Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

İNŞİRAH YAZILARI – 1 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 22 Ocak 2019 Salı 13:49:20
 

Bugün İnşirah Suresi kapsamında bir idrak seyahati başlıyor. Arz’da halifetullah dilenen insan, esfele safiliyn yapısı gereği hayata kalbinde maraz ile başlar. Kalb-i Selim’e ulaşmak için bu marazdan kurtulmak gerekiyor. Kalbteki bu maraz sebebiyle insan, Allah Yokmuş gibi veya sanki Allah Vahidül Ehadüs Samed Değilmiş gibi inanır ve buna göre yaşar. Bu marazdan kurtulmak yalnız ve yalnız Amentü Billahi ve Rasulihi ve Salih Amel ile mümkündür. Reçete ise, Kur’an ve Efendimiz (SAV)’in açıkladıklarıdır. Bu yazılarda, konuyu belki de ilk kez duyacağınız Sadr, Kalb, Fuad ve Lüb organizasyonu ve ilgili ayetler, hadisler çerçevesinde bir reçete şeklinde dikkatlerinize sunmaya çalışacağız. Allah bizleri kendisine kalb-i selim ile ulaşanlardan eyler İnşaAllah (Âmin). İnşirah Suresi ile başlayalım:
Euzü Billahi mineş şeytanir raciym, Bismillahir Rahmanir Rahiym. “1) Elem neşrah leke sadrak. 2) Ve vada’na anke vizrak. 3) Elleziy enkada zahrak. 4) Ve rafe’na leke zikrak. 5) Fe inne meal usri yüsra. 6) İnne meal usri yüsra. 7) Fe iza ferağte fensab. 8) Ve ila rabbike ferğab.” Mealen: “1) Senin için sadrını inşirah etmedik mi? 2) Böylece yükünü senden almadık mı? 3) Ki o senin zahrını çatırdatmıştı! 4) Ve senin için zikrini yükseltmedik mi? 5) Bundan ötürü o zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 6) Muhakkak ki, bu zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 7) Boş kaldınmı hemen başka işe koyul. 8) Ve Rabbine rağbet et.” Sadakallahul aziym. Sübhane rabbike rabbil ızzeti amma yasifun ve Selamün alel mürseliyn velhamdülillahi rabbil alemiyn. Âmin
Âlimlerin çoğunluğuna göre İnşirah Sûresi Mekke’de Duha Sûresi’nden sonra onikinci sırada nazil olmuştur ve sekiz ayettir.
Şimdi, ileride gelecek açıklamaları birbiriyle kolay ilişkilendirebilmek ve bizler için önemli olacak manaları hızlı ve anlaşılabilir çıkarabilmek için bazı tarifler yapacağız, lütfen bunları anlamaya, tarif edilen kelimeler size yeni gibi gelse de sabırla devam edip manalaı yakalamaya gayret ediniz.
“VahidülEhadüsSamed olan Allah, Nefs-i Vahide’den, yani Vahidiyet’in Ehad ve Samed olan Kendini Hissetmesi’nden dileğini suretlendirdikten sonra, onun kendisini bilmesi için ona nazar ederek “Kün” demiştir.”
Cümleyi daha iyi anlamak üzere kısım kısım ele alalım.
Vahidül Ehadüs Samed olan Allah: VahidülEhadüsSamed, Vahidiyet’in kavramamız gereken önemli bir özelliğidir. “Sen Tanrı mısın?” kitapçığımızda VahidülEhadüsSamed özelliği ve Nefs-i Vahide, ayetlerle detaylıca ele alınır, merak eden, ilgi duyan, talip olan okurlarımıza, internetten indirip okumalarını öneririm. Bu kapsamda, şimdi size yabancı gibi gelen kelimeler olursa onlara da tanrı ilminin ele alındığı o kitapçığımızdan bakın lütfen.
VahidülEhadüsSamed olan Allah Nefs-i Vahide’den: Nefs-i Vahide Vahidiyet’in kendini hissetmesi demektir. Kendini hisseden, Vahidiyet’te kendini hisseden: Nefs-i Vahide! Nefsin kendinizi hissetmenizle ilişkisini daha önceki yazılarımızda kurmuş ve nefsi özellikle “kendini hissetme duygusu” üzerinden tanımlamıştık. Şimdi de tanımlar yapılırken Kendini Hissetme Duygusu çok geçecek, bu yüzden hem o duyguyu hem nefsi kolay yakalayabilmek bağlamında Kendini Hissetme Duygusu’na şöyle bakabiliriz: Kendini Hissetme Duygusu’nun açılım ve ortaya çıkış hallerinden birisiyle yaklaştığımızda, biz bizde bulunan Kendini Hissetme Duygusu’na “can” da deriz. “Can” veya “bir şeyin canı, bir insanın canı” dediğimizde kastettiğimiz şey aslında ondaki “Kendini Hissetme Duygusu”nun bir halidir. Hatta siz “canım sıkılıyor” dediğinizde, bunu söylerken, ileride gündeme gelecek konulara uyan bir tanım yapmış da olursunuz; “canım sıkılıyor” demekle Kendini Hissetme Duygusu’yla ilgili çok önemli bir bilgiyi itiraf etmiş olursunuz aslında. Devam edelim.
Nefs-i Vahide’den yani Vahidiyet’in kendini hissetmesinden Allah dilediğini suretlendirdikten sonra, o surete “kendini bil” demiştir, o suretin kendisini bilmesini istemiştir: Ve böylece çokluk âlemi başlamıştır. O suretin kendisini bilmesi için, Allah bu dileği için o surete nazar ederek “Kün” demiştir. “Kün”den hemen sonra “fe yekûn” gerçekleşir, o dilenen hemen olur: OL der ve olur. Dolayısıyla Allah, ilmi surete (ilminde dilediği surete) “kendini bil”mesi için “Kün” deyince hemen ”feyekün” sonucu Allah’ın o kuldaki dileğinin şartları neyse, o şartların kaydı altında kul kendisindeki Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile kendisini bilmiş, hissetmiş ve bu halini de “BEN” diyerek kendi kaydı dışına takdim etmiştir. Cümledeki manayı hem tekrar edelim hem de şöyle toparlayalım: Allah’ın dileği suretlendikten sonra, Allah o surete “kendini bil” dediğinde o surette (o kulda) ne dilemişse, o suret (o kul) o dileğin şartları altında, kendisindeki “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu” ile kendisini bilmiş ve bu hali de “BEN” diyerek kendi dışına, kendi kaydı dışına takdim etmiştir.
Kul’un “BEN” derken kendisindeki kastının alanı o kulun SADR’ını oluşturur: Sadrı tarif ediyoruz; göğüs diye anlamlandırılan sadr aslında şudur: Kul “BEN” derken kendisinde bir şeyi kast ediyor ya, işte kendisindeki bu kastının alanı onun sadrıdır. “BEN” derken kast ettiği şeyin alanı o kulun sadrını oluşturuyor. Bir kul Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’yla “BEN” dediğinde, kayıt yüzünden kulda oluşan kastın alanı (onun kast ettiği şeyin alanı), o kaydın oluşturduğu alan, yani kişinin “BEN” derken takdim ettiği, kast ettiği şeyin alanı onun sadrını oluşturur. Kul bu kastettiği alanla ilgili hissiyat dalgalanmalarını sırtı ve göğsünde gözleyebildiği için bu alana sadır diyoruz. Yani kişi “BEN” derken kast ettiği alanda meydana gelen hissiyat dalgalanmalarını esas itibariyle göğsü ve sırtında gözleyebildiği, toplayabildiği ve bulabildiği için bu alanın genel ismi sadırdır.
Biz bir alandan bahsediyoruz ve bu alanın tümüne sadır denir diyoruz. Kişi “BEN” dediğinde o lanı kastediyor. Onun “BEN” derken kast ettiği alanı oluşturan onun kaydıdır. Kulun kaydını kapsayan bu alan onun sadrıdır. Bu geniş alana, alanın tümüne “sadır” veya “göğüs” isminin verilmesi, bu alana ait hissiyat dalgalanmalarını kulun göğsünde ve sırtında hissetmesi nedeniyledir. Kul, bu alanın tamamına ait hissi göğüs ve sırt bölgesinde yakaladığı, hissettiği için alanın tamamına sadr denilmiştir. Bu yüzdendir ki, ayetlerde geçen “sadır” bazen doğrudan göğüs kafesini, bazen de alanın tamamını ifade eder. Sadır o alanın tamamına seslenme, tüm alanı işaret etme sadedinde bir isimdir. O alanda meydana gelen hissiyat dalgalanmalarını, o alana ait duyguları hissettiğiniz yer göğsünüz ve sırtınız olduğu için, onlar göğüs ve sırt merkezli bir hissiyat olarak açığa çıktığı için, isim konulurken alanın tamamına “sadır” denilmiştir.
Ancak sadır genel çerçevenin adıdır ve içerisinde “KALB”i barındırır. Kalbi yani kalıbı barındırır. Sadır, kayıtlı kendini hissetme duygusunun, nefsin genel hissetme alanıdır, genel çerçevedir. Genel çerçeveyi oluşturan sadrın içinde kalp vardır. Kalp, işlevlerinden birisine atfen “FUAD” olarak da adlandırılsa da, aslında kalp “Fuad”ı barındırır. İşlevleri yüzünden “kalp” yerine “fuad” ismi de kullanılıyor veya “fuad” yerine “kalb” manası çıkarılıyor. Ama aslında “fuad” kalbin bir işlevidir. Bu öyle bir işlevdir ki kalbin tamamını kaplar. Kalbin tamamını kaplayan bir işlev olduğu için kalb de fuadı barındırır. Sıralarsak: Geniş alan, genel çerçeve sadır; sadırda kalp, kalpte fuad. Kalb ve Fuad’ı kavramak, manasını yakalamak için bir örnek verelim ama örnekler hiçbir zaman tam oturmaz. Kalp ve fuadı şu şekilde düşünebilirsiniz: İngilizce’de bir “house/ev”, bir de “home/yuva” vardır. Biz “ev”e bazen “yuva” deriz değil mi? Siz “ev” derken kalbi, “yuva” derken onun bir işlevini düşünürsünüz; yani kalpteki bir işlev yüzünden ona “yuva” deriniz. İşte “fuad” onun gibi bir şeydir.
Kalpte bir de LÜB var. Kalbin özünün/esasının öyle bir özü var ki onun adı Lüb’tür. Bu anlatılanları en dıştan başlayarak sıralayacak olursak: SADR ve içinde KALP; kalpte FUAD, fuadda da LÜB. Bu kavramlar aslında farklı şeyler değillerdir. Bunlar organize çalıştıkları için “sadır, kalp, fuad ve lüb” isimleriyle adlandırdığımız organize bir mekanizma söz konusu olur. Sadr, Kalb, Fuad ve Lüb bu mekanizmanın, bu organizasyonun fonksiyonel isimleridir. Bu paylaşımlarımızda bahsedilen bu tanımları tanıyarak adım adım ilerleyeceğiz, hem de o kavramları tanımlamaya ve bu tanımları genel çerçeveye yerleştirmeye çalışacağız inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER