Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

SEN TANRI MISIN? -7 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 15 Nisan 2019 Pazartesi 14:01:17
 

“HAYAT İMANLA ANLAM KAZANIR”
Bu yolculuğun bir özetini yapalım: “A” Takdim Formu “BEN”de olmak A’da A’yı yaşamaktır; “Ben müstakilen varım”dan “ben müthişim”e, “ben herşeyim”e uzanan skalada bir iddia ile yaşantıyı içerir. Bu idraktaki bir kişi sözleriyle “ben müstakilen varım” demese bile onun “ben varım ve muhtarım”dan başlayıp “ben müthişim”e uzanan skalada yerini bulan bir iddiası mutlaka vardır. Bu iddiayla yaşamak bir hayat tarzıdır. A’da “B” hissindeki kişi “A” halinden rahatsız olandır. Bu kişinin cümleleri değişmeye başlar, çünkü “A” Allah yokmuş gibi konuşur ve düşünür. O da, Allah yokmuş gibi konuşuyordu, Allah Ehad değilmiş gibi “Ben de müstakilen varım” diyordu, Allah Kebir/Ekber değilmiş gibi “Ben müthişim” diyordu. “A” halinden, “A”nın veritabanından rahatsız oldu, “B”yi hissetmeye başladı, şimdi onun cümlesi değişti. O artık “aradığım bende, her şey bende” demeye başladı. Bu bir hissin başladığının işaretidir, “B” hissinin işaretidir. Bu kişi “ne ararsam bende, her şey bende” diye düşündüğü için başkasına da “her şey sende” der. Bu noktada bazı hedefler değişir, konuşulanlar değişir. İşte burada hayatın anlamlı hale gelmesi için iman gerekir. Şimdi imanının kuvvetlenmesi lazım ki hayat anlam kazansın. Hayat-İman ilişkisine bu noktadan bakıldığında “hayat imanla anlam kazanır” denir. Ama idrak ilerlediğinde o diyor ki; her şey “Bende” değil, “BENsizlik”te! Veya “her şey sende değil, her şey sensizlikte” diyor. Bu cümlenin söylendiği idrak yolun ilerisidir. Kişi oraya gelirken önce “her şey bende” diyerek başlıyor. “B” hissine girmeli ki, “her şey bende” demeli ki, bu noktaya gelmeli ki daha sonra “bensizliğe” ilerleyebilsin, yani “BEN” derken yasal yanlışta olduğunu, bir yabancı görüntü oluşturduğunu görsün. Peki, “Her şey bensizlikte” diyen neyi fark ediyor? O artık, vehim nurundan yaratılmış kendi terkibinin (esma terkibinin) sınırlayıcı ve yabancı görüntü oluşturucu şartlarını fark edip ondan sıyrılmaya başlıyor. O, esma terkibinin yabancı görüntü oluşturduğunu hissedince, yabancı görüntü oluşturan o esma terkibi artık “her şey bende” diyemiyor, “her şey görüntüsüzlükte” diyor. Yasal olan görüntüsü bile artık ona ağır geliyor, onu bile bir suistimal olarak görüyor ve diyor ki; her şey “Bende” değil, BENsizlikte! Kendisine dönüyor ve “bir şey olmaya çalışma, YOK ol” diyor. Bir şey olmaya çalışmak “A”nın işi çünkü. “Şu esmayı şu kadar zikredersem şöyle olurum” gibi yaklaşımlar “A”nın tesbihatıdır. Çünkü o “şunları yapıp şöyle olayım” hesabı yapar. Sonuçta bir şey olur, ama o bir şey olan onun esma terkibidir, kişi kendi esma terkibini kuvvetlendirmiş olur. Böylece, ya örtücü ilahlığını ya da “B” takdimiyle “BEN”ini kuvvetlendirir. Ama sonuç budur: Bir şey olmaya çalışan kişi esma terkibini kuvvetlendirir ve bir şey olur. Yaptığı şeyle ya tanrılığını güçlendirir ya da yabancı görüntü olan vehmini kuvvetlendirir. “Yasal olmasına rağmen o yabancı görüntünün şartlarından bile sıyrılmalıyım” diyorsanız, sizi o görüntüden oruç ibadeti sıyırır. Bunun bilinciyle yapılırsa, oruçla siz bu yabancı görüntüyü fark edersiniz, yani bu bedende bu bedensizliği fark edersiniz. Önemli şeydir bu. Ama o hal, “bedensiz olmak” anlamına gelmez! Bu dünyada bulunduğunuz sürece bu beden olacak, çünkü o size lazım. Bedende bedensizliği fark etmek, bedensiz olmak değildir. Bunun örneği Rasulullah (SAV)’dir.
HER ŞEY “BENDE” DEĞİL BENSİZLİKTE
Bunu başarırsanız, yani yabancı görüntü oluşturucu şartlardan, esma terkibinin sınırlarından sıyrılırsanız, yine bu bedendeyken ne dersiniz biliyor musunuz? “Meğer arada birisi varmış!” Bu öyle bir haldir ki bizzat bulunduğunuz bu bedende konuşanın, dinleyenin, salât ikame edenin, tesbihat yapanın, doğru işleri yapanın bu yabancı görüntü olduğunu müşahede ediyorsunuz. Ve siz o yabancı görüntüyü o kadar net görüyor ve tanıyorsunuz ki onun yokluğunu (bizzat vücudunuzda yokluğunu) yaşıyorsunuz. O yabancı görüntüden sıyrılabilmek için şart, ondan rahatsız olmaktır. Onunla rahatsanız, memnunsanız ve onu bir şey yapmak istiyorsanız tam tersi olur, o kuvvetlenir. Mesela onda herhangi bir esma çok kuvvetli açılırsa o kuvvetlenir. Ama siz esma terkibinden bile kurtulmak istiyordunuz? Demek ki esas hedef YOK olmaktır. Bu hedefi fark eden kişi önce “her şey bende” idrakından kurtulmaya çalışır. İdrakı ilerleyince fark eder ve der ki; her şey “Bende” değil BENsizlikte. Bedende yabancı görüntü oluşturan, onu sınırlayan yapıdan sıyrılma sürecine girince, siz ondan sıyrıldığınızı bizzat müşahede ediyorsunuz. Ama yine de bir beden var, bir de onu seyreden var, bir nevi ikilik var. İkilik, siz tespit ettiğiniz sürece olacaktır. Yani ibadet eden biri (kul) bulunduğu sürece öyle bir görüntü olacak. Bu yüzden, şemada orayı B’de B’siz olarak tarif ettik. Bu dünyada yaşadığınız sürece öyledir. Ölümü tattıktan sonra şekil değişir. Bu dünyadayken, bu dünyanın gereği olan “A” yapı nedeniyle, var görünenlerin tespit edildiği tespit boyutu olacak.
MUHTARİYETİN OLMADIĞINI KEŞFETMEKLE
KEŞİF KAPISINDAN GİRMİŞ OLURSUNUZ
Bahsettiğimiz hali “ölmeden önce ölmek” düşünebilirsiniz ama “ölmeden önce ölmüşlük” halinin farklı dereceleri vardır. Siz “B” noktasına gelince de “ölmeden önce ölmüş” olursunuz. Örtücü ilahlıktan kurtulmak da bir “ölmeden önce ölmüşlük” pozisyonudur. Bu yüzden ilk keşif B noktasından girmekle yaşanır; bu keşif muhtariyetin olmadığının keşfidir. Muhtariyetin olmadığını keşfetmekle keşif kapısından girmiş olursunuz, bunu keşfetmekle “haniyf” olursunuz, kişinin sıfatı ancak o zaman haniyf olur. Daha önce muhtardı, muhtar olmadığını keşfedince haniyf oldu. Ayet bu yüzden “Din’e muhtar yaklaşmayın” diyor. Ayet ve hadis okurken muhtar yaklaşmayın, dini incelerken muhtar yaklaşmayın, yaşarken muhtar yaklaşmayın; haniyf olarak yaklaşın. Niye? Çünkü dünyaya gelen formatınızla siz bir ilahsınız, kendi ilahlığınızla bakar, yorum yaparsınız. Rum Suresi’ni onun için önemsiyoruz, “haniyf olarak yaklaşın” buyuruyor. Din’e Haniyf olarak yaklaşın ki doğruyu anlamaya başlayasınız. O zaman fark ettikleriniz hep haniyf çerçevesinde olur.
HER İDRAK SIÇRAMASI SİZİN
İÇİN BİR MİRAC DEMEKTİR
Şimdi salâta, onun önemli bir yerine dönelim: Birinci secde! Birinci secde yokluk secdesidir ama nasıldır, yani bu nasıl bir yokluktur veya bu secde neyi yok etmektedir? Bunu somutlaştırmak lazım; eğer bu somutlaşırsa salât sizin miracınız olmaya başlar. Kişi, daha önce birçok kez çizimle gösterdiğimiz B sıfır noktasına gelmişse, o noktaya gelenin bu yolda ilerlemesini sağlayan her idrak sıçraması onun miracıdır. O artık hep miraclarla ilerler. Salâtın mirac oluşunu (salâttaki miracı) birisi gelip salâtta sizi alacak bir yere götürecek gibi düşünmeyin. Mirac esasında bir akıl yolculuğudur. Öyle olduğu için, salâtta özellikle de hayatınız salât olduğu zamanki yönelişlerinizde, her idrak sıçraması sizin için bir mirac demektir. Dolayısıyla, mirac İhlâs Hayat Döngüsü’nde yürürken bir yöntemdir. Geldiğimiz noktada, salâttaki yokluk secdesi ve o yokluk çok önemlidir, ama onu nasıl yapacağız?
“YOKLUĞUN TAM YAŞANDIĞI
YER” BİRİNCİ SECDEDİR
Salâttaki esas çatıyı kurmak için şu üç nokta önemlidir. Salâta başlarken tekbir aldığımız an. Fatiha’yı okurken “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” dediğimiz an. Ve her rekâttaki birinci secde! Yaşanacak olan yokluğun yani idrakın taşınacağı yokluğun ilmel yakîn hali Tekbir ile yaşanır. O yokluğun aynel yakin hali “iyyaKE na’budu VE iyyaKEnestaıyn” ayeti okunurken yaşanır. Onun hakkal yakîn hali ise birinci secdededir. Bu yüzden “yokluğun tam yaşandığı yer” birinci secdedir. Peki, biz öyle bir yokluk yaşayabilir miyiz? Elbette, hemen başlayabilirsiniz. Çünkü ilk yaşanacak yokluk örtücü ilahın yokluğudur. Salâtta yaşanacak ilk yokluk ve mutlaka yaşanması gereken yokluk örtücü ilahın yokluğudur. Nasıl yapacağız? Başlarken tekbir alırken,”Allahuekber” derken acele etmeyin, tefekkürle biraz bekleyin, neye “yok” dediğinizi düşünmek için bekleyin. Neyi yok yapıyorsunuz, sizin için hangi yokluk somutlaşıyor, hangi yokluğu siz hakkal yakîn yaşayabilirsiniz, bunu tefekkür edin. Yapılan ilk keşif muhtariyetin yokluğu keşfiydi, öyleyse yaşanması gereken ilk yokluk da budur. Onun için Tekbir alırken yaşayacağınız yokluğun manasını düşünmek lazım: Ben neye “Allahuekber” diyorum veya ne bana “Allahuekber” dedirtiyor? Aksi halde Allahuekber’ler bir grupla jimnastik hareketlerinin komutlarına döner. Bir hareketi dört defa yapacağız, öndeki “bir, iki, üç” diyor, siz de yanı hareketi yapıyorsunuz gibi. Allahuekber’leri “şu hareketleri yap, başla, bitir” komutu gibi sanmayın. Allahuekber’de siz bir Nur oluşturuyorsunuz, öyle bir Nur oluşturuyorsun ki… Eğer acele etmez de bu paylaştıklarımı, özellikle güneş doğmadan ve gece karanlığı öncesi salâtlara (sabah ve akşam salâtlarına) başlarken, o önemli anlarda acele etmeden, tefekkürle ve dikkat ederek yaparsanız, açılımları hızlandırırsınız, Allahuekber’in manasını hissetmeye başlarsınız.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti