Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 40 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 14 Mart 2019 Perşembe 13:40:38
 

Günahsız ağızla yapılan duanın önemini hadisle gördük. Birisine dua etmek için onun illa ölmüş olması gerekmediğini, yaşarken de birbirimize duanın çok önemli olduğunu paylaştık. Bir kaç cümle daha ekleyelim.
Furkan Sûresi 77: “De ki, eğer duanız olmasa Rabbim size önem vermez.”
Anlıyoruz ki; kulu önemli yapan şey dua. Bu dua için önemli bir şey de, duayı yükselten önemli unsurlardan birisi de günahsız ağız, günahsız ağızla yapılan dua çok makbul. Peki, günahsız ağızla dua nasıl olur? Dünyaya “Asi” takdim formuyla/formatıyla gel, sonra da günahsız ağızla dua yap, olacak iş mi? Evet. Çünkü ağızlarımız birbirimiz için günahsızdır ve bu çok önemli bir şanstır. Benim ağzım yani idrakım senin şirkini yüklenmez, benim ağzım ve idrakım senin şirkin için günahsız olduğundan benim duam senin için, senin duan benim için çok önemli.
Bu kapsamda en önemli dualardan birisi birbirimize Allah’ın Selâmı’nı istemektir, biz bu yüzden selamlaşırız. Haber vermek, iletişim kurmak için değil, biz selamlaşırken dualaşıyoruz. Selâm esmasının müslüman kardeşine ulaşması için dua ediyorsun, diyorsun ki: Esselamü aleyküm; Allah’ın Selâm esması seni kaplasın kardeşim. O da: Ve aleyküm selam; seni de kaplasın kardeşim diyor, böylece günahsız ağızlarla dualaşıyoruz. Ne kadar güzel değil mi? İkisi de birbiri için günahsız ağız, o günahsız ağızlarla selamlaştılar. Lütfen bir düşünün, Allah’ın Selâm esması sana ulaştı mı ne olursun? Onu nasıl anlatabiliriz ki…
Kalbi ve kalble ilgili özellikleri tanımaya devam ediyoruz: Bir başka nokta şudur, Allah kalbdekileri bilendir.
Nisa Sûresi 63: “İşte onlar Allah’ın kalplerindekini bildiği kişilerdir.”
Ahzab Sûresi 51: “Allah kalplerinizde olanı bilir. Allah Aliymen Haliym’dir.”
Bu iki ayet açıklıyor; kalbdekileri Allah bilir (ya’lemü ma fiy kulûbiküm). Gayet doğaldır, Sahibi çünkü.
Bir de Allah’ın kalbine iman yazdıkları (kalbine iman yazılanlar) vardır. Mücadele Sûresi 22. ayet diyor ki; “Allah onların kalbine iman yazmıştır.” Âmin. Ne güzel değil mi?
Bazı ayetler bizim için testtir, yaşarken kendimize test yapabileceğimiz ipuçlarını verir. Mücadele Sûresi 22. ayet de öyledir. “Amentü Billahi dedim, Billahi anlamında imanlıyım, bunu deklare ettim” dediniz. Sonra da merak ettiniz, ben bu imana uygun amel ediyor muyum, o sınıfta mıyım? İşte bunu anlayabilmemiz için ayetlerde ipuçları vardır. Bazı ayetler; “Billahi anlamında iman edenler şöyle yapar, şöyle yapmaz” der. Siz oralara bakıp rahatlıkla görebilirsiniz; ben iman ettim diyorum ama bu ayette söylenen gibi miyim, değil miyim? Eğer “değilim” diyorsak ayet bizim için bir ipucu, bir kurtuluş fırsatı olur. Ona göre dikkat edelim. O ipuçlarından birisi de Mücadele-22’dir. Kalbe iman yazılması, ayette “ketebe fiy kulûbihimül îmâne” şeklinde geçer.
Mücadele-22: “Allah’a ve ahiret gününe Billahi anlamında iman eden bir toplumu, Allah ve Onun Rasulü ile zıtlaşanlarla sevişiyorlar bulamazsın. Velev ki bunlar onların babaları yahut oğulları yahut kardeşleri veya akrabaları olsalar bile. İşte bunlar, Allah’ın kalblerinin içine iman yazdığı ve katından bir ruh ile onları teyit ettikleridir. Ve onları içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altlarından nehirler akan cennetlere dâhil eder. İşte bunlar “Allah’ın tarafında” olanlardır. Dikkat edin, muhakkak ki Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
İşte Mücadele Sûresi 22. Ayet! “Allah’a ve ahiret gününe Billahi anlamında iman eden bir toplumu, Allah ve Onun Rasulü ile zıtlaşanlarla sevişiyorlar bulamazsın.” Bu hal bizim için öyle çok önemli bir hal ki. Lütfen bunu inceleyelim ve amel olarak ona uyma gayretine girelim. Rabbim cümlemizi kalbimize imanı yazdıklarından eylesin inşaAllah.
Kalble ilgili bir parantez açıp devam edelim inşaAllah.
Abdülkerim el-Cîlî (KS) Hazretleri’nin İnsan-ı Kamil adlı kitapçığında yer alan bir kudsi hadis var: “Beni ne yerim aldı ne de semam. Mümin kulumun kalbi beni aldı.”
 Kalbolmaya sebep olan nazar noktasının nurunun bütün kalbi kaplaması bu hadiste “alış” olarak ifade edilmiştir, “alış” budur. Böylece, kalp halka ait müşahede yeri iken Hakk’a ait olur. Kalbde bir nokta, bir nazar noktası olarak duran Kalb Nurunun kalbin tamamını kaplaması, kalbin al��şı demektir. Bu üç şekilde olur: İlmî alış, müşahede alışı, hilafetî alış.
İlmî alış, kalbdeki nazar noktasının sağladığı imkânla kulda oluşan ilmin, ilmin oluşturduğu idrakın kalbi/kalıbı kaplamasıdır. Buna ilmel yakin denir. Bunun yaşantısı ise fiillerin tecellisi diye tarif edilen hal kapsamındadır.
Müşahede alışında, nurun fuadda hâkim kıldığı isim kalbte açılır, böylece kulda da yaşantısı görülür. Nurun fuadda hâkim kıldığı esma, ona doğru emir bekleyen kalb yüzüne o ismi yansıtır, böylece o isim kalıbı kaplar ve kul kalıbını kaplayan esmanın tesirinde kalır, o esmanın yaşantısına girer, onun halini yaşar. Bu hal aynel yakin ve hakkal yakin olarak bilinir. Bilenler, bu hayat tarzını “isimlerin tecellisi, sıfatların tecellisi” diye tanımlamaktadır.
Bir diğer alış hilafetî alıştır, hilafet manasını alıştır. “Hilafetî alış”ın özeliği şudur ki burada fuad ve kalb çalışması yoktur, artık onlar devre dışıdır. Çünkü bu alış nurun tam kaplaması olup, isim ve sıfatların hepsinin tahakkuk etmesidir, isim ve sıfatların tamamı kayıtsız yani bir kayıt altında olmaksızın tahakkuk eder. Çünkü kayıt fuad ve kalble ilgiliydi. Hatırlayın, kalbi öyle tarif etmiştik; kalb kaydın kalıbıydı. Kalıp kalmadıysa kayıt da kalmaz. Artık o kişi kalbin yani kalıbın oluşturduğu izdedir ama artık o izin içi boş, yani kaydı yok. Bu durumda var olan tamamen Nur’dur. Onun her tarafı nazar noktasıdır, her tarafı kalb nurudur. Dolayısıyla orada isimlerin ve sıfatların tamamı tahakkuk eder. Buna vusat-ı istila (tam alış) denir.
Bu hallere rağmen bütün bunlar dahi kul için “sübhanallah” kapsamındadır. Bunlara bile bakarken kul “sübhanallah” diyecektir. Çünkü Allah vus’at-ı istiladan, tam alıştan bile münezzehtir.
Sübhanallah’la ilgili olarak, sübhanallah’ı ileri götürmek üzere bir iki cümle paylaşalım.
Allah Aliymün bi zatis’sudur’dur: Sadırlarda olanı da bilir. İnsan kalbindekini/kalbini bilemeyebilir ama sadrını bilir. İçinizden geçenleri bilmez misiniz? Demek ki Allah aliymün bi zatis sudur’dur ama insan da kendisi için “aliymün bi zatis sudur”dur. Bir başkası için değil, kendisi için. O biliş nasıl bir şeydir, o ayrı bir konu. Şimdi kuracağımız cümleler İnsan-29 platformunda, İnsan-30 platformunda değil, yani kesreti anlatan dille. Allah da aliymun bi zatis sudur, insan da. Ama insan sadece kendisi için “aliymün bi zatis sudur”dur. Oysa Allah sizin için de, tüm yarattıkları için de “aliymün bi zatis sudur”dur ve hiçbirini diğeriyle karıştırmaz. Ef’al Âlemi’ndeki her şey için aliymün bi zatis sudurdur ve onların hiç birini diğeriyle karıştırmaz. Bunu idrak edebiliyor musunuz? Ef’al Âlemi’ni yani yaratılmış âlemi düşünün, Allah onların her birinin sadrını ayrı ayrı bilen ve hiçbirini birbiriyle karıştırmayandır. Bir hayal olduğu halde biz Ef’al Âlemi’ni bile kavrayamıyoruz; bu âlem (bu varlık) bir hayal, bir yansıma, bir yansımanın özelliği olmasına rağmen biz onu Allah’ın özelliği gibi düşünüp Allah’ı sınırlıyoruz. Oysa o bir yansıma, bir hayal. Ef’al Âlemi gerçekte YOKTUR. Biz bu “YOK”u bile kavrayamazken Allah’ı kavramak mümkün mü? Değil. Hal böyle olduğu için “sübhanallah” diyoruz. Yani, Allah bundan da münezzehtir, böyle de değildir; ne sanıyorsam, ne düşünüyorsam öyle değildir. Ne kadar ileri bilirsem bileyim öyle de değilsin; SübhanAllah. Az önce saydığımız tüm alışlar, hepsi Sübhanallah kapsamındadır. Bu yüzden, “Allah’ı tam manasıyla anlamak ve kavramak mümkün olamaz” idrakının kalbte yaşanması belki de ulaşılacak gerçek alıştır. Burası anlaşıldı mı inşaAllah? Tam alış (vüs’at-i istila) gibi çok zor mertebelerden bahsettik değil mi, Allah o mertebelerden de münezzehtir. Çünkü sübhanallah! Bu yüzden sübhanallah, sözde, idrakta ve yaşantıda ağırlığı çok yüksek bir sesleniştir, çok yüksek bir kurtuluş reçetesidir, ahiret için çok yüksek bir azıktır. Ayette buyruluyor: “Sizin için en hayrlı azık ahirete hazırladığınız azıktır.” En hayrlı azık ahiret ise, diğeri yani dünya çöp olacaksa (ki hepsi çöp olacak, görmüyor musun, geçmişte çöp oldu diyor ayetler) “Sübhanallah” ahiret için çok değerli bir zikrullahtır. Eğer zamanı gelince kullanabileceğimiz bir Nur Bankası varsa, Sübhanallah’ın oradaki hesabı çok yüksektir. Demek ki, “Allah’ı tam manasıyla anlamak ve kavramak mümkün olamaz” idrakının kalbte yaşanması belki de ulaşılacak gerçek alıştır. Abdülkerim el-Cîlî Hazretleri İnsanı Kamil’inde diyor ki; “Allah her şeyi Rasulullah (SAV) Efendimizin nurundan yarattı. İsrafil (a.s.)ın yaratıldığı yer Rasulullah (SAV)’in kalb nuru oldu. İsrafil (a.s.), Efendimizin kalb nurundan yaratıldı. Bu sebeple, bir nefeste bütün âlemi öldürdükten sonra tekrar diriltir. İsrafil aleyhisselam, maddeye bağlı meleklerin en güçlüsü ve Hakk’a en yakınıdır.”
İnşirah Sûresi’nin ilk ayeti (Elem neşrah leke sadrak) ile başladık, “sadr, kalb, fuad, lüb” kelimelerini tefekkürle devam ediyoruz.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER