zümer Sûresi 65. âyetten öğreniyoruz: “Andolsun ki; sana ve senden öncekilere (şöyle) vahyolundu: Yemin olsun ki şirk koşarsan kesinlikle amelin boşa gidecek ve kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olacaksın.” Efendimiz (SAV)’e buyruluyor: Senden öncekilere de sana da bu vahy olundu: Yemin olsun ki şirk koşarsan kesinlikle amellerin boşa gidecek, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olacaksın. Anlatım kesret diliyle, anlayabilmemiz ve uygulayabilmemiz için. Eğer kesret dili olmasaydı uyarı olmazdı. Bunu tevhid diliyle nasıl söyleriz? Kim ne yapacaksa hükmünü Allah verir, insanlar o hükme uygun olarak yaşar, o hükümleri açığa çıkarırlar. Hâdî dilemişse hidayet ehli olur, Mudill dilemişse şâkî olur.” Hadi bu cümlelerden bir amel çıkarın. Elin kolun bağlı, tevhid dilinden amel çıkmaz. Bu yüzden manaları ayırıyoruz. Allah’ın emri olmadan şirk koşabilir misiniz? Buradan “bana Allah şirk koşturdu” mânâsı çıkmaz, bu çok dünyevi bir mânâ. Sonuç olarak, anladık ki yaptığımız şirk tarifindeki iddiaya sahip çıkanın amelleri boşa gider.
En’âm-88: “Bu Allah hidayetidir. Kullarından kimi dilerse, onunla hidayet eder. Eğer onlar dahi şirk koşsalardı, elbette yaptıkları tüm amelleri hiç olur, boşa giderdi.”
EĞER ŞİRK KOŞARSANIZ
 BÜTÜN AMELLERİNİZ BOŞA GİDER
Ayet Efendimiz (SAV)’den önceki Nebî ve Resul’ler üzerinden öğretiyor; ayet için muhatap onlar: Size gelen Allah’ın hidayetidir. Eğer şirk koşarsanız bütün amelleriniz boşa gider. Bu ayetlere bakıp “demek ki rasûl ve nebiler de şirk işlermiş” zanneden hataya düşer. Sakın, nebi ve rasuller yanlış yapmış sanmayalım. Rasûl ve nebiler için ne tür yanlışlık yaparsanız onu doğrudan Allah için söylemiş olursunuz! Bu anlatımlar kesret dilidir, kendimize göre mânâ çıkaramayız, edep dışı olur. Âyetlerden öğreniyoruz ki şirk gibi bir davranış Rasûl ve nebiler için aslında “ne mümkün!”dür. Rabbi öyle buyurur: Ne mümkün! Rasûl ve nebilere yapılan böyle bir uyarı çok dikkat etmemiz gereken bir husus olduğunu gösteriyor. Bir de bu onlara “şirk işlerseniz böyle olur” uyarısı değildir. “Siz bile yapmış olsanız bağışlamam” uyarısı, şirkin şiddetini anlatmak içindir. Yapma ihtimaliniz var, yaparsanız amelleriniz boşa gider” demek değil, kesinlikle öyle denilmiyor. İşin şiddetini göstermek ve ders etmemiz için Rasûlüne hitaben “siz ki özel kullarımsınız, heva ve hevesinizden konuşmazsınız, hakkı tebliğ edersiniz. Şirk işleme ihtimaliniz varmış gibi düşünsek, işte sizin gibi birisi de olsa bağışlamam” demektedir. Normal hayatta biz de “çocuğum yapsa bağışlamam” demez miyiz? Çocuğumuz o işi yapacağından değil. Anlaşıldı mı?
Yüce Allah cumamızı mübarek eyleyiverir ihşaAllah…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER