Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ÖNERİLEN HAYAT TARZI VE AYETİN “SAÇMALAMA” DEDİKLERİ

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 1 Mart 2017 Çarşamba 13:17:28
 

– 36-
Dışarıdaki hayatta çok fazla yapılan ve bu yüzden normal hale gelmiş bir şey var: DİDİŞMEK. İnsanların didişiyor olması normal hayat zannediliyor. Hikâyeleri, romanları, filmleri, dizileri, duyguları dâhil herşeylerini didişme üzerine oturtuyorlar.
MÜSLÜMAN DİDİŞMEZ, müslümanın evinde didişme olmaz. Didişme varsa orada İslâm kenara çekilir bekler; didişme gitsin de geleyim diye. Hem didişme hem İslâm olmaz! Didişmeyi hayat tarzı zannetmek, hayat böyle demek cehenneme alışmaktır. Kişi ahiretteki yerine hazırlanıyor, gidince fazla zorlanmayacak demektir. Allah muhafaza etsin.
Dönelim “BİZ” kelimesine. Onu anlayan kurtuluş dallarından birini yakalamış olur.
Cemaat Hakk yolda bir takım oyunudur
Kur’ân’ın neye “BİZ” dediğini anlamak için hayattan bir örnek verelim. Başarılı bir basketbol takımı oyuncusuna karşılaşma sonrası görüşü sorulduğunda “İyi oynadık” der. Belki en fazla sayıyı o yapmıştır, yine de “İyi oynadım” demez, çünkü işin bir takım oyunu olduğunu bilir, “Takım oyunu oynarsanız kazanırsınız” kuralını unutmaz. Cemaat Hakk yolda bir takım oyunudur, onu iyi başarabilmek lazım.
Teslimiyet bir takım oyunudur ve şöyledir: Önce ferdî teslimiyetler vardır, kişi ferden Allah’a teslim olur. Bunun çok yüksek olması lazım. Ferdî teslimiyet ne kadar yüksekse, fertler yan yana gelip cemaat oluşturduklarında cemaatteki takım teslimiyeti de o kadar yüksektir. Hatta bazıları ferden öyle yüksek bir teslimiyet nuru toplar ki cemaatte bulunduğunda nurundan birçok kişi yararlanır ve hepsi o nurda birleşir. Diğerlerinin nurlarıyla onun biriktirmiş olduğu yüksek teslimiyet nuru birleşir ve herkes için faydalı hale gelir. Bu yüzden ferdî teslimiyetler, yani birey olarak yaptıklarımızın, yaşarken hayat tarzımızla oluşturduğumuz hallerin sevap adına oluşturacakları nur ve Allah’a teslimiyetimiz öyle bir hale gelmeli ki bir mü’min kardeşimizle yan yana gelip bir cemaat oluşturduğumuzda takım teslimiyetinden hep beraber yararlanabilelim. Takım teslimiyeti sinerji etkilidir. Bu yüzden, iki mü’min yan yana geldiği zaman nurları katlanarak artar, nurlar birbirlerini tetikler. Narlar da öyledir, onlar da birbirini tetikler. Allah muhafaza etsin. Meyhaneye gitme planı olmayan bir yanlış adam, yolda bir arkadaşıyla karşılaşır. İki nar birbirini tetikler, çoğaltır, arkadaşı ona “Gel bir uğrayalım” der, beraberce katlanmış narı yüklenirler. Aynı sinerji mü’min için de geçerlidir. Güzel nuru olan kişinin bir telâşı vardır, bir yerden hızlıca geçiyordur, bir mü’min arkadaşıyla karşılaşır. Tam o anda ezan okunuyorsa arkadaşı; “İkindi salâtını ikâme edelim de öyle git” der, “Mü’min kardeşimin söylediği Rabbimin söylediğidir, beni onun ağzıyla uyardı” diye düşünen diğer mümin “Pekiyi” der. Onlar da nurların sinerji etkisiyle nur üstüne nur kazanırlar.
Ferdî teslimiyetler bir kişinin oyuna hazırlanırken tek başına antrenman yapması gibidir. Ferdî antrenman çok yapılıyorsa bir araya gelip cemaat olduklarında antrenmanlar işe yarar, takım kazanır, ferdî antrenmanlardan bütün takım yararlanır. Peki, ferdî teslimiyet nasıl sağlanır? DûniHİ algı varsa mümkün değil sağlanmaz. DûniHİ algı nar üretir, ne işle meşgul olursanız olun. O algıyla namaz kılıyorsunuz nar sayacı o anda belki durur ama salât bitince tekrar çalışır. DûniHİ algıyla nur üretilemez. O algıyla sevap sayacı çalışmaz. Bu yüzden dûniHİ algıyı çok önemseyin. “Aşağıların Aşağısı” yazılarımızı sırf bu algıyı âyetlerle öğretmek üzere paylaştık.
Allah’ın verdiği şeref ve yetki
“BİZ” kelimesine zâhiren bakalım: Hadisten öğreniyoruz ki salât Fâtiha’dır. Cemaat bu Fâtiha’yı okur, böylece en azından zâhiri mânâda “BİZ” der; “Sadece sana kulluk ediyoruz, sadece senden yardım istiyoruz” diye sığınır.
“BİZ” kelimesinde bir adım ilerlersek: Ferdî teslimiyetlerin dayandığı yer aslında “Allahım sana teslimim” cümlesidir ki bunun ilhamını İnsan Suresi 29. ayetten alırız. Birçok âyet var ama temsilen İnsan-29 diyoruz.
İnsan-29; “Dileyen Rabbine erdiren bir yol tutar” der. Demek ki insan dileyebilir. Âyet diyor ki, “Size Kur’ân’da anlatıldı, işte anlatılıyor, artık dileyen Rabbine erdiren bir yol tutar.”
Bunu duyan kul ne der? Duydunuz ne dersiniz?
“Rabbim, ben sana erdiren yolu tutmaya talibim, sana teslim oldum.” Dikkat edin “BEN” diyoruz. “BEN” demenin sakıncalı ve tehlikeli olmadığını, hatta Allah’ın lûtfettiği bir şeref olduğunu ayetlerden öğrendik. Bunu uzak doğu felsefeleri bilmez, onlar başka işlerle meşgûl. Onların uğraşları İslâm’a karıştığı için kimi müslümanlar “BEN” demeyi yanlış ve tehlikeli zannedip o zann üzerine birçok anlatım bina ediyorlar. “BEN” demek Allah’ındır ve Allah bize o şereften vermiştir, bir yetki ve izinle insan da “BEN” der. Allah adına, Allah’ın verdiği yetkiyle Halifetullah olarak “BEN” demek çok başka bir şey. Tehlikeli olan, “Müstakilen BEN” demektir. DûniHİ algıyla, müstakil olarak “BEN” demek âsi olmaktır, Allah’ın verdiği yetkiyle Allah’a hücum etmektir. Kişi Allah’a inanıyorsa bile böyledir. İnandığı Allah’a “Ben de varım, müstakil bir varlığım” demek bir isyandır. Onu söyleyen Âsi’dir.
Dileyen ancak Allah’tır
Kişi nefs mertebesinin hangi noktasında olursa olsun “BEN” der, Allah’a dua ederken de “BEN” der. Ama bu bilinmeyince, yanlış anlatımlar yüzünden “BEN” demekten çekiniliyor. Nasıl bir ironi var, bakın: “BEN” deyişini bir arkadaşına anlatırken; “Bu BEN deyiş bana ait değil” diyebilirsin, onu inandırabilirsin, iknâ da edebilirsin. Bu cümleyi Allah’a söyle bakalım? O zaman iki Allah çıkar. Allah’a “Benim BEN deyişim Allahın BEN deyişidir” diyebilir misin? O zaman iki tane söyleyen olur. Peki, nasıl söylersin? Onu dile getirdiğinde bir Var Görünen var demektir ki Allah’ın izniyle ona “BEN” deme yetkisi verilmiştir. Sen o yetkiyle “BEN” dersin. Anladık ki; “BEN” etiketini alıp onu “Müstakilen VAR ve Muhtar” bir hale yapıştırmak tehlikelidir. Tek şirk budur. Yalnızca bir şirk vardır; “BEN” kelimesini “Müstakilen VAR ve Muhtar” bir düşünceye, bir yaşantıya, bir iddiaya yapıştırmak. Öyle “BEN” diyen kişi Allah’a ortak oluşturmuş olur.  
“Ben teslimim” İnsan-29 âyeti gereğidir. “Biz teslimiz” İnsan-30 âyeti gereğidir. Bu iki âyet yan yana. İnsan-29’u yani “Dileyen Rabbine erdiren bir yol tutar” ayetini duyunca “Ben teslimim” dedin. Bu “BEN” deyişinle “Müstakilen VAR ve Muhtar” bir varlık iddiasında bulunma diye hemen İnsan-30 seni uyarıyor: “Dileyen Allah’tır. Senin dilemen ‘Dile’ emrimledir. Sana dileme emri ve yetkisi verdim. Benim dilememle diliyorsun.” Bu başlangıç meâli, bu meâli kabul eden ileri bir nefs mertebesinde değildir. Ama buradan başlarsa kişinin ileride bulacağı cümleler farklı olur. Mânâları değil, yazılışları/söylenişleri farklı olur. Başlangıç çizgisinde kişi “BEN” derken Allah’ın verdiği yetki ve izinle Allah adına “BEN” der, Allah’ın “BEN” demesiyle “BEN” der, dolayısıyla İnsan-30 onu uyarır; dileyen ancak Allah’tır. Kolay anlaşılması için âyet dışından söyleyelim: Başka dileyen ve başka dilemek yoktur.
“Başka” kelimesi algımızı yanlış yönlendirebildiği için kullanırken korkuyoruz. Onu ancak dûniHİ algıyı çok iyi anladığımız zaman rahat kullanabiliriz. İdrak dûniHİ algıdan kurtulmamışsa “başka” kelimesi o idrakı dûniHİ koltuğuna oturtur, “Başka dileyen yok” dediğinizde, sanki var ama onların dilemeleri kabul edilmiyor gibi anlaşılır. Oysa Allah’ın dilemesi dışında bir dileme olayı yok. Kişinin İnsan-29 gereği dilemesi, Allah’ın dileme örtüsü içerisindedir. Allah’ın dileme örtüsü dışında bir şey yok. Dışı yok.
İnsan-30’daki uyarıyı görüp “Teslimiz” derken kullandığımız “BİZ” Kur’ân diliyle “BİZ”dir. “BEN” derken de zaten Kur’ân diliyle “BEN” diyoruz. Yani bizim “BEN” dememizle, Allah’ın “Sizi BEN yarattım” veya Hz. Mûsa aleyhisselam’a “BEN Benim” derken kullandığı “BEN” aynı “BEN”dir; Allah’ın o yetkiden bize de yetki vererek kullandırdığıdır, farklı bir “BEN” değildir. Dolayısıyla, “BEN” dememiz Kur’ân’ın “BEN” demesinin aynısıdır.
Zâhiri mânâda bir tık ileri geçmiş olduk.
“Biz” dememiz de, “ben” demememiz de
Allah’ın lütfuyla
“BİZ” dememiz de böyledir. Bizim söylediğimiz “BİZ”, Kur’ân’ın “BİZ” dediği ile aynıdır. Ancak bu mânâ ne zaman böyle anlaşılır? Yine dûniHİ algı kalkmışsa! “Allah’tan başka Müstakilen VAR ve Muhtar yoktur” hali idraken anlaşıldığı zaman “BİZ” demenin çoğul olmadığı görülür. “BİZ” derken cemaatte zâhiren bir çokluktuk, önce ona “BİZ” dedik. Mânâda biraz içeri girdiğimizde gördük ki Kur’ân’daki “BİZ”i söylüyoruz. Kişide dûniHİ algı kalktığı zaman “BİZ” derken anlar ki, öyle bir çokluk yoktur. Çokluk “Müstakilen VARLAR” demektir, “Müstakilen VAR” olanlar çokluk yapar. Bir “Müstakilen VAR ve Muhtar” vardır, O da Allah. Tüm yaratılanlar O’nun ilminde! Başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOK. Öyleyse çoğul da yok, olamaz! “BİZ” tekildir, tektir. Bu idrakla bakan, Allah’ın lûtfuyla Kur’ân’daki anlamıyla “BİZ” demiş olur. “Allahım sadece sana kulluk ederiz, sadece senden yardım dileriz” derken de, hayatta “BİZ” derken de, Allah onu bize bir lûtuf ve hediyeyle Kur’ân’da kullandığı “BİZ” mânâsıyla kullandırıyor.
Bir benzetme yapacağım, lütfen mânâyı alıp örneği kaldıralım. Henüz çok küçük bir yavru düşünün. Babası ona evde oynasın diye bir araba almış, “Ğınn ğınn” diyerek evde sürüyor. Ama babasının arabasını da sürmek istiyor. Bir gün babası onu direksiyona oturttu. İşte biz de öyleyiz. Allah’ın Kur’ân’da “BİZ” demesinden hediye olarak “BİZ” deriz. Normal hayattaki “Biz”, çocuğun arabasıyla “ğınn ğınn” yapması gibi oyuncak “Biz”dir. Bakarız çeşitli çokluklar var, onları yan yana getirip “Biz” deriz. Veya tek durur “Ben” deriz. Onlar dünya evindeki oyuncaklarımız. O “BİZ” deyişin aslı bize hediye ve o çoğul değil. “BİZ” dememiz de, Allah’a yönelirken “BEN” dememiz de Allah’ın lûtfu ve emriyledir, izin verdiği içindir. Aksi halde Allah’a karşı “BEN” demek ne haddine! Ama sana izin verdi. O “BEN” deyiş, bizim birbirimize “BEN” dememiz gibi değildir. “BİZ” de öyle.
Kur’ân’daki “BİZ” tevhid dilinin kesret âlemindeki “BEN” demesidir. Allah’ın tevhid dilinde “BEN” demesiyle, kesret dilinde “BİZ” demesi aynıdır, ikincisi çokluk değildir. Normal hayatta “Biz” derken çokluk düşündüğümüz için âyetlere mânâ verirken de çokluk sanıyoruz. Bu yüzden, tefsirlerde, yorumlarda “BİZ”i çokluk olarak anlatabilmek için bir sürü müstakil varlık uyduruluyor, “Allah işlerini yaparken birçok şey kullanır gibi” çokluklar anlatılıyor. Bu dûniHİ algıdan sıyrılamamış idrakın anlatımıdır. Oysa biz, Allah’ın kullandığı “BİZ” tâbirini lûtfu ve izniyle, bize yani Halifetullah dediğine verdiği hediye olarak kullanırız. Ki o tevhid dilindeki “BEN”in kesret âlemindeki karşılığıdır, aynı mânâdır.
Sırât-ı Müstakıym ve önerilen hayat tarzı
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” derken biiznillah söylediğimiz “BİZ” kelimesinin mânâsını biraz paylaşmaya çalıştık. Başlangıç için yeterli olan bu mânâları yakalarsak inşaAllah açılımları olabilir, idrâkımız buradan itibaren ilerler inşâAllah.
Buradan itibaren bizi Allah’a kulluk etmeye davet eden âyetlerle devam edeceğiz:
“Bana kulluk edin, Sırât-ı Müstakıym budur.” (Ya-Siyn; 61)
Bu âyetteki hitâbı inşâAllah duymayız. Nerede? Ahirette! Çünkü bu hitap hesap günüdür. Bu işin farkında olmayanlara, duyup da inkâr edenlere, yalanlayanlara, zıddını yapanlara, alay edenlere o gün söylenecektir: “Dünyadayken size ‘Şeytan apaçık düşmanınızdır, ona tâbi olmayın’ demedim mi? Bana kulluk edin, sırât-ı müstakıym budur demedim mi?” Biz onu burada duyup öğreniyoruz, inşâAllah öyle bir hesap sorulmaz. İnşâAllah öğrendiğini uygulayanlardan oluruz. İnşâAllah Rabbimin razı olduğu kullardan oluveririz.
Ya-Siyn 61’de “Bana kulluk edin” deniyor olması dikkat çekicidir, sanki alternatif varmış gibi. Yalnızca Allah’a kulluk edilir! Ama “Bana kulluk edin” ifadesinde en az iki seçenek var, en az iki kulluk tanımı var. Hadisleri ve âyetleri anlayabilmek için şu iki dili fark etmek lazım; kesret dili, tevhid dili. Bunu yeri geldikçe hep tekrar edeceğiz. Bir amel çıkarabilmemiz için, bize ne denildiğini kavramamız için, bize olan öğüdü anlayabilmemiz için Kur’ân’da ve hadislerde kesret dili kullanılır. Bu, tevhid dilinin kesret diline dönüştüğü bir anlatımdır. Bu iki dil, bu iki anlatım fark edilmezse, karıştırılırsa “Öyle mi yoksa böyle mi?” gibi bir karmaşa yaşanır ve kişi yanlışlara dalar. O iki dili fark edip “Burada şu dille anlatım var” diyeceksiniz.
“Bana kulluk edin” deyince anlıyoruz ki gerçekten alternatif var. Âyet zaten alternatif olduğu için uyarıyor; “Farklı kulluklar var dikkat edin” diyor. “Kulluk etmek” yaşanan hayat tarzının ismidir. Diyor ki; dünyada yaşarken karşınıza birçok hayat tarzı çıkacak, bana kulluk edin, önerdiğim şekilde yaşayın, kendinize göre hayat tarzları uydurmayın. Bir felsefenin, bir düşüncenin uydurduğu, geliştirdiği hayat tarzlarına tâbi olmayın. Bana tâbi olun. Allah’a nasıl tâbi olunur? Kulluk ederek. Hayat tarzınız benim önerdiğim şekilde olursa bana kulluk etmiş, bana tâbi olmuş olursunuz. Âyetten öğreniyoruz ki bu sırât-ı müstakıym’dir, doğru yoldur. Fâtiha okurken biz de “Allahım bizi sırât-ı müstakıymine ulaştır” diyoruz. Diyor ki; söylediğim gibi yaşarsan sırât-ı müstakıyme girmiş olursun. Öyleyse soruyorum; Fâtiha’yı okuyan gerçekten ona tâlip mi? Gerçekten sırât-ı müstakıyme tâlipsek Rabbimiz diyor ki: Başka hayat tarzlarını sevmeyin, benimsemeyin, reklâm etmeyin. Önerdiğim hayat tarzıyla meşgul olun, bana kulluk edin.
Âyet kimlere “Saçmalama” diyor?
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat-56)
Neden kesret dili? Bir amel, yapabileceğimiz bir iş çıkarabilelim diye. Aksi halde yanlış bir kafa buradan şu mânâyı çıkarır ki kafa yanlış olduğu için mânâ da yanlıştır: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım ama yapmıyorlar. Normal hayattan düşünün. Yavrunuza para verdiniz, ekmek alıp gelmesini istediniz. Ama gidip gofret almış. Ona; “Ben sana parayı ekmek al diye verdim, niye sözümü tutmadın?” dersiniz. Yanlış bir kafa âyetten “Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım ama dediğimi yapmıyorlar, bana kulluk etmiyorlar” mânâsını çıkarabilir. Hâşâ! Bu mânâ işi bilmemektendir, işe ters bakmakla ilgilidir, kesret ve uluhiyet dillerini bilmemekle ilgilidir. Sakın öyle düşünüp de “Allah’ın emrine karşı çıkanlar da var” sanmayın.
Bir hayat tarzı, bir yaşantı var ve o yaşantıda öyle davranışlar var ki o davranışlardan Allah hoşnut, Allah onlardan razı. Allah’ın hoşnut ve razı olduğu bu hayat tarzı sırât-ı müstakıymdir. “Bana kulluk yapın” budur, Allah’a kulluk etmek budur. Aksi halde, Allah’ın emri dışında yaşayabilecek bir yaratılmış yoktur, olamaz. Dışı yok ki! Bu tevhid dilidir. Allah’ın razı olduğu tarz dışında bir hayat yaşayan da Allah’ın emrini yerine getirir. Bunu ileride âyetlerle göreceğiz. Tevhid dili içerisinde, her türlü hayat tarzı Allah’ın emridir. Ama kesret âlemine geldiğinizde, kendinize bir davranış biçimi seçeceğinizde, kesrete ait dili değil de tevhid dilini kullanmaya devam ederseniz bir amel çıkaramaz ve saparsınız, “Kim nasıl yaşıyorsa Allah’ın emridir, ben de böyle yaşıyorum. O dilemeseydi böyle yaşamazdım” sonucuna varırsınız, bu sonuçla da cehenneme gidersiniz. Dışarıda böyle diyenler var, göreceğiz. Âyetler onlara; “Saçmalamayın, sizin bu konuda hiç bir ilminiz yok” diyor. Eğer bir kişi hayatı, hele de tasavvufu bu yanlış bakış açısı üzerine bina ediyorsa, öyle anlıyor ve anlatıyorsa, âyet ona “Saçmalama” diyor: “Bu konu hakkında hiç bir ilmin yok, saçmalıyorsun!” Âyetler çok açık.
Bir davranış, bir amel çıkarmak için hadis ve âyetlerdeki kesret dilinden yararlanırız.
Allah’a yönelişimizde tevhid dilinden yararlanırız.
Tevhid dili yönelmek içindir. Oradan amel çıkarmaya çalışırsanız sapkın fırkalara düşersiniz.
Bizi muhafaza buyuruver Allahım.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti