Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNSANIN KENDİNİ TEST ETMESİ – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 28 Aralık 2016 Çarşamba 12:55:37
 

“Nerede olursanız (olun) ölüm size ulaşır. Buruc-i Müşeyyede’de olsanız bile. Eğer onlara bir hasene isabet ederse; “bu Allah indindendir” derler. Şayet onlara bir seyyie isabet ederse; “bu senin indindendir” derler. De ki; “Küllün min indillah; hepsi Allah indindendir.” Şu kavme ne oluyor ki neredeyse bir söz (bile) anlamıyorlar.” (Nisa-78)
 “Hasene’den sana ne isabet ederse, Allah’tandır. Seyyie’den sana ne isabet ederse, nefsindendir. Seni insanlara Rasûl olarak irsal ettik. Şahit olarak Allah kâfidir.” (Nisa-79)
Her Nefs’in ölümü tadacağını unutmayın. Allah’a hesap vereceğiniz ve dünya hayatı mühletinin biteceği de aklınızdan çıkmasın.
DûniHİ algı ve zann’larıyla olaylara bakanlar ileri sürdükleri fikirler yüzünden akılsızlar sınıfındadırlar. Ayette insan, Allah dışında müstakil varlıklar oluşturduğunu zannedip kendisi için müstakil “ind” kullanmakta ve o “müstakil ind”de hüküm vermektedir. Bunu yaparken Allah’tan yana konuştuğunu sanıp “seyyie” hükmünü insana uygun görüyor. Oysa Allah dışında müstakil vücut zannı oluşturup “şirk” halinde olduğunun farkında değil.
Zihinden dûniHİ algıyı silebilmede, Allahın dışı var yanılgısından kurtulmada çok önemli bir yolu bu âyetle kullarına öğretmektedir: Her şeyin hükmünü Allah verir. Allah hükmünü paylaşacak bir müstakil varlık yoktur. Her şey Allah ilmi içerisinde ve hüküm de Allah indindendir. Bu yüzden, “Küllün min indillah; hepsi Allah indindendir” de!
Nisa-78’in açılımı olan bu kısmı biraz daha genişletelim. Bu âyetin orijinal ifadesinde “İND” geçer ki, bu aynı zamanda “hüküm” demektir. Hüküm ise “Bizzat ben” demektir. örneğin, “Bunu kim dedi?” denildiğinde “Bizzat ben!” dersiniz. “Ben” de diyebilirdiniz ama “Bizzat ben” diyerek o ifadeyle bir ders veriyorsunuz; “onu bizzat ben söyledim, haddinizi bilin!” diyorsunuz. DûniHİ algıyla “Bizzat ben” demek “dûniHİ bir ind” oluşturuyor, böylece “benim de indim var” demiş oluyorsunuz.
Nisa 78. âyetin orijinalinde “ind” geçmesine rağmen o pek meâllendirilmez. Oysa gördük, “ind” çok önemli bir ifade; hüküm yeri! Fark ettiğimiz bu bakışla âyetin öğüdü şudur: İnsanlar Allah’ın dışında “müstakil var ve muhtar ind”ler oluşturuyor, sonra da kıyas yapıyor. Bazıları bu kıyası yaparken güya Allah’tan yana tavır da takınıyor. Şöyle ki: Eğer kişiye bir hasene isabet etmişse, yani isabet eden onun dünya ve ahireti için olumlu bir şeyse “bu sana Allah indindendir, yani bunun hükmünü Allah verdi” diyor. İsabet eden seyyie ise (hoşuna gitmeyen olumsuz bir şey ise) o zaman; “Allah’a seyyie yakışmaz, bu senin indindendir” diyor. Bu durumda, dûnillah alanda oluşturulan müstakil bir ind ve bir de Allah’ın indi algısı oluşuyor. Bu âyet işte ona “hayır” diyor; böyle müstakil indler yok! Bir Allah’ın indi bir de dûnillah, müstakil ve muhtar zannettiğiniz indler, zatlar, hüküm verecekler yok! Öyle zannedip de onların hüküm verdiğini söylemeyin, “seyyie senin indinden” demeyin.” Şöyle deyin: Her hüküm Allah indindendir.
Hidayet, Allah’ın ayrıca dilemesiyledir
Nisa-78’de kullanılan bu dil ulûhiyet dilidir, insanın olmadığı yerin gerçeğidir. Bu yüzden buradan amel çıkaramayız. Amelini bize hemen peşine gelen Nisa-79 öğretir ki orada kesret dili vardır: Allah indinden hükümle başlayan kesret âlemi sürecinde insan, Allah’ın hükmettiği hayatını yaşarken ona bir hasene isabet ederse bu Allah’tandır.
“Allah indinden hükümle başlayan kesret âlemi sürecinde” derken aslında bir tarif yaptık: Kesret âleminde nasıl yaşanacaksa bu Allah indinde hükme bağlandı ve insan kesret âleminde yaşamaya başladı. Kesret alemi yaşantısı var, şimdi Nisa-79 başlıyor. Hüküm sürecini yani İndellah’ı Nisa-78 anlattı, şimdi Nisa-79 bize kesret yaşantısını kesret diliyle anlatıyor ve biz buradan bir amel çıkarıyoruz; ne yapacağımız nasıl yaşayacağımızı anlıyoruz.
Allah indinden hükümle başlayan kesret âlemi sürecinde insan Allah’ın hükmettiği hayatını yaşarken bir hasene isabet ederse bu Allah’tandır. Çünkü hidayet, yaşanan hayat içerisinde ancak Allah’ın ayrıca dilemesiyledir. Bir hidayet bulursanız Allah’tandır. Bunu FATİHA ile fetih kitapçığımızın “İhdina’s sıratal mustakiym” bölümünde detayıyla ve âyetleriyle bulabilirsiniz. Evet, sana isabet eden hasene, yani hidayet Allah’tandır. Fakat sana bir seyyie isabet ederse, bâtıl bir fikir ve fiil seni bulursa bu nefsindendir, yani bunun sebebi senin nefsine verilmiş olan Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisini dûniHİ algı sebebiyle özgür ilan edip, kararlarını “varım ve muhtarım” iddian ile oluşturmandandır. “Allah’ın dışında müstakilen varım ve muhtarım” dersen, bu iddiayla sana isabet eden daima bâtıl olacaktır!
Er-Rasûl ancak size haber vericidir; işte bunları söyleyicidir. İman edenleri de müjdeleyicidir. Üzerinize bir koruyucu, bir düzeltici, bir müfettiş değildir ve sizden bir sorumluluğu da yoktur, ne yaptığınızın kaydını tutmaz. Yaptıklarınızın hesabı için Allah’ın şahitliği kâfidir. Siz unutursunuz, Allah unutmaz (Şahit olarak Allah yeter).
Nisa-78 ve 79’u konumuzun ana fikriyle ele almış olduk.
Nisa-78, ulûhiyet diliyle Allah indinde verilen hükmü beyan ediyor. Nisa-79 ise yaşadığımız hayatla ilgili açıklamayı yapıyor. Bu âyetler bu yüzden birbirlerine zıt değildir, aynı şeylerdir. Nisa-78 tevhid/ulûhiyet diliyle, yönelişi dûniHİ algı olmaksızın yapmamızı öğretir. Nisa-79 kesret diliyle, dûniHİ algı tuzağına düşmeden amel yapmayı öğretir. Bunların iki ayrı âyet olarak görünmesi mânâ ayrıştırma kapsamındadır; konu anlaşıldıktan sonra Nisa-78 ve 79 çakıştırılarak tek mânâ haline getirilmelidir.
Önce yönelişin tam olacak
Allah âyetlerine karşı MTG yetkisini haddi aşarak “müstakil ve muhtar” davranan A’raf-36’da şöyle etiketlenmiştir:
“Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı müstekbir davrananlar (var ya) onlar ashabun nar’dır. Onlar orada ebedi kalıcılardır.” (A’raf-36)
 Öğreniyoruz ki; âyetleri gördüğünde, duyduğunda, varım ve muhtarım algısıyla “olur mu böyle şey?” diye yalanlayanlar, “kendimi ben müstakilen yönetirim” diye Allah’a karşı kibriya gösterenler nar ashabıdır, nardan kurtuluşları da yoktur.
MTG yetkisinin kullanımı çok hassas çizgiler üzerindedir. DûniHİ algının ne olduğunu bilip bu algıyı reddetmeden; bu reddedişle birlikte “Âmentü Billâhi” demeden, Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini kullanmak için “semi’nâ ve eta’nâ” yani “işittik ve itaat ettik” denilirse iş noksan olur. Hareket doğrudur ama bu doğru hareket şirk kulvarında yapıldığı için, boşa gider, bu hareketten bereket doğmaz. Demek ki, “semi’nâ ve eta’nâ” demek için önce “Âmentü Billâhi” demek, kulvarımızı dûniHİ’den kurtarıp Efendimiz’in açıkladığı sisteme sokmak şarttır. En azından idraken bu şarttır! Önce idraken, ardından amellerimizle! Önce idrakımızı, sonra amellerimizi düzelteceğiz. Ancak bunu böyle söyleyince, okuyunca ertesi gün hepsi düzelmiyor. Önemli olan şudur: Önce yönelişin tam olacak! Yönelişin tam olunca amelin hatalarını, eksiklerini Rabbim silecektir. Bunu âyetler söylüyor. İnsan bu idrakın gereğini hemen ertesi gün tam yapamaz. Önemli olan muttaki olmaktır, yani korunmaktır, korunmaya çalışmaktır, levm etmektir. Bu ise, ancak doğru inanışla, Allah’a doğru şekilde yönelerek mümkündür; yani dûniHİ algıyı reddederek mümkün olabilir.
DüniHİ algıyı reddeden kişi en önemli “işittik ve itaat ettik” yaklaşımını öncelikle İhlâs Sûresi’ndeki açıklamaya göstermelidir; önce İhlâs Sûresi’nde açıklanan Allah Bilgisi’ne “işittik ve itaat ettik” demek şarttır.
Nefs-i Levvame sürecindeki talib Nefs-i Mutmainne haline ulaşıncaya kadar dûniHİ algıya daima düşer, mecburen! Levvame’nin Mutmainne’ye kadarki sürecinde talibin esas görevi dûniHİ algıdan çıkmak için gayretle çalışmaktır. Ta ki oradan geri dönüşsüz çıksın.
Eğer talip, “dûniHİ algıda mıyım?” diye her halini test etmezse, uzun süre farkında bile olmadan dûniHİ algıda yaşar. Bu algıda olunca da bu algıya ait zann’lar kaçınılmazdır. Biriken bu zann’ları temizlemek ise zordur, zaman alır. Bu sebepten talib, “dûniHİ algıda mıyım?” diye kendisini daima test etmelidir. Bu konunun çalışılabileceği en güzel zaman ve ortamlar Ramazan Ayı’ndadır. Belki Ramazan Ayı’nın bir sebebi de budur. Rabbimiz bu kudsi hadiste buyuruyor:
“Benim kullarıma (insanlara) merhametimin delili (işaretidir) ki onlara Ramazan Ayı’nı ve İhlâs Sûresi’ni verdim.”
7/24 “dûnillah algı” testi gerek
İnşaAllah duamızı şimdiden yapmak ve hedefimizi şimdiden belirlemek için önemseyelim: DûniHİ algıdan kurtulmak için Ramazan Ayı önemli bir zaman dilimidir, “ben dûniHİ algıda mıyım?” diye test yapmamız için bu ay oruçla beraber çok önemli bir laboratuardır.
Orucun aç kalmak ve bazı şeylerden uzaklaşmak olmadığını, oruçla yapılanların birer vesile, işi disiplinize eden vesileler olduğunu inşaAllah görür, yaşarsınız. Onlar asıl amaç için kullandığımız şeylerdir, amaç başka bir şeydir. “Onların (kurbanların) kanları Allah’a ulaşmaz, ancak takvanız ulaşır” âyetindeki gibi, oruçta da Allah’a ulaşacak olan açlığımız değildir. Onun için, Ramazan’da yapılan antrenmanlarda açlık vesilesiyle, açlığın bizi disiplinize etmesi ve tutmasıyla, bizi dünyadan ayırarak işimizle meşgul ettirmesiyle ilgili bir hedefimizin olması lazım. Yani her Ramazan bir hedef koymamız lazım. Ana hedef dûnillah algıdan sıyrılmaktır. Öyleyse, “Ben bu hareketimle, bu sözümle, bu cümlemle dûnillah algıda mıyım?” diye daima (7/24) test yapmak, Ramazan Ayı’nı ise bu test için çok özel bir fırsat bilip daha da yoğunlaşarak yapmak daha bir önem arz eder.
Bu testi yaparken, bu gayretteki talib kendisini dûniHİ algıda bulabilir. Bu bir düşünce olabilir, sesli bir fikir, bir yorum, bir arzu-istek olabilir, gerçekleşmiş bir fiil ve sonrası da olabilir. Bu durumda talip öncelikle hemen kendisine levm etmelidir. Bu levm ediş Allah katında bizim tam kavrayamayacağımız kadar önemli bir yere sahiptir. Bu gerçeği, bu önemi şu âyetten öğreniyoruz:
“Nefs-i levvameye (Allah için kendini sorgulayan, yanlışına levm eden, yanlışını kınayan ve Allah’a sığınıp korunan nefse) yemin ederim.” (Kıyamet-2)
“Onlar bir fahişa (utanılacak şey) işlediğinde veya nefslerine zulmettiklerinde, hemen Allah’ı zikrederler. Böylece günahları için mağfiret isterler. Kim mağfiret eder günahları? Ancak Allah! Ve yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” (Al-u İmran; 135)
Levm edişin peşine hemen tövbe (af dileme ve sığınış) gelmelidir. Bu hâl ile ilgili bir af dileyişi ve sığınışı Efendimiz (SAV) bize öğretmektedir:
“Allahümme inniy eûzü bike en üşrike bike şey’en ve ene a’lem ve estağfiruke limâ la a’lem, inneke entel allâmul ğuyûb.” (Hadis)
Bu dua, “DûniHİ algıda mıyım?” diye sürekli test yapanın yanlış bir duygu, düşünce veya hareketinde kendine levm ettikten sonra yapacağı çok önemli çare olan bir tövbedir, bu duayı yaşantımıza yaymalıyız:
“Allahım, bir şeyi bilerek ortak koşmaktan sana sığınırım, bilmeyerek yaptıklarım için de istiğfar ederim. Şüphesiz ki, ğaybın bileni SENSİN.”
Bu duayı konumuzla daha ilgili olarak şöyle mânâlandıralım:
Allah’ım kendimi Esfele Sâfiliyne itilmiş olarak dûniHİ algı içerisinde buldum. Bu algının bâtıl olduğunu, bana hidayet rehberlerinle öğrettin elhamdülillah. İnsanı Hakk’tan uzaklaştıran, bâtıl olan dûniHİ algı ve zann’larına kapılarak, onu savunarak, arzulayarak hayat tarzı oluşturup her şeyimle, her halimle eş ve ortak koşmaktan sana sığınırım. Ancak sen korursan kurtulurum, beni koruyuver. Allahım, öğrettiğin korunma çalışmalarıyla dûniHİ algıya düşmemek için gayretteyim biiznillah. İstemediğim halde, bilmeyerek, henüz tam başaramayarak dûniHİ algıya düşmelerimden ve ürettiğim zann’lardan dolayı affını dilerim. Rızana uymayan bu hâlimi örtüver ve beni bağışlayıver. Her şeyi bilen ve her olan şeyin hükmünü veren Allah’ım, yarattıklarının bilmediklerini de bilen sensin. Yarattığın kulun olarak, bilgisizliğimden dolayı sığınmayı bile talep edemeyeceğim ama sığınmam gereken şeylerden de sana sığınırım. ÂMÎN.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER