Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Tanrı olmak ve tanrılık ilanı çok tehlikeli

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 17 Ekim 2017 Salı 14:10:18
 

– 2 –
İnsan için, insan gözüyle, insan seviyesinden bakışla bir süreç sonunda yaratılanların halen var olduğu Hakikat Mertebesi’ne “Hakikat” de denilmektedir. Özümdeki hakikat gibi ifadelerle anlatılmaya çalışılan Allah’ın hakikati yani O’nun ilminde yarattığı budur. İşte bu Hakikat, yani Hakk olarak yaratılanların tümü nerede? Hakikat Allah’ın İlmi’ndedir. Diledi, anlattığımız süreçlerle bu hakikati ilminde yarattı. Yarattığı ne? Hakk yani Hakikat Mertebesi! Nerede yarattı? İlminde! Allah yarattıklarını ilminde (ilmullahta) yarattı. Bunu artık biraz anlayabiliyoruz değil mi? İpucu olsun diye bir tefekkür yaptık, biz de düşünerek ilmimizde, ilmimizce, yeteneklerimize göre bir şeyler düşündük ve ilmimizde o oldu. Benzerini ben de Allah’ın verdikleriyle yapıyorum, bendeki ilmi yetenek sınırları içinde. Bu Allah’la kıyaslanabilir mi? Hayır, asla! Ama O’nun özellikleriyle yapıyorum. Zaten başka bir yer ve başka bir özellik mi var ki oradan bir şey almak mümkün olsun? Her şey O’nun ilminde! Senin ilminde, hayal etme yeteneğinle yaptığın bu tefekkürden anlaman gereken şudur: Allah yarattıklarını ilminde yarattı.
Allah, yaratılanları Hakk olarak, hakikat olarak ilminde yarattığına göre “bir Allah, bir de dışında yarattıkları” yoktur. Bu yüzden, “Allah etrafına baktı ve şurası müsait bura uzay olsun, yaratacaklarımı burada yaratayım. İnsanlar şöyle, şeytan böyle…” diye düşündü ve yarattı” şeklinde bir düşünce çok yanlıştır. İşte bu inanışla TANRI MEFHUMU oluşuyor, TANRILIK işte budur: Allah ve diğerleri, Allah ve dışında yarattıkları! Ama öyle sanılıyor. Maalesef. “Allah yarattı, şimdi de bizi gözetliyor, yönetiyor” gibi inanılıyor. Ama öyle değil! Çünkü O’nun dışı (Dûnu) diye bir yer yok! “Dışı” diye bir kavram yok. Bu yüzden ilminde yarattı.
Resulluh (SAV)’ın “OKU”duğu neydi?
Yaratılana “Hakk/Hakikat” dedik ama aslında hakikat diye bir sınır ve öyle bir alan da yok. Anlatabilmek için mecbur kalıyoruz. Öyle bir sınır yok, “var” sanırsak bize gülerler, “olur mu öyle şey, sınır koyamazsın!” derler. Anlatabilmek için bir yöntem olarak böyle söylüyoruz. Allah yarattıklarını ilminde yaratmasına rağmen, sonra ne oluyor da biz bu Hakk(Hakikat) olarak yaratılanı doğru anlayamıyoruz, içinde bulunduğumuz bu pozisyonu anlamaktaki zorluk neden? Neden kendimizi, O’nun dȗnu var da biz oradayız sanıyoruz? İşte Efendimiz (SAV)’in okuduğu! Şimdi Efendimizin OKU’masına geliyoruz, İKRA’ ile anlatılana, çok önemli bir kısma geliyoruz. Anlaşılması gereken esas mesaj, esas söylemek istediğimiz odur. Onun üzerinde durmamız gerekiyor: Efendimiz (SAV) neyi okudu? O’nu telaşlandıran, O’nun anlamaya çalıştığı şey neydi?
Ne oluyor da biz bu hakikati anlayamıyoruz, şimdi onu açıklayalım. Sistem şöyle çalışıyor: Allah’ın ilminde hakikatin bizzat bünyesinde yaratılmış olan kişi kendisini düşünüp “Ben müstakilen varım” diyor. “Ben Varım” demek kendine kimlik vermektir. Kendine bir kimlik veriyor: “Ben varım. Ben müstakil bir varlığım. Benim müstakil düşüncem, müstakil cüzi iradem var, kararlarımı kendim veririm” diyor. Tabi inanıyorsa “cüzi iradem.”. Bu inandığı için “müstakil cüzi iradem var” diyor, inanmayan “iradem var” diyor, cüzi irade bile demiyor. Sonuçta kişi “ben varım” demekle müstakil bir kimlik oluşturuyor. İşte bütün mesele budur: “Ben varım, ben Allah’tan müstakil bir varlığa ve iradeye sahibim” diyerek müstakil bir kimlik oluşturmak!
Yaşadığımız alem, Allah’a göre hayaldir
Lütfen dikkat edin, kişinin “ben varım” diyerek oluşturduğu dünya Allah’ın ilminde yarattığı hakikat değildir, onun iddia ettiği dünya o hakikatin içinde değildir, onun zannıyla oluşturduğunun Hakk olarak yaratılanda (hakikatte) yeri yoktur. Burası çok önemli, lütfen çok, çok dikkat edin! Onun “Ben Varım“ diyerek oluşturduğu ZANN’ın Allah’ın yarattığı sistemde yeri yoktur. Buna rağmen o “Ben Varım” diyerek kendisine ayrı, sanal bir dünya oluşturdu, gerçeğin (yani yaratılan sistemin, hakikatin) içerisinde olmayan bir zann üretti; onun ürettiği o zann bir sanallıktır. Tasavvufta “âlemlerin aslı hayaldir” cümlesini duyarsınız ya, o cümledeki hayal onun zannıyla oluşturduğu hayal değildir. Hayal olan âlem Allah’ın ilminde yarattığı âlemdir, hayal olan odur. Hayal Allah’ın hayalidir denilen, “ben varım” diyenin oluşturduğu o zann değil. Siz kiviyi düşündüğünüzde o bir hayal, değil mi? Kime göre? Size göre! İşte bu yaratılanlar da Allah’a göre hayaldir. Yaşadığımız bu âlem insana göre hayal değil, Allah’a göre hayaldir. Burada yanılırsanız tasavvufta, tefekkürde çıkmaza düşer, işi çözemezsiniz.
Vehmi İki Türlü Düşünmek Lazım
Bir de çok sık duyulan bir kavram vardır: Vehim. Tasavvufla ilgilenenler genellikle vehimden korkarlar. Aslında vehimden hemen korkmamak lazım, o hep tehlikeli değildir. O zaman vehme biraz değinelim. Vehmi tanımak için onu iki türlü düşünmek lazım: Onun bir Rahmani, bir de Zulmani yanı vardır. Zulmani olan vehim tehlikelidir, çünkü o senin ürettiğin vehimdir. Diğeri Allah’ın yarattığı vehimdir, Allah’a aittir. Mesela, sen benim karşımda bir vehimsin, holografik sistemde var gibi görünen şeyler hep vehimdir. Vehmi çok net olarak şöyle tarif edelim: Allah’ı fark etmeni, görmeni engelleyen her şey vehimdir. Bu tarif duyulunca bazen şöyle düşünülür: Vehim kalktığı zaman Allah’ı görür müyüm? Hayır. Niye? Çünkü vehim kalkarsa sen de yok olursun, bu yüzden gören olmaz. O vehim yüzünden varsın, vehim olmasa kendine bir beden biçemezsin. Evet, vehim iki türlü: Hakikat olan, bizleri var eden vehim. Bir de Allah’ın vehimle var kıldığı kişinin oluşturduğu vehim. Kişi bu vehimden yararlanıp bir başka vehim kuruyor, zannıyla yeni bir dünya oluşturuyor. Buna ayetler VEHMİN ZULMETİ diyor. Fark ettiniz mi?
Vehmin Zulmeti’ni duyunca aklımıza hadisle öğretilen şu dua gelir: “Allahümme ahricni min zulümâtil vehmi ve ekrimniy bi nuril fehmi.”
Buradaki “zulümât” vehmin zulmetidir. Efendimiz, okuduğu gerçeği fak etmemiz için bize öğretiyor, böyle dua edin buyuruyor: “Allahümme ahricni min zulümâtil vehmi ve ekrimniy bi nuril fehmi.” Bu duaya sarılıp sığınırken talebimiz şudur: Allahım, beni vehmin zulmetinden çıkar. Ve bana nurundan bir anlayış ver, öyle ki onunla İhlâs Dairesi’nde olayım, orada kalayım. Şu tanrılar dünyasından beni kurtar Allahım. Böyle diyoruz. Sığınma, dualarla hep devam ediyor:
“Ya Mukallibel Kulub, sebbit kalbiy ala diynike: Ey kalbleri evirip çeviren, kalbimi İhlâslı Hayat’ta sabit kıl.”
“Rabbena la tuzi’ğ kulûbena ba’de iz hedeytena ve heblena min ledünke Rahmeh, inneke entel vehhab: Rabbimiz, bir kere gerçeğe eriştirdikten sonra bizi saptırtma.”
Efendimiz’in öğrettiği bu dualar tanrılık iddiasından kurtulmaya çalışanın seslenişidir, sığınışıdır. Ancak, kişi bu duaları “ben de varım” idrakıyla (yani tanrılar dünyasında) yapıyorsa o boş iştir. Hep bunu anlatmaya çalışacağız. Konumuz hep bu: Tanrı olmak ve tanrılık ilanı çok tehlikelidir!
“Allahümme ahricni min zulümâtil vehmi ve ekrimniy bi nuril fehmi” duası Allah’ı hakkıyla tanımaya talip olan için öyle çok önemlidir ki… Bu sebeple, onunla ilgili olarak Seher Vakti uygulayabileceğimiz bir şeyi paylaşalım.
Talib olan için Seher Vakti Çok Önemli
Seher Vakti bir çok ayette önemle geçer (Al’u Imran-17, Zariyat-18). Seher Vakti’nde çok enteresan bir mekanizma vardır. SEHER VAKTİ ayetlerde pijama gibi anlatılır. Uzaydan bakılınca veya bir uçakla uzun süre seyahat ederken bakıldığında da o manzara görülebilir. Geceden gündüze geçiş veya gündüzden geceye, karanlığa geçiş bir pijamanın giyilip çıkarılması gibidir; sıyrılarak çıkar, sıyrılır. Ayetlerde mü’minler için denir ki; onlar seher vaktinde tövbe ederler, af dilerler, rükûdadırlar, secdededirler… Böylece aslında mü’minin önemli bir özelliği de öğretiliyor. Çok enteresan bir şeyi, gördüğüm bir şeyi söylemeye gayret edeyim. Seher vaktinde karanlık aydınlığa dönüyor ya, tam o esnada sizin vücudunuzda da aynı şey oluşuyor, ama o anda siz de o makinenin içindeyseniz. Siz o anda; “Allahümme ahricni min zulümâtil vehmi ve ekrimniy bi nuril fehmi” yakarışındaysanız, tam o saatte sizin vücut makineniz de zararlı karanlıklarından aydınlığa çıkar! Dünya ile beraber o anda o da aydınlığa çıkar. Çok enteresan ve çok net izlenilen bir şey elhamdülillah. O an dünya ile beraber siz de karanlıktan aydınlığa çıkıyorsunuz. O yüzden, o anda o bilinçle yaptığınız tövbeyle siz veri tabanınızı, sizdeki yazılımı, karakteri, duygu ve düşünceleri çamaşır suyuyla yıkar gibi ak paklaştırıyorsunuz. O anda sistemle beraber. O yüzden, o an müslüman için çok önemli! Neden önemli? Veri tabanının karanlıktan (zulmetten, tanrılar dünyasından) kurtulması için! O an çalışan o mekanizma, siz o anda o işle meşgulseniz sizi de onarıyor. Beyninizi, idrakinizi, her şeyinizi o anda sistemle beraber onarıyor. Siz zaten o an o işle meşgulsünüz.
“Allahümme ahricni…” duası aslında “Allahu Veliyyülleziyne amenü yuhricühüm minez zulumati ilen Nur” ayetiyle Bakara-257’de verilen müjdeyi talep etmektir: Ayet bir müjde veriyor: Allah inananların velisidir, onları karanlıktan/zulmetten alır nura çıkarır. Siz “Allahümme ahricni min zulümâtil vehmi ve ekrimniy bi nuril fehmi” duasıyla bu müjdeleneni talep ediyorsunuz. Bu yüzden, “Allahümme ahricni…” yakarış ve sığınışı seher vaktinde, o önemli anda vücudunuza bizzat yaşatabileceğiniz önemli bir duadır. Talibi için!

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-2-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER