Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 31 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 4 Mart 2019 Pazartesi 14:24:55
 

Kehf Sûresi 54: “Andolsun ki, biz şu Kur’an’da insanlar için her türlü misalden sayıp döktük. İnsan ise gerçekleri tartışmaya en düşkün olanıdır.”
İnsanın esfele safiliyn (Ben de Varım ve Muhtarım iddiasıyla yaşayan) yapısının bir özelliği vurgulandı: İnsan gerçekleri tartışmaya en düşkün olanıdır. Dikkat edin, “tartışmaya” demedi. “gerçekleri tartışmaya” dedi. Onun tartıştığı gerçek nedir? Allah’ın buyurduğu ayetler! Bahsedilen tartışma, tanrılık iddiasında olan esfele safiliyn yapının ikilemleridir. Bu yapı, ayetlerle bildirilen gerçeği saptırma, rayından çıkarma amacıyla mücadele eder. Ona karşı fikirler üretmeye, ona karşı tezler ortaya koymaya çalışır ve insanın dünyaya gelen formatı/yapısı da buna çok uygundur, insan buna çok düşkündür. Ayetten böyle öğreniyoruz.
Kalb-Fuad ilişkisini anlamamıza yol açacak bir ayetle devam ediyoruz. Ayet Hz. Musa (AS) ile annesinden bahsediyor. Kasas Sûresi 10: “Musa’nın anasının fuadı fariğ oldu (başka bir şey düşünemez oldu). Müminlerden olması için eğer kalbine rabıta koymasaydık az kalsın durumu açığa vuracaktı.”
Hazreti Musa aleyhisselamın Nil nehrine bırakılması annesine vahy edilince, bu olaydan sonra annenin aklı fikri yavrusuna sabitleniyor, saplantı haline geliyor, tüm duyup gördüklerini oğluyla ilişkilendiriyor. Fuad analiz ve sentez yaparken sonuç hep oğlu oluyor. Mekanizmaya dikkat edelim: Eğer bu iş normal işlese, yani Hazreti Musa aleyhisselamın annesinin fuadı oğluna saplantı haline geldiğinde, oradan hep oğluyla ilgili tereddüt, kaygı içeren sonuçlar çıkacak, kalbe bu bilgi gidecek ve beyne de bu doğrultuda emir ulaşacaktır. O zaman anne ne yapar? Ya bu olayı açığa çıkarıp kendini ele veri, ya gider çocuğun etrafında dolaşır, ya birisine söyler, böylece o çocukla ilişkisi anlaşılır. Çünkü Firavun ve ailesi, Musa (AS)’ı Nil Nehrinde buldukları zaman onun kendilerine tanrının hediyesi olduğu zannıyla aldılar “belki bizim için bir müjdedir, bir hediyedir, bunu büyütelim” deyip ona sahip çıktılar. Oysa kâhinler “bir erkek çocuk gelip bu hanedanı yıkacak” dedikleri için Firavun’un askerleri erkek çocukların yaşamasına izin vermiyordu. Hazreti Musa’nın annesi fuadın bu sonucunu kalbine ve beynine uygularsa kendini ve çocuğu ele verecek. Ayet diyor ki, “biz inananlar yolunda güvende kalması için onun kalbine rabıta koymasaydık (kalbini tefviz etmeseydik, fuadın gönderdiği bilgiye karşı kalbini sabit ve ona uymaz yapmasaydık) açığa verecekti.” Anlıyoruz ki fuaddan çıkan bilgi ve kalbte oluşan sonuç ayrı şeyler. Beyne kalbte oluşan sonuç gidiyor. Yani Musa (AS)’ın annesinin yani kalbindeki “dayan, çünkü illa Allah” bilgisi beyne gidiyor ve o müminlerden olarak dayanıyor. Ayet şöyle diyor: Kalbine rabıta konulması onun müminlerden olması için. Dikkat edin, onun o işe dayanması için değil. Aksi halde her dayanan mükâfat alır. Öyle değil. “İlla Allah” diyerek bir şeye sabretmek başka bir şey, “İlla Allah” demeden dayanmak başka bir şey! Ayet; “müminlerden olması için kalbine rabıta koyduk” diyor.  
Bu ayetin meallerinde de maalesef aynı hataları görüyoruz Fuadın geçtiği yerlere “kalb”, sadrın geçtiği yerlere bazen “kalb” bazen başka bir şey yazmışlar. Fuada da bazen “gönül” bazen başka bir şey yazmışlar. Bu ayette ne yapacaklar peki? Çünkü bu ayette hem fuad hem de kalb geçiyor: Fuadı fariğ oldu, kalbine rabıta koyduk. Fuada “kalb” yazsalar olmaz, olmamış da! O zaman “yürek” yazmışlar. Demişler ki, “Musa’nın anasının yüreği fariğ oldu.” Allah’ın orada işleyen mekanizmasının farkında olmadıkları için bu yanlışları yapıyorlar. Kalb de, Fuad da belli başlı bir sürecin, işlevin, fonksiyonun ismi, çalışan bir sistemin elemanları. Bunu anlatan ayetlerden birisi de Kasas Sûresi 10. ayettir. Bu ayette Allah, Musa’nın annesinin “kalbine rabıta konulduğu” yani kalbin sabitlendiği bildirmişti. Dilerse “fuadı da” sabitliyor. Fuad sabitlenirse bir sonuca ulaşmak için analize ihtiyaç duymaz. Nasıl mı?
Hud Sûresi 120: “Rasullerin haberlerinden senin fuadını sabitleyecek olan her birini sana kıssa ediyoruz. Bu sûreyle de sana Hakk tesbit olarak, müminlere ise bir ibret içeren, öğüt ve hatırlatma gelmiştir.”
Çeşitli nebi ve rasullere ait kıssalar hususunda ayet buyuruyor: O kıssaların öyle özellikleri var ki sana onları vahy ettiğimizde, sen onları aldığında senin fuadın sabitlenir, fuadını sabitlemek için onları sana kıssa ediyoruz. Böylece senin fuadın analiz yapmadan sonuç çıkarır, hep böyle çalışır. Dolayısıyla, “bu Hud Sûresi’yle sana bir Hakk tesbit olarak bir hatırlatma, ama müminlere de fuadları bu okudukları ve bu dinledikleriyle analiz yapsın diye öğüt ve hatırlatma gelmiştir”.
Bu ayetle de fuadın bir başka yanını, bir başka özelliğini gördük.
Furkan Sûresi 32: “Kâfir olanlar dediler ki: Ona Kur’an cümle-i vahide olarak (topluca, birden) tenzil edilmeli (indirilmeli) değil miydi? Oysa böylece senin fuadını sabitlemek için onu tertil üzere bölüm bölüm okuduk.”
Furkan-32, Efendimiz (SAV)’in fuadının sabitlenmesi için Kur’an’ın bölüm bölüm geldiğini anlattı. Ters olanlar gerçekleri tartışmayı sevdikleri için, gelen ayeti ve olayı kendilerince düşürmek için zıt fikirler ileri sürerler. Kâfir olanlar dediler ki: Ona Kur’an birden gelmemeli miydi, niye böyle parça parça geliyor? Oysa Kur’an, Efendimiz (SAV)in fuadını sabitlemek için bölüm bölüm indiriliyor ama onların farkında olacakları bir iş değil.
Necm Sûresi 11: “Ru’yet ettiği (gözleriyle gördüğü) şeyi Fuad yalanlamadı.”
Ayet fuadın Efendimiz (SAV) özelindeki bir yanını öğretiyor. Bu ayette bir olay anlatılıyor: Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, vahyi getiren Cebrail (AS)’ı birkaç kez aslî suretiyle görmüştür, öğrendiğimiz bilgilere göre. Bu görüşmelerden birisi de Sidret’ül Münteha’da olmuştur. Orası yaratıklar âleminin “son noktası” olarak tarif edilir, bu yüzden son ağaç (sidret’ül münteha) benzetmesi yapılmıştır. Ayet bize diyor ki: (Rasulullah SAV) onu asli suretinde gördüğünde gözünün gördüğünü fuad yalanlamadı.
Dikkat ederseniz fuadın buradaki çalışma yöntemi normal hayata ters. Normalde; önce göz görecek yani sem’ ve basar çalışacak sonra fuad Kalbi Görüş’le onu bilecekti. Halbuki burada doğrudan kafa gözü görüyor ama Fuadla. Bunun için öyle bir fuad lazım ki, kendi yapacağı işten önce gördüğünü yalanlamasın. Efendimiz (SAV)in fuadının özelliklerinden biri de bu: Ru’yet etiğini (gözüyle gördüğünü) fuadı yalanlamadı.
Buna mukabil inkâr edenlerin dünya ve ahiretteki fuadlarının durumu nedir?
Ahkaf Sûresi 26t: “Andolsun ki, sizi imkanlandırmadığımız şeylerle onları temkin ettik ve onlara sem’, absar ve fuadlar oluşturduk. Fakat onların ne sem’leri, ne basarları ve ne de fuadları onlardan bir şey savdı. Çünkü bile bile Allah ayetlerini inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey onları çepeçevre kuşattı.”
Ayette Hud kavmi ve Mekkeliler kıyaslanıyor. Mekkelilere, Hud kavminin imkânları sizden çok fazlaydı, onlara çok şey verdi, onlar sizden çok güçlülerdi, imkânları çok fazlaydı ve onların da sem’ absar ve fuadları vardı şükretsinler diye, ama bu iş için kullanamadılar deniyor. Onların sem’leri, basarları ve fuadları onların karşılaşacakları şeyi onlardan savamadı. Çünkü bile bile Allah ayetlerini inkâr ediyorlardı. Bu ayete göre Hud kavminin özelliği şudur: İnanıyor, inanmaya müsait ama inkâr ediyor. Bunun skalasını oluşturmuştuk, bile bile inkârın iki ucunu söylemiştik. Bu iki uç korkmamız için çok önemli. Ayeti duyduğu halde umursamamak çok korkunç. “Öyle ama ne yapalım” demek, “günah ama ne yapalım” demek de bile bile inkâr sınıfına giriyor. Allah’tan merhamet ve yardım dileyelim inşaAllah. O skalaya düşmemek için çok dikkat etmek, çok dua etmek gerekiyor.
En’am Sûresi 110: “Biz onların fuadlarını ve gözlerini kalbederiz. İlk keresinde ona iman etmedikleri gibi onları kendi tuğyanları içerisinde kör ve şaşkın terk ederiz.”
İnkârcılar için diyor ki; nihayet onlar inkârda öyle geri dönülmez bir noktaya gelirler ki, onların fuadlarını ve gözlerini kalbeder (çevirir)iz, artık tersine sabitlenirler yani. Önceki sabitlemeler Hakk yolundaydı. Şimdi ise tersine. Sabitlenirler de artık oradan devamlı onların tuğyanlarıyla ilgili sonuç çıkar. Ve bu durumda kör ve şaşkın bocalar halde onları terk ederiz.
“Kör ve şaşkın bocalıyorlar” ifadesine yanlış bakılırsa manayı yanlış anlarız. Onlar bu halde olmalarına rağmen kendilerine “biz kör ve şaşkın bocalıyoruz” demezler, öyle olduklarını düşünmezler. “Kör ve şaşkın bocalıyorlar” diyen, onların o halini görendir. Çünkü fuadları ve gözleri kalb edilmiş olup da kendi ürettikleri batıl fikirler içerisinde kör ve şaşkın bocalayanlara amelleri süslenmiştir. Onlar kendilerini çok doğru yolda zannederler, “kör ve şaşkın bocaladıkları” akıllarına bile gelmez, gerçek nefs-i levvame halini yaşayacak bir imanları olmadığı için kendilerini bu konuda sorgulamak akıllarına gelmez. Bunu ancak gören söyler: Kör ve şaşkın bocalıyorlar!  Hakk yolda olan onlara bakınca der ki; bunlar kör ve şaşkın bocalıyorlar. Ayetteki ifade görenin değerlendirmesidir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER