Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

KARDEŞ LİBYA -9-

TRABLUS
Libya’da yapılacak bir sempozyuma katılıp katılamayacağımı soran, Libya Kültür Merkezi müdürü dostum Emin Ben Amer’e düşünmedin, “giderim” demiş ve 20 Ocak 2007 tarihinde İstanbul üzerinden Trablus’a uçmuştum. Alanda bizi karşılayan yoktu. Yurt dışından gelecek olan konukların karşılanmalarıyla görevli olan kişilerin bulundukları büroyu bulup, kendimi tanıtmış ve tahsis ettikleri bir otomobil ile alandan ayrılmıştım.
Trablus merkezinde denize ve Yeşil meydana 100 metre mesafede bulunan Al Kebir Hotel’e gelip, yerleşmiştim. Sonra çıkıp ana caddede yürümüş mağazalara, mallara, fiyatlara bakmıştım. Kahvehane-çayhaneler, kürsülere oturup, nargile tokurdatanlar görmüş, Libyalıların nargileye merak sarmış olmalarına şaşırmıştım. Sigara ve nargile dumanları arasında gençler, Liverpool-Chelsa futbol maçını seyrediyorlardı. Oteldeki televizyonun birkaç kanalında futbol maçları yayınlanıyordu. Hava ılıman, bulutlu ve zaman zaman yağmur sepeliyordu. Yeşil Meydana egemen Kale önünden geçerek sahile gelmiş, denizin doldurulmasıyla oluşturulan parktan geçerek otele dönmüştüm. Kentin orasında burasında park eden aylak işsizlerin çoğalmakta oluşu da hemen dikkati çekiyordu. Bunlar arasında, gelip geçeni dikkatle izleyen yankesici ve kapkaççıların olduğu muhakkaktı. Parkta ve sokaklarda alenen kızlara asılan genç erkekler görmüştüm, ki bu da Libya’daki yenilikler arasındaydı. handikap giriş
Uçakta yanımda oturan 2 genç Türk işçi, eskiye oranla rejimde bir yumuşama olduğunu, hatta yakında alkollü içki yasağının da kaldırılabileceğini söylemişlerdi. Parktaki sokak kadınlarını da gözlerimle görmüştüm. Gördüğüm bir başka değişiklik de, orta yaşlı bir Arabın dilenmekte oluşuydu. Bu adam el kol işaretleriyle aç olduğunu söyleyip, para istiyordu.
SEMPOZYUM
21 Ocakta Corenthia otelinde “Sömürge döneminde uğranılan zararların tazmin edilmesi” konulu sempozyum çalışmaları başlamıştı. Bu seyahatte bizi karşılayan olmadığı gibi, bir tercüman-rehber de verilmemişti. Birkaç kez Ankara’ya telefon ederek Emin Ben Amer’le bu meseleyi görüşmeme rağmen, netice alamamıştım.
Libya’da devletin çivisi çıkmış, disiplin falan kalmamıştı. Bir görevliden birşey istenilirse, o görevlinin küstahlığıyla karşılaşılıyordu. Kaldığımız otelin kapısında 5 tane yıldız vardı, bizim 2-3 yıldızlı oteller ayarındaydı.
Sempozyumu Libya Araştırmalar Merkezi ile Diplomatik Araştırmalar Merkezi birlikte düzenlemişlerdi. Açış konuşmalarını da yıllar önce tanıdığım Dr.Muhammed Cerari ile, Dr. Jommaa Zarzour yapmışlardı. 20 yıl önce tanışıp, özel bir söyleşi de yaptığım Cerari beni tanımamıştı. Batılı ülkelerden de gelenler vardı ama, sempozyum katılımcılarının çoğunluğunu Afrika ülkelerine mensup insanlar teşkil ediyordu.
Öğleden sonraki ilk oturumda ikinci konuşmacı idim. Kısaca Türkçe bir sunuş konuşması yaparak, Arapçaya çevrilmiş olan bildirimi, oturum başkanına vermiştim. Genç bir Libyalı bildiriyi okuduktan sonra sual tevcih edenler oldu ama, tercüman olmadığı için bunlara cevap verilememişti. Oturumun sonunda yanıma gelen Dr.Kilan Tawaf adlı bir şahıs, 90’lı yıllarda Ankara’da yüksek lisans ve doktora çalışması yaptığı söyleyince, bu adama sitemde bulunmuş ve neden gelip bana tercümanlık yapmadığını sormuştum. Bu zat 3’ü kız 10 tane çocuğunun olduğunu söylemişti. Ne yazık ki geleceğini söyleyen Necip Nasrat da gelmemişti!…
KALE MÜZESİ
Trablus Kalesi, kale içindeki müze ve çevresinden, önceki seyahat notlarımda bahsetmiştim. Bu defa müzeye Necip Nasrat’la buluşmak için gitmiştim. Zaviye’den gelmişti ve yanında oğulları Hamid ve Zekeriya vardı. Bu kez müze kapısında “Assaray Al-Hamra Müzesi” yazıyordu. Necip’le beraber müzenin arkeoloji, etnoloji, botanik, zooloji ve folklor bölümlerini gezmiştik. Libya’nın neyi varsa, hepsini bu müzede görebilmek mümkündü. Kaddafi ile ilgili belgeler, devrimden önce kullandığı wolswagen otomobil, ona hediye edilen çeşitli eşyalar ve malzemeler de ayrı bir bölümde sergileniyordu. Ne yazık ki müzede latin alfabesiyle açıklama yoktu, ama görevliler batı dillerinde açıklama yapıyorlardı.
Necip ve oğullarıyla bir süre de çarşı-pazar dolaşmış, sonra vedalaşarak birbirimizden ayrılmıştık.
Trablus’ta yeni inşaa edilen bir camiyi de görmüş ve ziyaret etmiştim. Günlerden cumaydı ve bütün esnaf dükkânını kapatıp camiye koşmuştu. Kadınlar da erkekler gibi, Cuma namazı için camiye gidiyorlardı.
DÖNÜŞ
24 Ocak 2007’de yurda dönmek üzere hava alanına nasıl gideceğimi düşünürken, bir görevli gelerek, arabanız hazır demişler ve bir rehber eşliğinde hava alanına gelmiştik. Görevli kişi uçağa biniş kartımı da alıp vermiş ve elveda deyip gitmişti. Trablus-İstanbul-Ankara uçuşu ile salimen evime dönmüştüm.
FİZAN
Bir ay sonra Libya’dan yeni bir çağrı almıştım. İki ayrı etkinlik için, iki ayrı davet mektubu göndermişlerdi. Bu kez Doç.Dr.Nurettin Ceviz ve Naci Üyütmez’le birlikte gidecektik. 26 Şubat 2007 sabahı Ankara’dan İstanbul’a uçmuş, oradan da Libya Hava Yollarının Tunus’tan kiraladığı Nouvelair Hava Yollarının A-320 Airbus uçağı ile Trablus’a uçacaktık. Saat 16.20’de Atatürk Hava Alanından havalanan uçak, 2,5 saatlik uçuştan sonra Trablus hava alanına inmişti. Alanda bizi bekleyenlerle beraber Bab Al-Jadeed oteline giderek odalarımıza yerleşmiştik. Otelde, çeşitli ülkelerden gelen Libya dostları vardı. Yemekten sonra Yeşil Meydan’a kadar yürümüş, sokaklarda ilginç manzaralar görmüştük. Örneğin Ömer Muhtar Caddesindeki bir kafede fahişeler oturmuş, gelen geçen erkeklere göz kırpıyorlardı. Bunların Fas’tan gelen sokak kadınları olduklarını söylemişlerdi. Söylenilen bir şey de, yönetimin bu faaliyetlere göz yummakta olduğu idi. Zira son zamanlarda caddede yürüyen kadınlara sarkıntılıkta bulunuluyor, hatta saldırılarak taciz ediliyorlardı. Üstelik eşcinsellikte çoğalmıştı!…
FİZAN – SEBHA
Otelin salonunda Türkiye’den gelen gazeteci dostlarla sohbet ederken yanımıza gelen bir kişi, “iki davetiye alan kim?” diye sormuştu. “Benim” deyince “hemen valizini al gidiyoruz!…” deyince, adamın dediğini yapmış, arkadaşlarla vedalaşıp, otelin önünde bekletilen otobüse binerek hava alanına gelmiştik. Otobüste ve hava alanında uzun beklemelerden sonra, Libya Arab Hava Yollarının Boing 727 uçağı ile Fizan’a müteveccihen havalanmıştık.
Türkiye’de davet mektuplarını verirken, Libya’da ne yapmamız gerektiği hususunda bilgi verilmiyordu. Keza bir toplantıda konuşma yapıp yapmayacağımız hakkında da bilgimiz olmuyordu. Libya’ya gelince öğrenmiştim ki, Fizan’da Kaddafi’nin de katılacağı Yeşil Kitap semineri yapılacaktı. Bunu bildirmiş olsalardı, elbette bir bildiri hazırlayarak ben de konuşabilirdim, ama bu takdirde çeviriyi kim yapacaktı?. Birlikte geldiğim Nurettin ve Naci ana dilleri olan Arapça’yı çok iyi biliyorlardı. Öyleyse onlardan birisi benimle gelselerdi daha iyi olmaz mı idi?…
Evet Fizan’a gidiyordum. Fizan adı belleğimizde, Osmanlı devrinin sürgün yeri olarak bilinirdi. Padişahlar kellesini vurdurmaya kıyamadığı muhaliflerini Fizan’a sürerlerdi. Şimdi ben çölün ortasındaki bu Fizan’a uçuyordum. 1978’de de çöldeki Tagrift’e uçmuştum. Bizim Fizan’ın Libya’daki resmi adı Sebha idi.
Fizan’a gelince çok büyük ve de görkemli bir çadırda yemek yerken, kalabalık bir korodan Arap musikisi dinlemiştik.
Benim geldiğim uçaktan önce başka uçaklarla gelmiş olan konuklar, Fizan’da kalınabilecek “Fizan” ve “Afrika” adlı iki otele yerleştirilmişlerdi. Benimle birlikte 50-60 kişilik bir grubu üniversite yurduna götürmüşler; üçer-beşer kişilik odalara yerleştirmişlerdi.
Fizan’daki toplantıda Belgrad Üniversitesi rektörü Kaddafi’ye övgüler düzmüş, üniversitesinin fahri doktora beratını vermiş ve cübbesini giydirmişti…
Libya’da 2007 yılında, devrimin 38., halk iktidarının 30., Yeşil Kitap Araştırmaları Dünya Merkezinin kuruluşunun 25. Yıldönümü kutlanmıştı.Üniversite lokantasında yediğimiz öğle yemeği mükemmeldi. Menü, geleneksel Libya Arap yemeklerinden oluşuyordu. Öğleden sonraki oturumlarda da konuşmalar Arapça yapıldığı için salonda çok az oturmuş ve dışarıya çıkmıştım. Fizan’daki ikinci gecemi kent içindeki iki otelden birisinde geçirmek için yoğun bir çaba harcamış, sonunda başarmıştım; ama Fizan Otelindeki odayı Kinşasalı Fransa vatandaşı zenci N’Kashama Kabeya ile paylaşacaktım.
SÜRGÜN YERİ FİZAN KALESİ
Fizan’ı az da olsa gezip görebilme arzu ve heyecanı içerisindeydim. Çölün üzerinde modern binalar, asfalt yollar inşaa edilmişti. Kadim Fizan’dan kalan tek şey, hava alanının yanındaki Kale idi. Halen 100 bin kişinin yaşadığı, yeni bir Fizan yaratılıyordu.
Fizan’da bir yandan modern binalar yükselir ve geniş caddeler yapılırken, kentin çevresindeki, kerpiç evler ve üstü kapalı dar sokakların yer aldığı eski mahalleler dikkati çekmektedir. İtalyanlar tarafından yapılmış olan eski Elena Kalesi bugün kışla olarak kullanılmaktadır. Kent günümüzde de Tunus ve Çad’dan gelen motorlu yük taşıtlarına hizmet veren bir ticaret ve taşımacılık merkezidir. Devlete ait bir matbaa, bir hurma paketleme fabrikası, öğretmen okulları, bir ulusal müze ve tarım okulu bulunur. El sanatları ekonomide önemli bir yere sahiptir. Kentin su ve gıda gereksiniminin büyük bölümü öteki vahalardan karşılanır. Hükümetçe başlatılan bir tarım projesi kapsamında yörede çiftlikler kurulmuş ve komşu vahalardaki sulama sistemleri geliştirilmiştir.
Libya’da halk iktidarının 30. Yıldönümü kutlanıyordu. Devrime giden yol Fizan’dan geçmiş; 02 Mart 1977 tarihinde genel halk kongresi bu kentte dört maddelik bir deklarasyon yayınlamıştı. Bu olay, ilk olarak Fizan’da kutlanacak, daha sonra bütün ülkeye yayılacaktı. İki gündür devam eden seminerin burada yapılmış olmasının nedeni de bu idi. Kaddafi, yanında devlet erkânı ve askeri komutanlar olduğu halde, Fizan Kalesi önünde bir konuşma yapacaktı; bu nedenle halkla beraber, seminere katılan yabancılar da orada bulunacaktı.
Fizan’da geçen zamanımızın en güzel bölümü, görkemli çadırda yenilen yemekler; müzik ve raks gösterileriydi.
Seminerin kapanış oturumundan sonra, Fizan’a getirilen 650 kişi uçaklarla Trablus’a götürülmüşlerdi.
TRABLUS
Benim Libya’ya davet edilmemin birinci nedeni Fizan’daki seminer, ikincisi ise, Libya’nın çeşitli ülkelerdeki dostlarının biraraya getirilmeleriydi. Zaman zaman yapılan bu toplantının dördüncüsü, 1-3 Mart 2007 tarihlerinde yapılacaktı. Necip Nasrat Ankara’da görevli iken birkaç dostu ile birlikte beni de bu oluşuma üye yapmıştı. Bu toplantı başlamadan önce otele gelen Necip, Naci ile beni Devrim Komitesi merkezine götürmüş, oradaki görevlilerle tanıştırmıştı. Sonra salona geçilmiş, açış konuşmaları yapılmış ve küçük bir resepsiyon verilmişti.
O günlerde Trablus’ta anormal bir kalabalık vardı. Sağa sola koşuşan görevliler vardı ama, programdan kimsenin haberi yoktu. “hadi gidiyoruz” diyorlar, palas pandıras davet ettikleri kişileri koşturuyorlardı. Yemek saatleri sarkıyordu ve ağırlama çok zayıftı. Türkiye’den gidenlere ise ilgi yok denilecek kadar azdı. Kaddafi’nin 70’li yıllarda “dost herkestir, ama Türk bizim kardeşimizdir; Libya tarihi, Türk tarihçileriyle birlikte yazılmalıdır” biçimindeki sözleri unutulup gitmişti!…
Söz konusu toplantı iki ayrı salonda yapılıyordu. Birinci salonda Afrikalılar, ikinci salonda ise Avrupalılar yer almışlardı. Bu ikinci salonda bizden başka Bulgar, Macar, Danimarkalı, Avusturyalı, İtalyan ve Maltalı konuklar vardı.
05 Mart 2007’de Trablus-İstanbul-Ankara uçuşuyla evime dönünce, Yüce Yaradana şükretmiştim.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti