Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

İNŞİRAH YAZILARI – 39 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 12 Mart 2019 Salı 13:36:16
 

Kendilerine ilim verilenler kimlerdir? “Kendisine ilim verilen” sınıfında olmanın çok önemli olduğunu görmüştük; şimdi yeri geldi, “kendisine ilim verilenler” kavramına bir dikkat çekelim.
Ayetlerde çok geçen “İlim verilenler” kimlerdir? Kendisine ilim verilen olmak, Billahi anlamında imanını (müstakilen var ve muhtar olan ancak Allah’tır) açıklamış olmaktan başlar. Tüm paylaşımlarımızın hedefi ve ana konusu olan “Billahi anlamında iman”ını açıklamış birisi kendisine ilim verilenler sınıfına girer. Çünkü ona o ilim verilmemiş olsa o imanı açıklayamaz. Kişi zaten, o ilmi ve o ilme uygun ameli ilerlettiği kadar o yolda mesafe alabilir. Ama o yolda oldukça sınıfı kendilerine ilim verilenlerdir. Ayet diyor ki; hevasına tabi olanlar (yani inanmayanlar) o meclisten çıktıkları zaman, Billahi anlamında iman etmiş olanlara (Amentü Billahi demiş olanlara) “az önce ne söyledi ki” derler. Onların kalplerini Allah tab’ etmiştir. Onlar hevalarına tabi olan kimselerdir. “Tab’ etme” Nisa-155, Araf-100, 101, Tevbe-87, 93, Yunus-74, Nahl-108, Rum-59, Mü’min-35, Münafikun-3. ayetlerde de geçmektedir.
Kalbin bir diğer hali: Kalplerde kilit olabilir.
Muhammed Suresi 24: “Kur’an’ı tedebbür etmiyorlar mı (derinlemesine düşünmüyorlar mı)? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?”
“Ala kulubin akfalüha: Anlamalarını, bu işi yapmalarını engelleyecek kilit” mi var kalplerinde? Demek ki kalplerde böyle bir kilit olması mümkün ki, ayetlerde bu haber veriliyor.
Allah kalplere perde de koyabilir.
En’am Sûresi 25: “Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat biz onu anlamalarına engel olarak kalplerinin üzerine perdeler, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. Her ayeti görseler yine onlara iman etmezler. Hatta sana geldiklerinde seninle tartışırlar da kâfir olanlar şöyle derler; bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değil.”
Perde ayette “ekinne” olarak geçer. Kalplerde ekinne (perdeler) olması İsra-46 ve Kehf-57. ayette de vardır. “Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten.” Kalpteki perdeler “ekinne” ile bildirilir.
Haşr Sûresi 14. ayet kalbin bir başka özelliğini öğretiyor. Günlük yaşantıda dikkatimizi çekecek çok önemli bir özellik. İyi dikkat edilirse bunu birçok alanda görebiliriz: Billahi anlamında imanı olmayan kalpler cemaat olamaz. Kalplerin eğer Billahi anlamında Billahi gerçeğine dayalı bir imanı yoksa onlar cemaat olamaz. Bu özellik ayette “kulûbühüm şetta” diye geçmektedir.
Haşr-14: “Onlar size toplu halde ancak tahkim edilmiş karyelerde yahut duvarların arkasından savaşırlar. Onların kendi aralarındaki be’sleri şiddetlidir. Kalpleri ayrı ayrı olduğu halde toplu sanırsın. Bu onların akletmeyen bir kavim olmalarındandır.”
Onlar seninle savaşırlar, mücadele ederler. Onların bulunduğu şehirler çok iyi kalelerle veya donanımlarla çevrili olsa bile, yani seninle yüksek ve güçlü duvarlar arkasından savaşıyor olsalar bile onların be’sleri şiddetlidir. Sen onları toplu görürsün ama onların aralarındaki tanrısal çıkar kavgaları ve çekişmeleri çok kuvvetlidir. Bu yüzden, toplu görsen de aslında onlar kendi aralarında kavgadadır, onlar cemaat (bir bütün) olamazlar.
Diğer bir özellik: Kalp paslanır. Allah yokmuş gibi olan davranışlar kalbi paslandırır.
Mutaffifîn Sûresi 14: “Hayır. Bilakis kazanmakta oldukları, onların kalplerinin üzerini bir pas gibi örtmüştür.”
Bu ayet günlük yaşantımız için de bize bir uyarıdır. Ayette “râne alâ kulubihim” geçer. “Rane” kalbi paslandıran, kalbde pas yapan, üstünü kılıf gibi örten şeydir. Ayet onu nasıl tarif ediyor? Kazandıkları, yani yaşarken Allah yokmuş gibi yaptığı davranışlar kalpte pas üretiyor.
Efendimiz (SAV) buyuruyor ki: “Günah ilk defa yapıldığında kalpte bir siyah nokta (kara bir leke) olur. Eğer günah sahibi pişman olur, tövbe ve istiğfar ederse kalp yine parlar. Tövbe etmez de günah tekrarlanırsa o leke artar. Arta arta bir dereceye gelir ki bir kılıf gibi bütün kalbi kaplar. Mutaffifîn Sûresi’ndeki “râne” budur.”
Efendimiz (SAV) bir başka hadisinde buyurur: “Şeytan ağzını Âdemoğlunun kalbine koymuştur. O Allah’ı zikrettikçe şeytan çekilir. Gaflete düşüp zikri bırakırsa kalbini yutar.”
Allah’ı zikirden, zikrullahdan gaflete düşmek Allah yokmuş gibi yaşamaktır, özellikle budur. Allah yokmuş gibi yaşamak, Allah’ı zikirden, Allah’ı hatırlamaktan uzak kalmaktır. Allah yokmuş gibi yaşamak Allah zikrinden gaflete düşmektir. Sanki Allah Vahidül Ehadüs Samed değilmiş gibi inanıp yaşamak ise gafletin yükseğidir. Çeşitli şeyler söylense de bu durum gaflet kapsamına girer. Dolayısıyla Allah’ı anmak, Allah yokmuş gibi davranışlardan kaçınmaktır, özellikle budur.
 Birde Kalb-i Selîm vardır. Şura Sûresi’nin aşağıdaki ayetleri bize Kalb-i Selîm i öğretiyor: Dünyada Allah’a kalb-i selîmle yönelmek, ahirette, ba’s sürecinde Kalb-i Selîm olmak; ba’s olurken Kalb-i Selîm ile gidebilmek. Dünyada Kalb-i Selîm ile yönelmek, Ba’s Günü’ne selîm kalp ile gitmek bizlere nasib olur inşaAllah.
Şura Sûresi 88, 89: “O süreçte zenginlik de fayda vermez, oğullar da. Sadece Allah’a Kalb-i Selîm ile gelmiş kimse müstesna.”
Kur’an kalb-i selîm dediğinde ne anlamalıyız, onu birkaç cümleyle ele alalım. Allah’a karşı asi olan, haddi aşan, Ben de Varım ve Muhtarım iddiasında ve yaşantısında olanın kalbi Kur’an’da hasta (marazlı) olarak tarif edilir. Ayetlerde bu “fiy kulubihim maradun” diye geçer. Bu tabirin geçtiği sure ve ayet numaralarından marazlı kalbe bakabilirsiniz: 2/10, 5/52, 8/49, 9/125, 22/53, 24/50, 33/12, 33/32, 34/23, 47/20, 47/29, 74/31. Bu ayetler Şura Sûresi 89. ayette geçen “selîm kalb”in zıddını, hastalıklı kalbi anlatır. Kalb-i selim hastalıklı kalbin karşıtıdır, sağlıklı kalbdir; marazı olmayan kalbdir, Kur’an ona Kalb-i Selîm der. Hastalıklı olmayan kalp kalb-i selimdir. Selîm oluş sağlam kalbin özelliğidir, kalbin şirkten temizlenmiş olmasıdır, şirkten temizlenmiş kalbtir.
Saffat Sûresi 84, Hazreti İbrahim aleyhisselam’dan “Rabbine Kalb-i Selîm ile yönelmişti” diye bahseder. Şura-89, ba’s sürecinde Kalb-i Selîm ile gelenin kazanacağını, Saffat-84 ise, dünyada da Kalb-i Selîm ile yönelebilmenin mümkün olduğunu ve aslında böyle olması gerektiğini öğretiyor.
Bir de kalbin münîb olması vardır. Kalbin münîb olması, dünyaya gelen bu “Tanrılık İddiası Formatı”ndan vazgeçip, onu terk edip Allah’a dönen kalp olmasıdır. Allah’a dönen, o formata kapılmayan, o formatın ona cazip gelmediği kalb; kalp duniHi algıyı fark edince Allah’a dönüyor.
“Kalb-i münib” tabiri Kaf Sûresi 33. ayette tanımlanır: “Gaybı olarak Rahman’dan haşyet eden ve Allah’a dönen; kalb-i münib ile gelen kimse için…”
Kaf Sûresi, buraya kadar muttakilerden bahseder; “muttakilere cennet yaklaştırılmıştır, zaten uzak değildi” der, muttakilerin bir özelliğini de söyler: Onlar gaybları olarak Rahman’dan haşyet etmişlerdir ve onlar kalbi münib sahibidir. Yani onlar dünyada tanrılık iddiası olan yaşantıdan (yaşantılarından) yüz çevirdiler, Allah’a döndüler, kalplerini Allah’a döndürdüler.
Bu bakımdan uyarıcı bir hadiste kalb-i münib nasıl tanımlanıyor: “Sahip olduklarının en faziletlisi Allah’ı zikreden dil, şükreden kalb, imanında yardımcı olan eştir.” Efendimiz (SAV) bizim için dünyada en faziletli olan üç şeyi sayıyor: Allah’ı zikreden dil, şükreden kalb, imanında yardımcı olan eş. Şükreden kalp Kalb-i Selîm’dir, Kalb-i Münib’dir; hasta değildir, hastalıkları görüp hastalıktan kurtulmak üzere Allah’a dönmüştür. Fark etmemiz gereken çok önemli bir şey de şudur: Bir kulun dünya hayatı sürecindeki Billahi anlamındaki imanının, yani onun hastalıksız kalbinin (kalb-i selîminin) onun sonsuz hayatındaki önemi ve tesiri kavranamayacak kadar büyüktür. Dünya yaşantısında bir kulun Amentü Billahi anlamında iman etmesi, bunu açıklaması ve ona uygun ameller koymaya çalışması kavrayamayacağımız kadar önemlidir. O kulun duası da çok önemlidir, bir hazinedir o. Dünyadan ayrılmış olanlar (Rasul ve Nebiler dâhil) bu dünyada yaşayan imanlı kalbden dua ister. Çünkü şans ondadır, o şans ancak dünyadayken vardır. Dünya süreci iman gerektiriyor, ahirete iman gerektiren bir durum var. Çünkü ölümle başlayan ölüm sonrası hiç somut değildir. Bilen de onu size somut anlatmaz. Neden? Anlatırsa imanın bozulur. Eğer Bilen sana kabir hayatını, cenneti cehennemi gösterse, neye iman edeceksin ki? O zaman imanın önemi kalmaz. Bu dünyada önemli olan imandır, seni değerli yapan imanındır, seni müthiş yapan imanın. İşte bu yüzden imanlı kişinin duasına herkes ihtiyaç duyar. Bu yüzden tüm nebi ve rasullere salâvat okursun. Efendimiz (SAV) buyurur: “Sen oraya gittiğin zaman da hepsi sana yardımcı olur.” Çünkü sen imanlı ağzınla onlara dua ediyordun, sende o şans varken nebi ve rasullerin hepsine dua okudun, şimdi de sen zor bir yerdesin, artık hepsi sana yardımcı olur. Çünkü hazine sendeyken onlar için kullandın. Bu şansı kaçırmamak lazım, ahirete intikal etmiş kişiler için bu şansı kaçırmamak lazım. Bu yüzden hayrlı evlat, hazine elindeyken annesine babasına ve bütün müminlere o imanlı ağızla dua edendir. Hatta ölmüş olmaları gerekmez, insanların yaşarken de birbirine duaları önemlidir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti