Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

DOĞRU BİR MUTLULUK YÖNETİMİ İÇİN

Son yazılarımızda, mutluluğu (inanan için “mutmain nefs” halini) anlamaya, mutluluğa götüren ve ondan uzaklaştıran şeyleri tefekkür etmeye çalışıyoruz. Bu kapsamda, mutluluğun memnuniyet ve rahatlık olmadığını ama günlük yaşantıda çok yaygın olarak böyle sanıldığını, yanlış tarifler ve yanılgılar yüzünden mutluluğa çok arzulanıldığı halde bir türlü ulaşılamadığını birlikte tefekkür ettik. Aradığımız şeyi (mutluluğu, mutmainliği) doğru tanımlamadığımız için, fıtratımızda mevcut mutluluk halini (ahseni takvim’i) bulamıyor oluşumuzu fark etmeye çalıştık ve bunu gündem yapmaya da devam ediyoruz. Mutluluğun akılla ilişkili ilmî (bilimsel) bir hal olduğunu, bir bilimsel süreç olması hasebiyle mutluluğa yönetilerek ulaşılabileceğini gördük ve “mutluluk yönetilmesi gereken bir duygudur” cümlesini hem dünyamız hem de ahirete götüreceğimiz kazınılmış değişimimiz için önemsedik. Bu sebeple, mutluluğa talip olan kullar olarak seyri seferimizi doğru yönetebilmek adına birlikte tefekkür ediyoruz ki hem mutlu kişi ve mutmain nefs olarak yaşama hedefimizi belli edelim hem de bu tefekkürlerimizle o halimiz için dua etmiş olalım.
Mutluluk yönetimini doğru yapmaya çalışan bir inananın daima anlamaya çalıştığı, daima sorguladığı olgu “sistem”dir. Bu sebepten, mutluluğa talip bir inanan olayları incelerken “Kim hatalı?” diyerek değil “Ne hatalı?” sorusuyla konuya yaklaşır (Dündar Y., Mutluluk Yönetimi).
Günlük yaşantıda çoğu zaman farkında olmadan yaptığımız yanlışlardan bir tanesi, konuya ilişkin çözüm arayışı yerine konuyu magazinsel sorular üzerinden anlama çabamızdır. Bu cümleyi daha açık olarak şöyle ifade edelim: Yaşadığımız veya karşılaştığımız bir olayın sebebini önemsemeden “Kim yaptı? Kimden etkilendi de yaptı? Kiminle yaptı? Bunu yaparak ne demek istedi?” gibi sorularla konuyu magazinsel boyuta taşır ve gerçek çözümden uzaklaşırız. Sonuçta bu durum bizi huzursuz eder, sıkıntıya sokar; bizi dedikoduya yönlendirir, bize birileri için suçlama yaptırır, ayıp araştırır hale geliriz, böylece kurtulmamız gereken zanları pekiştirir, onları daha da kuvvetlendiririz.
Çok ilginçtir ki, bir inanan olarak hiç sevmediğimiz, kurtulmaya ve korunmaya çalıştığımız kimi hasletleri incelediğimizde bu hasletlerin normal günlük yaşantı için hayat tarzı olduğunu fark ederiz. Öyle olunca da, eğer bir konu üzerinde dedikodu yapmayacak isek bu hayat tarzında olanlarla iletişim kuramayacağınızı fark ederiz. Böyle yaşayanlar, bizi ve konuşmalarımızı istedikleri yöne yönlendiremedikleri için zaman içerisinde bizimle iletişimi keserler veya iletişim doğal olarak zayıflar ve kesilir. Hatta iş öyle bir noktaya gelir ki onunla birlikte dedikodu yapmadığınız için bazen en yakınınızdakiler bile size “seninle de hiçbir şey konuşulmuyor” deyip sizi “ti”ye alabilir, sıkıcı bulabilirler. Olsun… Biz mutluluğu yönetme, ona ulaşma, mutlu bir hayat tarzı oluşturma yolunda (doğru eleştirileri önemseyerek, severek ve kabul ederek) ama kınayanın kınamasına aldırmadan Hakk yolda yürüyenler oluruz inşaAllah.
Mutluluk yönetimimiz için çok önemli bir husus vardır ki şudur: Yapılan yanlışı, yanlış fiili eleştirmek, ama zatı eleştirmemek! Bu öyle önemli ve öylesine hassasiyet gerektiren bir durumdur ki… Öyle olunca bize öğretilmesi gerekiyor. Bakın bunun bir yaşanarak öğretilmiş örneğini Rasulullah (sav)’den öğrenelim. Zaten bizim Rabbimiz Allah ve O’nun Rasulu (sav)’den başka bir ilim ve hal/davranış kaynağımız var mı ki…
“Ensar’dan birinin hurma bahçesini taşlayan Râfi b. Amr isimli çocuğu bahçe sahibi yakalayıp Rasulullah (sav)’in huzuruna getirdi. Rasulullah (sav) önce çocuğu serbest bıraktırdı ve “Yavrucuğum ağaçları neden taşlıyordun?” diye sordu. Râfi: “Açtım ya Rasulallah, karnımı doyurmak için taşladım” cevabını verince, “Bir daha meyvesi için ağaçları taşlama yavrucum, altına düşenleri al, ye.” buyurmuş, sonra da Râfi’nin başını okşayarak, “Allah’ım, bu yavrunun karnını doyuruver” diye duada bulunmuştur (İbn Mace, Ticaret 67).
Ağaçları taşlayan çocuk Rasulullah (sav)’in karşısına getirildiğinde Efendimiz (sav) önce onun serbest olmasını sağladı, akabinde suçlamadan ona ağaçları neden taşladığını sordu. Onun kendini kendi gibi hissetmesini, hür olmasını o çocuğun kararı açısından önemli gören Efendimiz sav onu önce korku ve tutsaklık hissinden uzaklaştırmıştır. Bu olayda bize öğretilen bir diğer husus suçlama yapmadan konuşmaktır. Hatırlayacaksınız, nefs terbiyesinin en önemli, en kısa, en hızlı, en etkili yöntemi “konuşma” idi, “dil” idi. Nefsin şerrine ait konuşma dilinin çok önemli bir özelliği “suçlama”dır. Siz suçlayan cümlelerle karşınızdaki insanı suçladığınızı düşünseniz de aslında suçladığınız Rabbimiz Allah’tır. Suçlayanın gerçekte kimi suçladığını ve bu duygunun temelinin neye dayandığını önceki yazılarımızda tefekkür etmeye çalışmıştık.
Mutluluk yönetimi (mutluluğu tanımlamak, ona ulaşmak ve mutlu bir hayat tarzı oluşturmak) amacıyla tefekkürünü yapmaya çalıştığımız “kişinin zatını değil fiilini eleştirmek” hali için örnek bir olayı Efendimiz (sav)’in bu hadisteki davranışında görüyoruz. Rasulullah (sav), bir yanlış davranışı sebebiyle karşısına gelen bu çocuğa onun zatıyla ilgili bir suçlama yapmadan sadece fiili ile ilgili bir öneri getirmiş, ayrıca yapılması gereken doğru davranışı da söylemiştir. Çünkü o çocuğun zatı da, Efendimiz sav’in zatı da bizim zatımız da Allah’ın Zatı’ndan ayrı (duniHi) zatlar değildir; Allah’ta, Allah’tan, Allah’a aittir. Bu sebeple, ortaya konulan bir yanlış fiilden rahatsız olabiliriz, bunu dile de getirebiliriz ancak o fiili gerçekleştiren kişinin zatına hücum edemeyiz; yani onun zatı üzerinden zatına buğzederek konuşamaz ve davranmayız. Neden? Çünkü zata suçlama yapmak, zatı suçlayarak konuşmak, davranmak Rabbimiz Allah’tan ayrı düşmemiz demektir; böyle davranışlar bizi dunihi algıya çeker ve bizim o algıda olduğumuzu (Rabbimiz Allah’tan uzaklığı yaşadığımızı) gösterir.
Allah’ı tanımaya yani mutluluğa talip olan birisi böyle bir cümle kurmaz ama yine de örnek vermiş olalım. Karşı tarafın yaptığı yanlışı bırakıp da zatına söylediğimiz “Sen aptal mısın?” gibi bir ifade aslında Rabbimiz Allah’a karşı bir nefret ifadesidir; yani bir ğıll ürünüdür. İşte bu sebeple ayetlerimiz bize öğretiyor ki ğıll varsa cennet yoktur (Hicr 47); yani ğıll varsa mutluluk yoktur. Allah’a, Allah yoluna, Allah’ın sistemine ve Hakk yolda olanların zatına karşı duyulan nefret (ğıll) ile mutluluk bir arada olamaz. O zaman, bu noktada kendimizi test edeceğimiz çok önemli bir alan var demektir: Benim bir inanana (inanan eşime, arkadaşıma veya bir başka inanana) bir yanlış davranışı nedeniyle duyduğum bir nefret var mı? Sadece inananların değil, tüm kulların zatlarına karşı bende bir nefret hali var mı? Bunun göstergelerini kendimizde arayıp mutlaka bulmalıyız! Eşimizin, imanlı bir arkadaşımızın, kardeşimizin en ufak bir hatasına karşı, bu hatayı fırsat bilip onun zatına karşı patlamaya hazır bomba gibi mi duygu düşünce üretiyor, konuşuyor ve davranıyoruz? Kullarla ilişkilerimizde onların zatlarına karşı nasılız, davranışlarına karşı nasılız? Hemen zatını eleştirmeye, zatı hakkında zan üretmeye, hatta zatını göremeyip yüzünü kızartmaya, rencide etmeye mi yöneliyoruz?
Bütün bunları sorgulayan birisi çok normal olarak hemen şunu soracaktır: Peki, yanlış bir davranışta bulunan çocuğumuza veya bir yakınımıza nasıl davranacağız? Suçlama yapmadan, zatıyla ilgili olumsuz bir hitap kullanmadan nasıl konuşacağız ve davranacağız? İşte bunun için önce bir farkındalık gerekmektedir, yani bir ilim, bir bilgi ve o bilgiye uygun hal ve yaşantı gayreti gerekmektedir. Bu ise bize Allah’ı doğru tanıtan ilimdir, eskiler buna “tarikat” demişlerdir. Tarikat bir ilimdir, Allah’ı doğru tanıma ilmine verilen isimdir tarikat. Tarikatla elde edilen ilmin yaşanmasıyla başlayacak marifet ve hakikat halleri ise takip eden hedeflerdir ki biz bütün yazılarımızı bu seyrin birer duası haline getirme gayretindeyiz, bunun derdi ve telaşındayız yani.
Evet, mutluluk yönetimi için çok önemli bu husus (zatını değil fiilini eleştirmek kuralı) sebebiyle biz ancak yapılan yanlış fiil üzerinde konuşabilir, durum tespiti, değerlendirme yapabilir ve o yanlışa buğz edebiliriz. Rasulullah (sav)’in “yavrucuğum ağaçları neden taşlıyorsun?” diye soruşu işte bu sebeple de bize bu konuda çok hoş, çok güzel bir örnektir. O yavrudan aldığı cevap ile yanlış fiilin yapılma sebebini ortaya koyan Efendimiz (sav), fiilin yapılma şeklinin yanlışlığını öğreten, doğru davranışı gösteren, böylece yanlış fiilin sebebini ortadan kaldıran bir yöntem önermiştir ona ve bize. “Bir daha ağaçları taşlama yavrum, altına düşenleri al da ye” buyurarak hem o canlı yazıyı yazan yavruya, hem onu tutup getiren kişiye hem de günümüzde bize (ve her dönemde yaşayacak tüm Billahi imanlılara) mutluluk yolunu her halinde ve her hadisinde olduğu gibi bu olay üzerinden de bizzat göstermiş, mutluluğu yönetmeyi en basit ve en kolay yoldan öğretmiştir. Efendimiz (sav) bu olayda, yapılan hareketin yanlışlığını gösterdiği gibi yavrunun açlığını giderecek yöntemi de göstermiş, ağaç altına düşenleri yiyebileceğini belirtmiştir. Bu yöntem her zaman dilimi için o günün şartlarında yapılacak kıyaslar ile kolayca bulunabilir ve uygulanabilir. Bunun için elbette bizde iman nurunun, marifet nurunun ve nihayet lüb nurunun canlı, aktif olması gerekmektedir.
Allah’ım, bizlerin kalplerini üsve-i hasenemiz olan Rasulullah sav ile dost ve arkadaş olacak şekilde temizleyiver; bizi Nuru Muhammedî ile nurlandırıver, ahlakı Muhammedî ile ahlaklandırıver Yarabbi (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti