Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

KALB HASTALIĞI VE ŞEYTANIN AÇIK BÜFESİ

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 2 Ocak 2017 Pazartesi 12:40:23
 

Başlayan yeni yılı değerlendirebilenlerden oluruz inşaAllah duasıyla konumuza devam edelim.
Esfele Sâfiliyn özellikli insanın, Ahseni Takviym özellikli kalbinin etrafını bir kılıf olarak kaplayan ĞILL’i tanımaya başladık. Esfele Sâfiliyn’e reddedilen insanın, Ahseni Takviym özellikli kalbini bir kılıf olarak kaplayan “ğıll” Ahseni Takviym hâlin insanla ilişkisini keser, bu nedenle kalb tamamen “ğıll”miş gibi çalışır; beyin fuaddan ğıll emirleri alır ve insanın sadrından ğıll yayılır; sonuçta insan, Allah’a şükredebilme lütfundan mahrum bir zavallı olur.
“Sizi inşa eden ve sizin için sem’ (işitme), ebsar (görme) ve fuadlar (analiz-sentez sistemi) oluşturan O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Mülk-23)
“Sadr, Kab, Fuad, Lüb mekanizması” İnşirah kitapçığımızda geniş olarak ele alınmaktadır. Biz burada birkaç cümleyle de olsa bahsedelim.
Esfele Sâfiliyn yapıdaki insanı sadrı yönetir, kalb değil. Eğer sadr kalbi değil de kalb sadrı yönetirse, yani sadrın yönetimi kalbte olursa, kalb o sadrı İhlâs Sûresi doğrultusunda yönetir. Peki, kalb sadrın yönetimini ne zaman alır? Özellikle Lüb aktifleşip de kalbteki Lüb nuru açıldığı zaman yönetim kalbin eline geçer ve işler değişir. Ama hayata başlangıç öyle değil. Başlangıç Esfele Sâfiliyndir, bu yüzden yönetim sadr’dadır, sadr kalbi saf dışı etmiştir, kalbin üzerini Esfele Sâfiliyn halle kalıp gibi örtüp maskelemiştir. Bu durumda, Esfele Sâfiliyn yapı sadra emirler kalbten geliyormuş hissi verdirir, sadrınız kendisine emrin kalbten geldiğini zanneder.
Esfele Sâfiliyn yapı dûniHİ algıyla kalbin etrafını kaplayınca, sadrın yönetimi nefsin şerri olan esfele sâfiliyn yapıya geçer ve beyin ondan emir alarak çalışır. Analiz sentez işlevi yapan Fuad, sadrda oluşan şer zann’larla analiz sentez yapar ve o şer zann’lar beyinden fiile dönüşür. Fiiller için analizi yapan fuaddır ve fuad doğru eğri ayırmaksızın analiz yapan bir mekanizmadır. Fuadı bize Kur’ân öğretiyor. Yukarıdaki ayette “Size fuadlar verdik” denilen odur. Meâllerde baktığınızda onu “gönül” diye çevirmişler. O gönül değil ki! Onun adı Fuad ve onun bir işi var; bilgileri analiz sentez yapmak. Mülk-23. âyet bunu anlatıyor:
“Size SEM’ (duyma, işitme ile ilgili tüm şeyler, teknolojik olanlar dâhil) verdik. EBSAR (görme, idrak etme) yetileriniz var. Ve FUADLAR (kalbinize bütün bunları analiz edip bir sonuca çevirme gücü) verdik. Buna rağmen ne kadar az şükrediyorsunuz, yani elinizdeki bu sermayeyle doğru sonuç çıkarmıyorsunuz!”
Bunu böyle kim yapıyor? Esfele Sâfiliyn yapı! Nasıl yapıyor? Kalbin üstünü kaplayarak, çalıştırmayarak, kalbi esir ederek, hasta tutarak. Peki, bu hali önleyecek, kaldıracak şey nedir?
Musibetten küçük gayretlerle kurtulamayız
Başlangıçta iman nurudur. İman nuru kalbte çalışmaya başlayınca sadr iman nurundan etkilenmeye, o nur ile sarsılmaya başlar. Sadrın sarsılması, gel-gitler yapması ayrı bir süreçtir, şimdi ona girmiyoruz. Şimdi anlatmaya çalıştığımız şu: Esfele Sâfiliyn yapı dûniHİ algıyla kalbin etrafını sımsıkı kaplayınca yönetim sadra geçer ve kişi dûniHİ algı sonucu oluşan şer zannlar’la yaşar. Dünyaya gelen insan dûniHİ algıyı sevdiği, önemsediği için onunla bir mücadelesi yoktur. Ondaki Esfele Sâfiliyn mekanizma bu işi çok rahat yapar. Yönetim sadrda olduğu için beyne emir sadrdan, yani dûniHİ algı merkezinden gider. Çünkü fuad sadrdan aldığı bilgiye göre sonuçlar üretir. Kalb iman nuru ile kıpırdamaya başladığında fuad “öyle mi yoksa böyle mi?” diye şaşırır. Çünkü hem kalbe ait imani sonuçlar, hem de sadra ait sonuçlar üretiyor. Ama sadr, iman nuru etkisi ile sarsılmaya başlamıştır.
Eğer, Kalb’te Lüb Nuru açılırsa Fuad o nurun etkisi altında kalır ve sapmaz şekilde hep İhlâs Sûresi’ne uygun sonuç çıkarmaya başlar. Artık şaşmaz! O zaman Fuad’tan beyine Hakk emirler gider. Fakat bu hemen olan bir şey değildir. Çünkü Sadr, Kalb, Fuad ve Lüb Sistemi’ne Sadr hâkimken kalbi “ğıll” kuşatmıştır, yani Allah’tan ve Sistemi’nden nefret kalbi kaplamıştır. Öyle kaplamıştır ve kişi o halinin doğruluğuna o kadar kuvvetli inanmıştır ki, “Allah’a inanıyorum” diyenin imanını bir yere, “inanmıyorum” diyenin Esfele Sâfiliyn inancını da bir yere koysak, ikincisi kuvvetli çıkar. Esfele Sâfiliyn inandığı şeyin haklılığına ve doğruluğuna böyle kuvvetle inanır. Esfele Sâfiliyn böyle bir musibettir. Ufak tefek gayretlerle ondan hemen kurtulunmaz, çok ciddi bir mücadele gerektirir derecede kuvvetlidir. Onun o kuvveti yüzünden Sadr’a ğıll hâkimdir ve sadrdan çıkan herşey ğıll süzgecinden çıkar, yani Allah’a ve sistemine nefret süzgecinden çıkar. Kişide hep “Allah’tan nefret elbisesi” giymiş fikirler, yorumlar görülür. Esfele Sâfiliyn yapı sadra hâkim oldukça bu halden kurtuluş yoktur, anlatarak, ikna ederek onu kurtaramazsınız. Al-u İmran 119. âyet bu hali anlatmak için; “Siz onu seversiniz, o sizi sevmez” diyor. İmanlı kişi onu sever, anlaşır ve bir noktada buluşur ama o sizi sevmez. Bu sadr hâkimiyeti nedeniyle, yani sadrına Esfele Sâfiliyn yapının hâkim olması nedeniyle kişi şükredemez. Çünkü görmesi ve görme ile ilgili bilgi toplaması, işitmesi ve işitme ile ilgili bilgi toplaması hep dûniHİ’dir. Fuada hep dûniHİ bilgiler geldiği için fuaddan dûniHİ algıya ait nefret sonuçları çıkar ve beyne o emirler gider, oradan da nefret fiilleri çıkar. Bu “ğıll” ile o şükürden mahrum bir insan olur. Dolayısıyla, kalbinde “ğıll” bulundukça insan cennete giremez, dünya hayatında da cennetlik amelde bulunamaz.
“Biz onların (cennet ashabının) sadrlarında “ğıll”den ne varsa söküp attık.” (Hicr-47, A’raf-43)
Cennette “ğıll” ile olunmadığını öğretiyor. Onu sadrımızdan söküp atınca kurtuluyoruz. Allah “ğıll”i söküp atmışsa o kulun kalbi cennete uygun hale geliyor. (Ğıll nedeniyle) kişi Allah’tan ve O’nun sisteminden nefret ettikçe cennet ona haramdır. Yaşarken de bu nefret yüzünden cennete uygun amel yapamaz, yapamazsınız!
“Onlardan (Ensar ve Muhacir’den) sonra gelenler, şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve iman ile bizden öne geçmiş kardeşlerimizi mağfiret et, iman etmiş olanlar için kalblerimizde bir “ğıll” oluşturma. Rabbimiz, muhakkak ki sen Raufun Rahiym’sin.” (Haşr-10)
Ğıll’den kurtulmak için, dua ile, kendisinden nasıl yardım isteyeceğimizi öğretiyor.
Selam da bir ilaç, israf etmeyelim
“Lâ ilâhe illallah” demeyen mütekebbir insan hem mütekebbirlik hem de “ğıll” özelliklerini noksansız ortaya koyan bir karakterdir.
“Lâ ilâhe illallah” diyen insanda ise “ğıll”, müslüman kardeşlerine karşı sevgi noksanlığı ve çekememezlik gibi davranışlar seviyesine iner. Ancak bunların da kalkması şarttır, ondaki bu ğıll’in de temizlenmesi gerekir.
Müslümanlar kardeştir. Ancak bu kardeşlik dûniHİ vasıflı ise ilişkilerde bir şekilde, bir seviyede “ğıll” vardır. DûniHİ algı silindikçe o “ğıll” de silinir. Haşr Sûresi 10. âyette öğretilen dua bu sebepten çok önem taşır. İşte bu sebepten, müslümanların selamlaşmaları diğer insanlardan farklıdır.
Selam önemli bir duadır; selamlaşmak dualaşmaktır. Selâm dûniHİ algı ve zann’larının hâkim olduğu hayat tarzından kurtulma duasıdır, Allah’tan Selâm ismi ile yardım istemektir. “Selâmün Aleyküm; Allah’ın selâmı üzerine olsun” demekle; “Allah seni dûniHİ algıdan, O’na karşı mütekebbir olmandan, kendini şirk koşma algısından Selâm ismi yardımıyla kurtarsın ve o selâm isminin sağlayacağı barışı ve esenliği lütfetsin inşaAllah kardeşim” diye dua ediyoruz. Selâmlaşma böyle bir dualaşmadır. “İslâm’da Selâm” bu yönü ile ele alınmalıdır. Yoksa hâl hatır sormak, ilişki kurmak, güzel insan gözükmek gibi şeyler değildir! Selâm dünya ve ahiret için böyle önemli bir duadır, lütfen onu israf etmeyin. Taşıdığı “ğıll” yüzünden Selâm’ın değerini bilmeyecek, onu reddedecek olana selâm vermek, o duayı onlarla paylaşmak israftır ve çok sakıncalıdır. İleride âyetini göreceğiz, dûniHİ algıda olanların inançlarına sövmeyin, o da Allah’a söver, bilmeden Allah’a söverler buyruluyor. Bize önerilen hassas davranmaktır. Bu öğütle Selâm’a bakarsak: Anlamayana, bilmeyene “Selâmün Aleyküm” demek, Allah’ın bu güzel kânununu rastgele kullanmaktır ki doğru olmaz. Kıyaslanmaz ama değerli bir metal kabul edildiği için söyleyelim, Selâm bizim için altın değerinde bir duadır. Sen cebindeki beş kuruşu yere atmazken Selâm’ı nasıl ortaya atarsın? O hak edenedir, güzel karşılık verenedir, dualaşacak olanadır, onu arzu edenedir. İnşaAllah böyle selâmlaşalım. Aksi halde selâm verdiğiniz kişi yanlış davranıp onu önemsemezse, ona hakaret ederse Allah’a küfretmiş olur. Bu durumda biz de önemli bir yanlışa sebep olmuş oluruz.
Öncelikle Selâm, dûniHİ algı ve zann’larının hâkim olduğu hayat tarzından kurtulma duasıdır, bu amaçla Allah’tan Selâm ismiyle yardım istemektir. Ve “Âmentü Billâhi” hayat tarzı, yani “Allah’ın dışı algısı olmayan” hayat tarzı dünyada da ahirette de SELAM YURDU’dur.
“Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki; selâmün aleyküm.” (En’am-54)
“Rableri indinde dâru’s selâm (selâm yurdu) onlarındır.” (En’am-127)
Haset bir ĞILL ürünüdür
Âmentü Billâhi kapsamındaki hayat, barış ve esenlik yuvası olduğu için onun bir ismi Selâm Yurdu’dur. Mütekebbir insanın “selâmün aleyküm”ü niye sevmediği ve nefret ettiği anlaşıldı mı? Demek ki Selam’a karşı var olan bu nefret de bir “ğıll” örneğidir.
Mütekebbir insanın bir amacı da, dûniHİ algısı sonucu müstakilen sahip olduğunu zannettiği güç ile tevhid inancını yıkmaktır. Bunu ayetten öğreniyoruz:
“Biz murseliyni (rasulleri) ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak irsal ettik (ederiz). Kâfirler ise bâtıla dayanarak Hakk’ı ortadan kaldırmak için bâtıl yolla mücadele verirler. Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence konusu yapmışlardır.” (Kehf-56)
 “Kendilerine ne faydası ne zararı olan dûnillah (algı ile müstakilen var zannettikleri) şeylere kulluk yaparlar (bu zannlara göre hayat tarzı oluştururlar). İnkârcılar Rablerine karşı uğraşıp durmaktadır.” (Furkan-55)
Ayetlerden kendimize bir ders çıkarmak için “bu ayet bizle ilgilidir” demeliyiz. Bunu deyip de âyeti üzerimize almaya gayret ederken dikkat edeceğimiz bir husus şudur. Okuduğumuz âyetlerle ilgili söyleyelim:  Bir kişi “Ben inkârcı değilim, bu sözler, ayetteki bu uyarılar bana değil” derse, ona; “İnkârcı olmadığını sen söylüyorsun, öyle sanıyorsun, belki de uyduruyorsun” deriz. Rabbine karşı açık veya gizli bir mücadele içerisindeysen bu âyete göre sen inkârcısın. Fikirlerinizi, takdirlerinizi, sevdiklerinizi, her şeyinizi incelemeniz lazım. Onlar eğer Rabbimize karşı açık veya gizli bir mücadele içeriyorsa, bu âyete göre inkârcıyız. Dolayısıyla, “Rabbime ve sisteme karşı bir mücadele içerisinde miyim, o hâl bende olabilir mi?” endişesiyle kendimizi test etmeliyiz.
Mütekebbir insanın duyguları öyledir ki, tümü “ğıll” süzgecinden geçer, onun “ğıll” elbisesi giymemiş duygusu ve davranışı kalmaz. Mütekebbir insanın “ğıll” süzgecinden çıkan tehlikeli bir duygusu da Haset’tir.
Efendimiz (SAV) buyurmuşlardır ki:
“Hasetten kaçının. Çünkü ateşin odunları yakıp bitirdiği gibi haset de güzel işleri, sâlih amelleri yer bitirir.”
“Bir insanın kalbinde iman ve haset bir arada bulunamaz.”  
Bir “ğıll” ürünü olan haset, dûniHİ algı sonucu bir zann olduğu için bu hadiste aslında buyrulmaktadır ki; kalbte dûniHİ algı ile Âmentü Billâhi bir arada bulunamaz. HASET, müstakilen var ve muhtar olduğunu zannedenin kıskançlık duygularıdır; “Müstakilen varım ve muhtarım” diyenin kıskançlık duygusu ile Billahi iman bir arada nasıl bulunur? Kalbte ikisi bir arada bulunamaz.
Şeytanın açık büfesi boş kalmaz
Kişinin idraken ve sözle “Ben müstakilen var ve muhtar olduğumu söylemiyorum, öyle bir iddiam yok” demesi çok güzeldir ama bu idrakı fiillere dönüştüreceği zaman kendisini test etme yollarından birisi de kendisinde ğıll’i ve ğıll ürünlerini incelemesidir. Bu yüzden biz haset ettiğinde haset edicinin şerrinden Allah’a sığınırız. Felak Sûresi’nde sığındığımız şeylerden birisi haset edenlerin hasedidir! “Haset edenlerin hasedi” diye tarif edilen ise, dûniHİ algıda yaşayanların şerr içerikli kıskançlık ve hücumlarıdır. Bize öğretilen çok güzel bir korunma hediyesi olan Felak ve devamı olan Nas Sûresi’nde, işte biz onlardan Allah’a sığınırız.
Felak Sûresi’nde Allah’a sığındığımız haset edenin şerri, mütekebbir insanın ğıll’inin bir hücum biçimidir ki bu mânâda Hazreti Musa aleyhisselâm’ın da bir duası vardır:
“Musa dedi ki: Muhakkak ki ben, Hesap Günü’ne iman etmeyen her mütekebbirden benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz’e sığınırım.” (Mü’min-27)
Ğıll’den HASET doğar; haset KIYAS yaptırır; kıyas yapan GÖZ DİKER; göz diken FESAT olur. Hepsi şeytan amelidir ve bütün bunlar ĞILL’in HÂKİMİYETİ demektir, Kişide bu duygular kalbin etrafını çepeçevre sarar, sadr bunlarla kaplanır. Dikkat edin, eğer kişi küçücük hasetlik gibi bir duyguya kapılsa bir kaç gece uykusu kaçar, zihnini bir türlü toplayamaz. Ğıll, haset, kıyas, göz dikme ve fesatlığın mıknatıs etkisi böyle kuvvetlidir. Allah muhafaza etsin.
Hatırlayalım ki bu süreçteki esas kuvve “ğıll”dir, yani Allah’tan nefrettir. Dolayısıyla, hasedi, kıyası, göz dikmeyi ve fesadı ğıll’den, yani Allah’tan nefretten ayrı düşünürsek bu mânâdaki âyetleri anlayamayacağız demektir. Kişi Allah’tan, Allah’ın açıkladığı sistemden ve Allah’ın “böyle yaşayın” dediği hayat tarzından nefret ettiği için bu sayılanları yapar ve yaşar. Bunlara normal insan duyguları deyip geçersek yanılırız, hepsi Allah’tan nefretten kaynaklanır ve işte bu nefretin adı ĞILL’dir ki ondan haset doğar. Yani “kendini müstakilen var ve muhtar kabul eden insanın kıskançlık duyguları” doğar. Hasedi yüzünden kişi kıskançlık yapar; “Onun işi, mevkisi, elbisesi, ayakkabısı nasıl, benimki nasıl? Onun evi, parası niye böyle?” der durur. DûniHİ duygunun bir türlü sonu gelmez, bu sayılanlar bir türlü bitmez. Şeytanın bu açık büfe olan tuzağında boş masa yoktur. Boşaldıkça hemen, daima dolduran garsonları vardır. Bu yüzden, kıskançlık duygusu bir “ğıll” açık büfesidir, insan bu kısırdöngüye bir düştü mü bitmez… Bu kıskançlıkla kıyas yapar, kıyas göz dikmeyi getirir. Göz dikince ona ulaşmaya çalışır. Ya ulaşamaz veya şöyle böyle ulaşır ama doymaz, o zaman da fesat olur.
Hepsi şeytan amelidir ve bütün bunlar sadrda bir hâkimiyet sağlar; ĞILL’İN HÂKİMİYETİ.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER