Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 36 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 8 Mart 2019 Cuma 13:51:39
 

Önceki paylaşımda “kendini hissetmen” ve “kendini ne hissettiğin”in ayrımını yapmıştık. Kişideki “kendini ne hissettiği” hal o kadar baskın ve kuvvetlidir ki, bu yüzden asıl gerçek olan “kendini hissetme”yi de o sanar. Bu cümlenin altını önemle çizmiştik: “Kendini ne hissettiğin” hal dünyanın vehimsel şartları gereği o kadar kuvvetli ve baskındır ki; bu “kendini ne hissettiğin” duygusu içinde sen “kendini hissetmeni” de kendini ne hissettiğin sanarsın. “Kendini ne hissettiğini” tarif edersin ama onu “kendini hissetmen” sanarak tarif edersin. “Kendini hissediyor musun?” sorusuna “evet, kendimi hissediyorum, kendimi biliyorum” diye verdiğin cevap, aslında “kendini ne hissettiğin”dir. Tamam, oradan başlayacaksın ama, senin “kendini ne hissettiğin” sendeki “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu”dur. Bu, “Hissetme”yi tefekkür ederken önemlidir. Kişi bu tefekküründe kayıtlı kendini hissetmesine, kaydına “Allah” derse yanlış olur. Çünkü o bir kayıt ve sen o kayda Allah diyorsan (Ben O’yum diyorsan) olmaz! Demek ki sen kendini öyle zannediyorsun. Birinin kendisini Napolyon zannetmesi gibi. Onun kendisine Napolyon demesiyle o Napolyon olmuyor. Senin kendini ne hissettiğin bir kayıttır, sen tefekkür ederken bu kaydın altını yanlış zannlarla doldurursan olmaz; o iş zihinsel tuzaklarla doludur ve iş çok ciddidir. Bakın kendisini Napolyon sanana biz gülüp geçiyoruz ama o kendine gülmüyor, kendisini Napolyon sanıyor, o sanışla da yaşıyor. Dikkat edin, kendini Allah veya başka bir şey sanan da kendisine gülmüyor, o öyle sanıyor. Çünkü bir boşluğu öyle doldurdu. Ama onun doldurduğu kendini hissetme bir kayıttır, kendini ne hissettiğinin kaydıdır, bir zanndır. Senin kendini ne hissettiğin kayıttır.
Senin kendini ne hissettiğin hal neden kadar kuvvetli? Dünyadaki vehimsel şart bunu gerektirdiği için. Aksi halde vehim sistemi yani hologram yürümez. Bu mekanizmanın yürümesi bu hissin baskın ve kuvvetli olmasıyla çok ilişkilidir. Peki, biz ne yapmalıyız? Bir örnekle anlatmaya çalışayım. Aya giden bir füzeyi düşünün. Yoluna devam etmesi ve hedefine ulaşması için dünya atmosferinden çıkabilecek bir hıza ulaşmalı, yerçekimini yenmelidir, değil mi? Yerçekimini yenemezse atmosferde kalır. Onun gibi, sen de vehimsel şartları yenmelisin. Yenemezsen vehimsel şartların içinde kalırsın ve o şartlarda düşünürsün. Öyle bir hal olacak ki yerçekimini aşan füze gibi, vehimsel şartları geçeceksin, aşacaksın. Hem vehimsel şartların içinde olup hem de onu geçemezsin, çünkü o şartların içerisinde onun hükmü sürer. O şartlardan kurtulmanın yolu nedir? O şartları aşmanın yolu Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’ndan kaydı kaldırmaktır. Ancak böyle. Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’ndan kaydını kaldırdığında “kendini hissetmen”i fark edersin. Kayıt tam kalktığında o artık “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu” değil, “Kendini Hissetmen”dir.
Şems 9: “Onu (nefsi) tezkiye eden gerçekten kurtulmuştur.” Nefsi kirinden/kaydından arındıran (tezkiye eden) gerçekten kurtulmuştur. Bunu geldiğimiz idrak cümleleriyle söylersek; Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun kaydını temizleyen gerçekten kurtulmuştur.
Şems 10: “Onu (nefsi) gömüp gizleyen ise gerçekten kaybetmiştir.” Özellikle haddi aşan, asi yapı ile “BEN” diyerek o kayıtla nefsi örten, gizleyen gerçekten kaybetmiştir. Şimdi ulaştığımız idrakla bu ayetleri birleştirdiğinizde fark edilen mana, yakalanan nokta ne kadar güzel, değil mi?
“A” ve “B” formlarını anlamak üzere size ilginç bir örnek vereyim. Bu örneği akıllarda kalması için vereceğim. Örnek çok basit! Çünkü bir şey ne kadar basitleştirilerek gösterilebilirse o örnekle o kadar büyük şeyler anlatılabilir. Yani bir şeyi ne kadar basitleştirerek gösterebiliyorsan, o basitlik içerisinde çok büyük manaları anlatabilirsin. Gösterim veya örnek karmaşıksa, kişinin beyni o karmaşıklık içerisinde anlatılanın ancak çok azını anlar, çünkü beynin oradan çıkması zor olur. Bu yüzden örneğimiz bir çorap. Bu örnek, anlatmak istediğimiz mananın zihinlerde kalması için önemli, aynı zamanda beyninizi seyahat ettirecek de bir vesile.
Bir çorabın düzgün halini ahseni takviyme misal olarak düşünün. Ahseni takviym hal dünyaya gelmekle ters çevrildi; çorabı ters çevirdik, dışını içeri aldık, içini dışarı çıkardık ve o esfele safiliyn oldu. Hala aynı çorap, aynı dokuma. Herşey aynı ama çirkin yüzünü çevirince esfele safiliyn oldu. Ahseni takviym denilen düz hali onun dünyaya gelen hali değil, dünyaya gelen hal o değil. O düz hal, Tiyn Sûresi’ndeki “yemin olsun ki insan en güzel surette yaratılmıştır” denilen ahseni takviym haldir. Sonra o “esfele safiliyn’e itilmiş/reddedilmiştir.” Çorabı ters çevirmekle aynısı oldu, esfele safiliyn oluştu, dünyaya o ters yapı geldi. Dünyaya böyle geliyoruz, dünyanın şartı bu, diğer türlü gelemeyiz. Dünya için şart bu, dünyanın şartı bu; esfele safiliyn halle gelmek. Dünyaya bu halden kurtulması için böyle gelen insan sonra ne yapıyor? Kendini bulduğu bu hale “BEN” diyor, sen bu pozisyonuna “BEN” diyorsun. Kendini bunun içinde bulduğun için kendini böyle hissediyorsun; kaydın bu ve sen buna “BEN” diyorsun. Bu esfele safiliyn hale yani çorabın ters çevrilmiş haline sahip çıkıyorsun, ben buyum diyorsun. Eğer bir kişi bu paylaşımlarımızda açıkladığımız manada nefs-i levvameye girmezse, ısrarla ve inatla ters pozisyonda yaşamayı sürdürürkenki haliyle de “amel” dediği işlerle meşgul olursa ne olur biliyor musunuz? Çorabın tersi olan bu esfele safiliyn hali âlim yapar, dindar yapar, bunu Hac’ca Umre’ye götürür. Ona çeşitli isimler/rütbeler verir; onu şeyh yapar, mehdi yapar, peygamber yapar… Ne yaparsan yapsın değişmez, hala çorap ters çünkü. Kaydın üstündeki etiket değişir, çorabın tersi değişmez. Çorap terstir.
Çorabın tersiyle anlatmaya çalıştığımız bu hal Kur’an’da “asi” olarak anlatılmıştır. Asidir, düze isyan etmiştir, ters davranmıştır, haddi aşmıştır. Çorabın düzelmiş haline Kur’an “Hanif” der. Hanif ahsene takviym haldir, diğeri yani esfele safiliyn hal hanif olamaz. Ona siz “Hanif” etiketi yapıştırabilirsiniz ama etiket var diye o hanif olmaz. Oysa gerçek Hanif’e etiket gerekmez. Düze çevirdiğiniz bu dünyada etiket yoktur zaten, “hal” var, o yüzden o hayatta etiket gerekmez.
Bu asi hali tanımak ve ondan kurtulmak niyetiyle onun bazı özelliklerini görelim. “Esfele safiliyn, asi, haddi aşmış” dediğimiz bu yapının ismi Kur’an’da çirkin olarak geçer, çirkin budur, buna çirkin denir. O size şeklen çok güzel gelebilir, onun şekline, fiziksel yapısına hayran olabilirsiniz ama onlar sizin zulmetteki vehimsel davranışlarınız. Kur’an’a göre bu hal çirkindir. Görüntüsü çirkin olan bu halin yaşantısı ise Kur’an’a göre necistir, pistir, Kur’an buna necis demiştir. Bu yapının pozisyonunun adı da soldur. Kur’an’da geçen sol ve sağı böyle anlamalıyız. Onların normal hayatımızdaki sol ve sağla, yani dünyanın kullandığı sol ve sağla, o siyasi bakışlarla hiç ilişkisi yoktur. Ters çevrilmiş bu halin, esfele safiliynin pozisyonunun adıdır sol. Sol onun yönüdür, yönünün adıdır. Görüntüsü çirkin, hayatı necis/pis, yönü sol olan bu yapının kalıbında buna yapışmış çok önemli bir özelliği vardır; ğıll. Bu esfele safiliyn yapıda ğıll vardır, bu yüzden Kur’an ona “şerrul beriyyeh” der, çünkü bu Kur’an’a göre yaratılmışların en şerlisidir. Ama sen onun peşindesin? Sen hep çorabın ters yüzüne “BEN” diyorsun, yatırımı hep ona yapıyorsun, onu süslüyor, onu gezdiriyor, onu önemsiyorsun… Oysa Kur’an ona pis dedi, çirkin dedi. Eğer kişi bir de böyle ölürse, onun ismi ashabı nar’dır, Kur’an ona “ashab-ı nar (ateş ehli)” ve “ashab-ı şimal (solcu)” diye isim verir. Bu haliyle aslında o kişi Yasin Sûresi 77. ayette tarif edilenin yaşayanıdır.
Yasin 77: “İnsan görmedi mi ki biz onu bir nutfeden yarattık. Böyle iken bir de bakarsın o apaçık bir hasımdır.”
Kişi dindar ve İslam’ı fark etmiş olsa da böyledir. Diğeri zaten Allah’a hasımdır; bu hasımlığı daha fazla, daha farklı yapar. İtiraz eder, isyan eder, reddeder; “Demişse demiş, ne olacak, biz böyle yaşıyoruz” der, Allah’a hep hasımdır. Ters yapıyı (esfele safiliyni) değiştirmeden Allah’a hasımlıktan kurtulunmaz. Onun hali budur. Muhafaza buyur Allah’ım. Bir de zıddı olan ahsene takviym yapıdan bahsedelim. Eğer kişi yaşarken çorabı düzeltmişse, çorabın düzü haline gelebilirse, o zaman da “BEN” der, “BEN” demeye devam eder. Ama bu sefer ahsene takviym yapıya “BEN” der ve bu “BEN”in adı “B” Takdim Formu “BEN”dir. Asi olan diğer “BEN” deyişe “A” Takdim Formu “BEN” demiştik. Yunus Emre’nin “Bir BEN vardır BENde BENden içeru” deyişini hatırladınız mı? İşte kişi o “içeru BEN”i yani ters çevrildiği için içeride kalmış ama asıl olan “BEN”i dışarıya getirip düzeltebilirse ona hicret denir. Bu çorabın hicret etmiş halidir, çorabın tersi düze hicret etmiştir. Gerçek hicret budur: Asıl hicret “A” takdimiyle “BEN” hissedişten “B” takdimiyle “BEN” idrakına gelmektir. Hicretle ulaşılan bu “BEN” ahsene takviym yapıdır ve Kur’an-ı Kerim buna “güzel” demiştir, Kur’an’ın güzel dediği budur. Bunun yaşantısına da Kur’an  tahir/temiz demiştir. Ayetteki “Tahir olmadan dokunmayın” denilen hal bu haldir. Bu halin pozisyonu ise sağ olarak tarif edilmiştir. Sağ ve sağcı bu idrakın adıdır.
Özetlersek: Çorabın tersi olarak yaptığın her şey, bu halinle “BEN” derkenki her şeyin Kur’an’a göre soldur. O kişi solcudur, ayette ashabı meş’emeh diye geçer. Çorabın düz haliyle anlatmaya çalıştığımız “BEN” sağdır, o kişi sağcıdır, onlar sağcı (ashabı meymeneh) olarak tanımlanır. Eğer çorabın dokuması hiç kalmazsa, yani kişi vehim yönetiminden tamamen çıkarsa o Es-sabikûndur, diğer ifadeyle Mukarrebûndur. Meymeneh (sağcılar) ve Sabikun (öncüler) denilen grupların kalıbı Ğıll’den temizlenmiştir. Gıll Allah’a, Allah’ı hatırlatanlara ve Allah’ın sistemine duyulan nefretin adıdır. İşte onlarda bu ğıll yoktur. Bu yüzden de Kur’an onlara hayrul beriyyeh der, Kur’an’a göre yaratılmışların en hayırlısı bu haldir. Bir de bu halle ölürlerse onun adı ashab’ul cennet’tir. Ashabı meş’emeh (solcu) ashab-ı nardır. Ashabı nar denilen solcuların Kur’an’daki diğer ismi ashabı şimaldir. Ashab’ul cennet’in diğer adı ise ashab-ı yemindir; sağcı bunlardır.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER