Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

MİLLİ MAÇIN HATIRLATTIĞI GEZİ ÇEK-O-SLOVAKYA -1-

KATAR’DA DÜZENLENEN DÜNYA FUTBOL ŞAMPİYONASI NEDENİYLE ÜLKEMİZDEKİ FUTBOL SÜPER LİGİNE VERİLEN ARADAN YARARLANAN STEFAN KUNTZ YÖNETİMİNDEKİ MİLLİ TAKIMIMIZ ÜÇ GÜN ARAYLA İKİ MİLLİ MAÇ YAPTI VE BU MAÇLARIN İKİSİNİ DE KAZANDI.
BU MAÇLAR BANA RAKİPLERİMİZİN ÜLKELERİNE YAPTIĞIM GEZİLERİ ANIMSATTI. İLK MAÇI YAPTIĞIMIZ İSKOÇYA İZLENİMLERİMİ YAYIMLADIM. ŞİMDİ DE ÇEKYA, DOLAYISİYLE ÇEKOSLOVAKYA İZLENİMLERİMİ, DEĞERLİ OKURLARIMIZIN İLGİLERİNE SUNMAK İSTİYORUM…
***
Bilindiği gibi, bugün, Çekoslovakya diye bir devlet kalmadı artık…Ama Çek Cumhuriyeti ile Slovak Cumhuriyeti adıyla iki kardeş ülke, dünya coğrafyasında yer almaktadır. Ben bu ülkelere ilk kez, Çekoslovakya adıyla anıldıkları yıllarda gitmiştim. Gün geçti, yıllar geçti, devran döndü ve zaman içerisinde Çek Cumhuriyeti’ne de, Slovak Cumhuriyeti’ne de tekrar tekrar gitmek nasip oldu.
İlk seyahati Türkiye-Çekoslovakya hükümetleri arasında imzalanan, kültür anlaşması uyarınca yapacaktım. 09 Kasım 1982 Tarihinde THY uçağı ile Ankara’dan İstanbul’a uçmuş, Ertesi gün de Balkan Hava Yolları ile Sofya’ya uçmuştum. Sofya’da bir gece kalıp, ertesi sabah yine Balkan Hava Yolları uçağı ile Prag’a gitmiştim. Çekoslovakya’daki seyahatimin tamamlanmasından sonra da, yurda dönerken, yine Sofya’dan geçmiş ve Bulgaristan başkentinde yine konaklamıştım.
ÇEK CUMHURİYETİ
PRAG
11 Kasım 1982 sabahı, 2 saat 10 dakikalık uçuştan sonra Prag Hava alanına inmiştim. Alanda beni, uzun boylu ve çok güzel bir kadın olan Hellen Şmerakova” karşılamıştı. Inter Hotele yerleştikten sonra Hellen’le hemen çıkıp, Çekoslovakya’nın başkentini adımlamıştık. Zaman zaman da tramvaya ve metroya binerek gezerken; nehir üzerindeki tarihi köprüyü, sarayları, kaleyi ve tarihi kalıntıları görmüştüm.
Yeterli uykuyu alamamış olmamın yanı sıra, gelir gelmez bir de uzun uzun yürümek, beni bir hayli yormuştu. Bu nedenle otele gelip, bir süre uyumuş ve dinlenmiştim. Sonra yalnız çıkıp, bilet alarak tramvaya ve metroya atlayıp, Prag’ın altını üstüne getirmeye başlamıştım!…Sonra bir kafeteryaya girip karnımı doyurmuştum.
Prag düzenli bir kentti. İlk nazarda terk edilmiş bir şehir manzarası arzediyordu. Herkes işinde gücündeydi ve o dönemde Çek milletinin yüzü gülmüyordu!…Kent içi ulaşım çok iyi planlanmış ve şehir tramvay rayları ile donatılmıştı. Tabii otobüsler ve iki hatlı metro vardı; ki böylelikle trafik sorunu yaşanmıyordu. Halkın giyim kuşamı düzgün ve temizdi. Hayat seviyesi çok yüksek değildi ama, pek kötü de görünmüyordu.
Benim kaldığım İnter Hotel, Moskova’daki Ukrayna Oteli’ne benziyordu. Stalin hem kendi ülkesinde, hem de SSCB’ye tâbi olan ülkelerin başkentlerinde aynı tarzda taş binalar yaptırmıştı.
Ertesi sabah Prag sisle kaplıydı ve görüş mesafesi de çok azdı. Ayrıca Prag’ın havasının da bir hayli kirli olduğunu müşahade etmiştim.
Turiste kazık!
Ülkemizde, turistlere kazık atıldığından falan bahsedilerek, bizim insanımız suçlanmaya çalışılır. Oysa bu durum bütün ülkelerde vardır ve var olacaktır. Prag’da ben de bir Çek kazığı yemiştim! Yediğim kazığın kısa öyküsünü, el yazısı ile o tarihte kaleme aldığım seyahatnamemden aktarmak isterim: “Turistlere kazık atıyorlar diye kimi satıcılarımıza kızmayalım. Zira göz göre göre böyle bir kazığı bana Çekoslovakya’nın başkentinin merkezi yerlerinden biri olan Leninova Meydanındaki Riga lokantasında attılar! 19 Kronluk bir yemeği gösterip, 43.20 Kron para aldılar! Yarım domatesi 6 Krona sattılar ve bir bardak da bira verip, 50 Küsur Kron, yani 1000 TL’dan fazla para aldılar! Lokanta 3. Sınıf idi!…”
Çek Cumhuriyeti başkenti Prag, bugün, dünyanın sayılı turizm merkezlerinden birisi oldu. Gerek eski, gerekse yeni yöneticiler, turizme büyük önem verdiler. Ben ilk Prag seyahatinde, büyük gruplar halinde gezen turistler görmüştüm. Ancak, o dönemdeki turistlerin büyük çoğunluğu sosyalist ülkelerden gelenlerden oluşuyordu. Esasen sosyalist ülkelerdeki dayanışma dikkati şayandı. Kasım ayına rağmen, Vietnam’dan gelenler bile vardı. O dönemde Türkiye’ye gelemeyen Azerbaycan ve orta Asyalı Türkler de görülüyordu. Örneğin o gün Prag’da dolaşırken, Kırgız kardeşlerimizi görmüştüm. Sosyalist ülkeler böylelikle, birbirlerini daha iyi tanıma olanağı buldukları gibi; turizm vasıtasıyla birbirlerine ekonomik destek sağlıyorlardı. Kuşkusuz asıl önemli dayanışma ekonomik konularda idi. Bu konuda EYK örgütü iyi çalışıyordu. Birinin ürettiği malı öteki üretmeyip, üretenden alıyor; ama o da bir başka şey üreterek, diğerlerine satıyordu…
Vladimir Lomen
Ertesi sabah otele gelen Hellen’le birlikte Dışişleri Bakanlığı’na giderek, Türkiye masasında görevli diplomat Vladimir Lomen ve bakanlığın basın bürosu şefi Dr. Jiri Soukup’la tanışıp, görüştük. Lomen Moskova’da öğrenim görmüş ve orada Türkçe öğrenmişti. İki yıl önce de 5 ay için Türkiye’ye gelerek staj yapmıştı.
Genç diplomatlar benden neyi görmek, neyi öğrenmek istediğimi sormuşlar; ben de folklor ve kooperatifçilik konusuyla ilgili olduğumu söyleyince, bir sürü kitaplar ve plaklar vermişlerdi. Hellen bakanlıkta kalmış; üçümüz yemeğe çıkmıştık. Prag’ın tarihini yansıtan, şehrin eski kesimindeki bir restoranda gulaş yemiştik.Yemekten sonra Dr.Soukup ayrılmış; Lomen’le biz de Kale içindeki tarihi mekânları gezmiştik. O arada kartpostal ve hediyelik eşyalar satan bir dükkânın sahibi olan Kniha Pokova adlı yaşlı bir kadının Türkçe konuşması beni hem şaşırtmış hem de memnun etmişti. O kadın, şarkiyat öğrenimi görmüş ve defalarca İstanbul’a gelmişti. Ertesi gün Hellen’le tekrar Kale’yi gezerken, özellikle o dükkana bir daha uğrayıp; Türkçe sohbet etmiştim.
Slovak kökenli olan Vladimir Lomen, sonraki yıllarda çeşitli seviyelerdeki diplomatik görevlerle Ankara’ya gelip görev yapmış ve dostluk ilişkilerimiz gelişmişti.
O günlerde SSCB Başkanı Brejnev ölmüş; Çekoslovakya’da da bayraklar yarıya inmişti. Ne var ki Çek halkının umurunda değildi ve belki de memnun olmuşlardı. Zira 1968 Olaylarının yankıları devam ediyor; acılar sürüyordu…Buna rağmen hükümet, ülkede yas ilân etmiş; sinemalar bile tatil edilmişti!…Halkın umurunda değildi ama; hükümet yalakalık yapıyor; günlerce televizyon ve radyolarda Brejnev’in şahsında SSCB’ye methiyeler düzülüyordu!…
Beherofka
Beherofkayı ilk kez Ankara’da tatmıştım. Bu çeşitli bitkilerden elde edilen, likör türü bir içkiydi. Ama daha çok şifa niyetine içilen bir içki…İçkinin herkes tarafından beğenilmesi, ihracat şansını arttırmıştı. Bu içki sadece Karlovi Vary’de ve buranın suyu ile üretiliyordu. Karlovi Vary, kaplıca kenti demekti ve burada 12 çeşit kaynar su vardı ve Beherofka için de, Karlovi Vary’nin 13. Suyu diyorlardı.
Türk Kahvesi
Prag’da kahvenin adı, “Türk kahvesi”dir…15.Yüzyılda Prag’a gelen bir Türk, bir kahvehane açmış; evlenip çoluk çocuğa karışmıştı. Açtığı “Türk Kahvehanesi” ise kısa zamanda ün salmıştı. Burada beraber kahve içtiğimiz, Dr. Soukup şöyle demişti: “Türk-Çek dostluğu o tarihte başlamıştı. O kahveci Türk, iki ülke arasındaki köprüyü kurmuştu…”
Bira
Çek uzmanların yardımı ile Türkiye’de imal edilen ve çeşitli ülkelere de ihracı yapılan Efes-Pilsen birasının ana yurdu Çekoslovakya’nın Pilsen kentiydi. Dünyanın hemen her yanında da Pilsen adıyla üretiliyordu. Doğal olarak bu ad, dünyaca ünlüydü. Fakat, Çek dostlarımıza göre en iyi bira “Budvar” adlı biraydı.
Gözlem
Çekler ve Slovaklar, slav ırkının tüm özelliklerini taşıyorlardı. Genellikle sarışın, yeşil-mavi gözlü, uzun boylu, yakışıklı ve güzel idiler…Kadınlar, genellikle ciddi görünüyorlardı…Ülkede eski korunuyordu, ama yeniliğe de açıktılar. Kale’nin içi ve çevresi esaslı bir restorasyona tâbi tutulmuştu. Hatta Vladimir Lomen bile; “bu kadar restorasyon parasını nereden buluyorlar?” demişti!…Çünkü yeni yapılan binaların maliyeti, restorasyon maliyetinden daha azdı.
O akşam yemeğini otelde ve rahat bir ortamda yemiştim. Gulaş çorbası, salçalı-cevizli tavuk, salata, beherofka ve maden suyu için 55 Kron ödemiştim. Oysa bir akşam önce, basit bir lokantada, kazık yemiştim!…Meğer kazık, turistik mekânlarda değil, basit yerlerde imiş!…
Etnografya Müzesi
Pazar sabahı otele gelen Hellen’le birlikte, biraz tramvay, biraz da taban-vayla Prag içinde dolaştıktan sonra, Etnografya Müzesine gitmiştik. Bu müze, vaktiyle Letohradek Kinskych’nin yazlık sarayı idi. Binanın geniş bahçesi ise, halkın sürekli yararlanabildiği bir park haline getirilmişti.
Etnografya Müzesinde görevli kadınların hepsi de yaşlıydı ve hatta aralarında 80 Yaşındaki bir ihtiyar da vardı. Nedense, SSCB Blokundaki bütün ülkelerde topluma açık yerlerde, böylesi kadınlar görevlendiriliyorlardı. Bunlardan biri müzeyi gezdirirken, müzenin Avrupa’nın en değerli müzesi olduğunu söyleyince için için gülmüştüm. Zavallı kadın Prag’dan başka bir yeri görmediği için, müzesini öyle zannediyordu. Oysa basit ve tüm Çekoslovakya’yı kucaklayan bir müze değildi. Kimi yörelere ait giysiler, ev eşyaları, tarım aletleri sergileniyordu. Açık söylemek gerekirse, göz alıcı bir şey görebilmek mümkün değildi.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti