Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

3 MAYIS TÜRK BAYRAMI

Türk Milletinin tarihi zaferlerle doludur. Başka bir ülkenin tarihinde , bu zaferlerin bir tanesi kazanılmış olsa, günlerce bayram yaparlardı. Gerçi bizim Milli Bayramlarımız vardır, ama resmen ve Türkiye genelinde kutlanmakta olan bayramlarımız, yakın tarihimizle, daha doğrusu Cumhuriyet tarihimizle ilgilidir. Bunlar; 23 Nisan 1920 Tarihinde açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi nedeniyle kutlanan ve çocuklarımıza adanan “Çocuk bayramı”; Atatürk’ün Milli Mücadeleyi başlatmak üzere, 19 Mayıs 1919 Tarihinde Samsun’a çıkışı nedeniyle kutlanan ve gençlerimize adanan “Gençlik ve Spor bayramı”; emperyalist devletlerin desteğiyle Ege Bölgemizin bir kısmını işgal eden Yunan Ordusuna karşı 30 Ağustos 1922 Tarihinde Dumlupınar’da kazanılan “Başkumandan Meydan Muharebesi” nedeniyle kutlanan ve Ordumuza adanan “Zafer Bayramı” ve 29 Ekim 1923 Tarihinde ilan edilen Cumhuriyetimizin kutlandığı “Cumhuriyet Bayramı”dır. Kuşkusuz, Ramazan ve Kurban Bayramları da bizim için Milli niteliktedir…
Bütün bu bayramlar, Türkiye Türkleri’nin kutladıkları bayramlardır. Peki, Avrasya dediğimiz coğrafyaya yayılmış olan Türk Milletinin; bir başka deyişle Türk Dünyası’nın ortak bir Bayramı var mıdır?… Kuşkusuz akla hemen Nevruz Bayramı gelecektir ama, bu Bayram, milli bir bayram olmaktan çok, “Bahar Bayramı”dır…Oysa, yeryüzündeki sayıları 250 milyon dolayında olan bir büyük Milletin, ortak bir Milli Bayramı olmayacak mıdır? Henüz bu konuda ne Türk Cumhuriyetleri Cumhurbaşkanları zirvesinde ve ne de Türk Cumhuriyetleri Hükümetlerinin yaptıkları resmi temaslarda bir fikir ortaya konulmuş değildir.
Neden, 3 Mayıs Olmasın?
Türk Dünyasının ortak milli bayramı için 3 Mayıs tarihi teklif edilebilir. Zira Türkiye’deki milliyetçiler, yıllardır bu tarihi “Türk Bayramı” ya da “Türkçülük Bayramı” adı altında kutlamaktadır. Büyük Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’yi yönetenler, kuzey komşumuz Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden korktukları için, 1940’lı yılların başında, milliyetçi avına çıkmışlar ve çok sayıdaki aydın Türk milliyetçilerini tutuklamışlar; hatta işkence etmişlerdir. 1940’lı yıllardaki tabutluk olayları, bugün de Türk Milliyetçilerinin yüreklerini sızlatmaktadır. Günümüz Türk gençlerine bu olayları anlatabilmek çok güçtür! Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde; Türk Bayrağının egemen olduğu bir toprak parçasında, Türk oldukları ve Türklüğü müdafaa ettikleri için, pırıl pırıl insanlarımızın hapsedilip, işkenceye maruz bırakılmalarının gerekçesini kabul edebilecek bir Türk gencinin olabileceğini sanmıyorum. Ama bunlar, Türkiye’de yaşandı. İşte bu acı olayların yaşandığı 3 Mayıs 1944 baz alınarak; her yıl 3 mayıslarda, Türkiye Türkleri ile birlikte; Türk Dünyasının her yanında “Türk Bayramı” kutlanmalıdır…
ATATÜRK Yarım Yüzyıl Sonrasını Görmüştü
Atatürk’ten sonra Türkiye’yi yönetenler, kuzeydeki komşumuzdan korkuyorlardı; ama asıl korkan kuzey komşumuzdu; çünkü bir Rus imparatorluğu demek olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde milyonlarca Türk yaşıyordu. Nitekim, bu imparatorluğun dağılmasından sonra, dünya coğrafyasında bağımsız 5 Türk Cumhuriyeti ortaya çıktı. Bugün de, Rusya Federasyonu biçiminde tanımlanan ülkede, milyonlarca Türk kökenli insan vardır ve bunlar da bağımsızlık veya yarı bağımsızlık mücadelesi vermektedir. Büyük Atatürk, Sovyetler Birliği’nin bir gün dağılacağını çok önceden görmüş ve Cumhuriyetimizin 10.Yıldönümünün kutlandığı 29 Ekim 1933 akşamı, Ankara Türk Ocağı Merkez Binası’nda yapılan Cumhuriyet Balosu’nda yaptığı konuşmada, şu sözlere de yer vermiştir:
“Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür…Tarih bir köprüdür…Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türkler’in) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…”
Evet, Sovyetler Birliği dağıldı ve avucunda tuttuğu milletlerin bir kısmı uçup gitti ve imparatorluktan tam 15 cumhuriyet çıktı… Ama Rus emperyalizmi yine de hüküm sürmektedir! Ama Ata’nın dediği gibi; dünyada yeni dengeler kuruldu. Rus’un burnu kırıldı ama, ABD tek süper güç olduğunu ilan etti, kimi gözüne kestirdi ise, saldırmaya başladı!…
Ne Yapmamız Gerek?…
Atatürk, daha 1933 yılında, gerekli ve net uyarılar yapmıştı ama; O’nun ölümünden sonra yönetimi ele alanların, Türklük sevdaları yoktu. O kadar yoktu ki; yeni yetişen gençler; Dünyanın her yanında soydaşlarının yaşadığını bilemeden büyüdüler! Bu nedenle de, 1990’lı yılların başında, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, hiçbir hazırlığımızın olmadığını gördük. Başka ülkeler, yeni Türk Cumhuriyetleri üzerinde bizden daha etkili olurlarken; Türkiye’yi yönetenler, Amerika’yı yeniden keşfedercesine, yanlışlıklar yaptılar; cahilane demeçler ve uygulamalarla, kardeşlerimizi kırdılar!…
Öyleyse ne yapmak gerek?… Bir kere hiç unutulmamalıdır ki; dış Türkler, Türkiye Cumhuriyeti’nin, kendilerine karşı, bir ağabey ya da bir baba anlayışı ile yaklaşmalarına karşıdır. Şu sözü, Türk Dünyası’nın çok yerinde işitmişimdir: “Ruslar, 80 yıl boyunca bize, ağabeylik taslayıp, sömürdüler! Şimdi de bağımsızlığımızın zevkini yaşarken, yeni bir ağabey istemiyoruz!…” Öyleyse, nüfusu küçük olsun, büyük olsun, hangi Türk topluluğu ile temasa geçersek geçelim, onlarla eşit şartlar altında ilişki kurmalı ve onların da bizden üstün yanlarının bulunduğunu kabul etmek zorundayız… Onlara yardım etmek yerine, ortaklık ya da işbirliği ilişkileri kurmalıyız. Onları onore etmeliyiz. Onlara, Büyük Türk Milleti ağacının, bir dalı olduğunu söylemeli ve Türklükleriyle gururlanmayı öğretmeliyiz. Burada küçük bir anımı nakletmeden geçemiyeceğim…
1987 yılında, daha SSCB dağılmadan, Moldova’nın Gagauziye Bölgesi’ne yaptığım seyahat sırasında, bu ülkenin Çadır Kasabasında bir salon toplantısına katılmıştım. 400 kişilik salon tıklım tıklım doluydu. Toplantıda bana da söz vereceklerini söylemişlerdi ve ben heyecanla sıramı beklerken, neler söylemem gerektiğini düşünüyordum. Benden önce konuşanlardan birisi, “biz Gagauzlar küçük bir halkız, nüfusumuz 200 bin…” gibi sözler söyleyince, kafamdaki konuşmam şekilleniverdi ve mealen şunları söyledim: “…biraz önce konuşan bir kardeşimiz, Gagauzlar’ın küçük bir halk olduğunu söyledi. Bu çok yanlıştır. Çünkü siz, çok büyük bir millete mensupsunuz. Bugün dünyada 250 milyon kardeşiniz var. Siz dünyanın her yanına dağılmış olan 250 milyonluk büyük Türk Milletinin, bu bölgede yaşayan bireylerisiniz. Siz Türk’sünüz. Ben ne kadar Türk’sem, siz de o kadar Türk’sünüz…” Konuşmamdan sonra birkaç saniye derin sessizlik oldu; ardından müthiş bir alkış tufanı koptu ve dakikalarca, ayakta alkışladılar…
Avrasya’daki kardeşlerimizle temaslarda, onların dillerine ve inançlarına yönelik tenkitler çok sakıncalıdır. Nitekim, dil uzmanlarının yaptıkları toplantılarda, alfabe ve gramer birliği sağlanamamıştır. Çünkü her Türk topluluğu, kendi alfabesinin ve gramerinin daha doğru olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla, bu konuyu şimdilik bir yana bırakıp, tarihin akışına bırakmak gerekir… İnanç meselesine gelince; uzun yıllar komünist sistemle yönetilirken, ateist bir kişi haline gelen ya da hiçbir zaman islâmiyetle tanışmamış; islâmın faziletlerinden habersiz kişinin, bugünden yarına, iman edip, müslüman olmasını beklememek lâzımdır. Zaman içerisinde bu husus, kendiliğinden halledilecektir, kanaatindeyim. Nitekim bu konudaki olumlu gelişmeleri de, görmekteyim.
Bir olumlu gelişme ise Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), veya eski adıyla Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi)’nin kurulmuş olmasıdır. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkiye’nin üye, Macaristan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkmenistan’ın gözlemci statüsünde yer aldığı Türk devletlerinden oluşan bu uluslararası teşkilat, ilk büyük zirve toplantısını 16 Mart 2023 tarihinde Türkiye’de yaptı. Devlet Başkanları düzeyindeki bu toplantının, tabana doğru genişletilip, yaygınlaştırılması ve millete yararlı hale getirilmesi gerekmektedir. Dileğim önümüzdeki süreçte bunun gerçekleştirilmesidir…
Özümüze Dönelim
Üç Kıt’ada at koşturmuş olan koskoca Osmanlı Türk Devleti’nin çöküş dönemini; yenilgileri ve Sevr Anlaşmasını hiç, ama hiç unutmamamız gerekir. Osmanlı Devleti, önce Anadolu sınırları içine tıkılmış; daha sonra İstanbul ile birlikte Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizin önemli bir bölümü, emperyalist devletlerin işgaline uğramıştı. Uzun yıllar cepheden cepheye koşan askerlerimizin ayakta duracak halleri kalmadığı gibi; ne ayaklarında ayakkabı, ne de üzerlerinde doğru dürüst elbise vardı! Millet umutsuzdu. Ama umutlu olan bir avuç insan ve onların da başında Mustafa Kemal Paşa vardı. Türk Milleti, imkânsızı başardı; peş peşe kazanılan zaferlerden sonra düşman Anadolu’dan kovuldu ve Vatan kurtarıldı. Sonra iktisadi zaferler kazanıldı. Ekonomimiz rayına oturdu. Dünya, İkinci büyük savaşa girerken, Türk Lirası, yabancı paraların hepsinden daha değerliydi.
Ne yazık ki en büyük müttefikimiz A.B.D. bizi bir “muz cumhuriyeti” gibi görüyor! Avrupa Birliği ülkeleri, bizi bu birliğin kapısında bekletmeye devam ediyorlar! Birileri ülkemizin altını oymaya, bizi birbirimize düşürmeye ve ülkemizi bölmeye çalışıyor!
Ama ben inanıyorum ki, hiçbir güç Türk milletini çökertemeyecek ve Atatürk’ün dediği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır…”
Bir İbret Vesikası
Şimdi bir ibret vesikası sunacağım…İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Alman asıllı Prof.Naumark, bir kısım öğrencileriyle birlikte Boğaz gezisine çıkarlar. Öğrencilerden birisi sorar: “Hocam, Avrupa bizi neden sevmiyor?” Prof.Naumark, “çok samimi itiraf edeyim ki Avrupalı, Türkler’i sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı, Hristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince:
1. Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama faraza laik şöyle dursun, hristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder.
2. Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar. Tarihten Türk çıkarılırsa, tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.
3. Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı Pazar yapmaya başladınız.
4. En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.
5. Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanlar’ı haçlı ordusuna mezar ettiler.
6. Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce ahlaki değerlerinizi yıpratmaya başladılar, giyiminizden yaşantınıza kadar, sonra kendi içinizde sizi bölmeye başladılar. A-B-C-D gibi…
7. Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, hakimiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirirdi. Kaldı ki, Vehhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyeti sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet’i devam ettirdi.
8. Kilise size kin kusmaktadır. Ve sebepleri yukarıdadır.
9. Ben Türkiye’ye geldiğimde iki üniversiteniz vardı, şimdi 19 üniversite var.(o tarihteki devlet üniversitelerinin sayıları belirtiliyor) Osmanlı zamanında ise her yerde bir medrese vardı. Tarihinize bakın her medresede bilim eğitimi vardı; ilk denizaltıyı Osmanlının yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuzdur belki de; ama Avrupa bunu biliyor.
10. Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Ama sizde bunun olması, bu şartlarda çok zor.
11. Yine sizler, Avrupa’nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız…”
Almasını bilene büyük bir ders olan ve bir anlamda bir itirafname niteliği taşıyan bu sözler, Türk’ü, Türkiye’yi çok iyi tanıyan bir Alman’a ait…Yıllardır; Avrupa Birliği hayali ile yaşarken; Avrupa’daki şu veya bu ülkenin en tepesindeki siyasilerin Türkiye ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğiyle ilgili sözlerine kulak veriliyor mu?…ne yazık ki hayır!…Bizi hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne almayacak olan Avrupalı’lar; her vesileyle bizi yönlendirmeye ve hatta yönetmeye devam ediyorlar!
Öte yandan içimizdeki hainler!…Türkiye’yi zayıf, çaresiz, zavallı bir ülke konumuna düşürmeye çalışan ve saf insanlarımızı umutsuzluğa sevk eden hainler!…
Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri, dünyanın sayılı birkaç askeri gücünden biridir ve Türkiye Cumhuriyeti’ni savunabilecek yeteneğe ve güce sahiptir. Üstelik, Türkiye’de Türkler vardır. Gerekirse bu Milletin içinden yeni Fatih’ler,Yavuz’lar, Kanuni’ler, Mustafa Kemal’ler çıkabilir. Gerekirse, bu Millet, yeniden Milli Mücadele yapabilecek, milli bilince sahiptir. Çünkü bu Millet, Büyük Atatürk’ün, “Gençliğe Hitabı”nı yüreğine nakşetmiştir:
Ey, Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur.Bu temel,senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi,seni,bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler.Millet fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı. İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET, DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA, MEVCUTTUR!
Evet, asil Milletim, seni hiçbir devlet, hiçbir topluluk, hiçbir güç yıkamaz. Gerekirse , Milletimiz yeniden Samsun’a çıkar, yeniden milli mücadele başlatır ve yurdumuza şaşı bakanların gözlerini çıkarmayı bilir…
Benim büyük Milletim, bayramın kutlu olsun!…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti