Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ETİKETLEYEN VE ETİKETLENENİN ÖNEMİ

– 20-
Dün Kehf Suresi’nin 102-104. ayetlerini görmüştük, âyette özel bir vurgu vardı: DUNİY: benim dışım var zannederek… “Dûnillah” veya “dûniHi” ifadelerinde olduğu gibi genel değil de “Duniy” yani “Benim dışım var zannederek…” denilerek vurgu kuvvetlendirilmiş ve özelleştirilmişti.
Ayetteki “Dûniy” ifadesinin taşıdığı “el-Veliy” manası ile Rabbimiz bize; “Sana doğru yolu göstereceğini sanıp de benim dışımda güç var zannetme!” buyurmaktadır. Ayetteki doğru yol her türlü iş ile ilgili “doğru seçenek”tir, ne tür doğru varsa hepsini içerir; bir iş, bir sınav, bir karar… Mesela bir dünya işindesin, birisiyle iştiraktesin, bir akıl alacaksın tam o anına da seslenir: Benim dışımda sana akıl verecek müstakil bir güç yok! O kişiye “akıl veren müstakil güç” etiketi yapıştırırsan dûniHİ güç edinmiş olursun. Bu yüzden uyarıyor; dûniy güç edinebileceğini mi sandın? Bu durumda bütün amellerin boşa gider, iflas etmiş tüccar gibi olursun. O gittiğin yerde, müracaat ettiğin kişide de Ben’i gör, oraya giderken de bana gel! Rabbimiz böyle buyuruyor. El-Veliy Allah’tır, yani doğru yolu gösterecek olan Allah’tır, O yolun ve kulun sahibidir. Dolayısıyla, dûniHi algı yöntemleri ve kişileriyle doğru yolu aramak bâtıldır. Bu kapsama tüm felsefeler ve felsefeciler girer. Bu âyetten çıkan bir mânâ da budur, çok dikkat edin. Eğer siz, doğru yolu gösteriyor diye bir felsefecinin fikirlerine bakarsanız “dûniy veli” edindiniz demektir, bütün amelleriniz boşa gider. “Şu ameli, şu zikri şu kadar yapıyorum ama söylenen/yazılan sonucu alamadım” diyorsan sevgini incele, velilerini incele! Hayatının bir yerinde “dûniy veli” olabilir, incele! Sahibi uyarıyor, böyleyseniz yaptıklarınız boşa gider! Bu yüzden, dosdoğru olan Billâhi ilmi ve hâli bırakıp, onu görmeyip dûniHİ düşünce, idrak ve felsefelere gidene derler ki; sana Allah ve Rasûlüllah yetmedi mi? Oralarda ne aradın, neyi aradın? “Onlar da önemli şeylerdi, onlar da doğru söylüyorlardı” derseniz Mâide-105. âyetten şu cevabı alırsınız: “Nefsinize bakın (yani kendinizi aklamayın)!” Başka felsefeleri önemsemek, onlarda doğru ve hakikat aramak, onları Efendimiz (SAV)’in yerine koymak, O’nunla aynı yerde tutmak, “şu kişiden de yararlanıyorum” demek, o felsefecileri başkalarına önermek, onlara referans olmak, yani onların düşüncelerini tebliğ etmek bu âyete göre onları “dûniy veli” edinmektir. Ayetteki “dûniy” çok güçlü bir uyarıdır. Çok büyük bir tehlike var ki “Benim dışımda!” diye uyarıyor. Başka fikir söyleyeni önemseyen için Allah dedi ki; “Bu benim dışımda bir fikir söyleyen buldu. Bitti! Onun amelleri boşa gider!” Ayetteki “dûniy” ifadesiyle uyarıda el-Veliy isminin bu yanları da vardır. Bu uyarı İsra Sûresi 2 ve Kehf Sûresi 50. âyetlerde de vardır.
DûniHİ algı ve zann’ları için Enbiya-43. âyette “Bizim dışımız var sandılar” mânâsına “dûniN” geçmektedir. Bizim dışımız!
Meal İhlas” a uymalı
Kur’an’da geçen “BİZ” kelimesi çok anlaşılmış bir mânâ değildir. Fâtiha kitapçığının “İyyâKE Na’budu” bölümünde “BİZ”i geniş olarak paylaştık: Allah’ın “BİZ” demesi nasıl anlaşılmalıdır, “İyyâKE na’budu” âyetinde kulların “BİZ” demesi nasıl anlaşılmalıdır? Rabbimiz orada bize neden “biz” dedirtiyor, o nereye giden bir mânâdır, bize nasıl bir hediyedir ve neyin hediyesidir? Bunlar yerlerinde açıklandı, bakarsanız faydalı olur inşaAllah.
Şunu kısaca söyleyelim, çünkü detayları kitapçıklarımızda var: Ehadiyet’te Allah’ın “BEN” dediği halle Vahidiyet’te “BİZ” dediği hâl aynı şeydir; Kur’an’da geçen “BİZ” de tekildir. O bizim birbirimize “biz, siz, onlar” dememizdeki gibi kesret sisteminin çoğulu değildir. Hep söylüyoruz, Kur’an’daki kelimeler anlamamız için bizim dilimizledir ama mânâyı İhlâs Sûresi’ne göre vermek zorundayız. Kur’ân âyetleri için İhlâs Sûresi’ne uymayan bir meâl verilmez. Halk dilinde bir kelimenin mânâsı öyle olabilir, halk öyle anlıyor olabilir ama İhlâs Sûresi’ne uymayan mânâ olmaz! Bu bakışla söylersek; “BİZ” kesret âleminde “BEN” diyen tevhid dilidir, mânâsı budur; “BEN” demektir, alt sınır budur.
Ama neden “BİZ” denilmiştir? Detaylarını, biraz paylaştığımız o mânâyı tefekkür ettiğiniz zaman yakalarsınız. Dikkat edeceğiniz şey alt sınırdır, alt sınır önemlidir. Eğer o sınırı dûniHİ oluşturursanız, mesela “BİZ” kelimesini kesret âleminin çokluğu olan “biz” mânâsı ile oluşturursanız olmaz! Vâhidiyet pozisyonunun seslenişi olan “BİZ” kesrette “BEN” demesidir ve tevhid dilidir. İşte bu vurgu, Enbiya Sûresi 43. âyette konumuz kapsamında “dûniNA” olarak geçmektedir. O “BİZ” bütün yaratılanların Allah’ın dışında olmayan tekliğini ifade eder. Allah’ın dışında olmayan tekliği ifade eder, yaratılan sistemin anlaşılmasını sağlar, çokluktan tevhide gidebilme yolunu gösterir. Kim için? İnceleyen tâlib için!
“Ben’im dışım var ve orada da müstakil ve muhtar güçler mi var sandınız?” diyerek daha dünya hayatı mühleti içerisindeyken uyarıldığımız bu konuyu dikkate almamış ve korunmamış olanların âkıbetleri ve itirafları Nahl-86. âyette bildirilmiştir. DûniHİ algıdakiler bu soruya; “Rabbimiz, senin dışın var sandık” itirafıyla cevap vermişler, bu anlamda “dûniKE” demişlerdir.
“Dûniy” ile “benim dışım mı var?” sandınız dedi. DûniNA ile “bizim dışımız mı var sandınız?” dedi. DûniHİ algısıyla bu soruya muhatap olan ise ahirette “DûniKE; senin dışın var sandık” diyerek cevap veriyor.
“Şirk koşanlar, ortak koştuklarını gördükleri zaman; ‘Rabbimiz! İşte bunlar dûniKE (senin dışın var zannederek müstakilen var ve muhtar güçler olarak çağırdığımız) ortaklarımız’ (derler. Ortakları da) onlara söz atar; muhakkak ki, siz yalancılarsınız.” (Nahl-86)
O gün her şey şahitlik yapacak
Ötelememek için konumuz çerçevesinde biraz genişletelim. Ortakları “siz yalancılarsınız” diye laf attıklarına göre, hepsi hesap yerinde, ikisi de hesaba çekiliyor. Buradan önemli bir tanıma ulaşacağız, lütfen dikkatlerinizle bana yardım edin. Öyle bir korku ki, “senin dışın var sandık” diyorlar. Çocuk bir şey isteyeceğinde veya çok korktuğunda ortamı yumuşatmak ve pozisyonu belirtmek için “Anneciğim, babacığım” gibi kelimeler kullanır ya, ona benzer ama ahirete ait bir korkuyla, o dehşetle bir itiraf bu: Senin dışın var sandık! “Bir dış var sandık” demiyorlar, çok ileri bir itirafta bulunuyorlar; senin dışın var sandık! Ve ekliyorlar: Şunları ortak edindik, müstakilen var ve muhtar güç ilan ettik, onlara böyle baktık, böyle yaklaştık. Nelere böyle yaklaşmışlarsa, böyle demişlerse onlar da hesaptalar ve “siz yalancısınız” diyorlar! Örneğin, eğer onların “dûniKE” deyip itiraf ettikleri bu güç güneşse (ki günümüzde bile ona tapanlar var), güneşi gösterip “Biz onu müstakil ve muhtar bir güç zannedip taptık, ona yöneldik, ona secde ettik” diyecekler. Fussilet-37. âyette Rabbimiz “Güneşe ve aya secde etmeyin” buyurmasına rağmen ona yönelmişlerse bunu itiraf ettiklerinde güneş onlara “siz yalancısınız” diyecektir. Peki, onlar Hz. İsa aleyhisselâmı rab ilan etmişlerse? O zaman iş değişir, Hz. İsa aleyhisselâmı bu âyet kapsamında bulamayız, yani hesap alanında o yoktur. “DûniKE” kapsamında olanlar oradadır; onların putlar, heykeller gibi ortakları orada onlarla hesaptadır ve her biri güneş gibi cevap verir. Çünkü o gün herşey şâhitlik yapacaktır. Putları o gün onlara; “Biz size sizin iddia ettiğiniz gibiyiz dedik mi? Demedik! Siz yalancısınız. Rabbimiz, bunlar yalan söylüyor!” diyecekler.
O gün bir önemli ortak daha vardır ki o, kişinin kendisinde var sandığı müstakil güçtür; o da orada olur.
Lütfen zihninizi şu konuda zorlayın, her fikir suret bulur. Allah düşüncenize “suretlen” dedi mi o suret bulur. Biz de öyleyiz! Diledi, “suretlen” dedi (Kün fe yekûn) suret bulduk. Her fikir suret bulur. Allah senin müstakilen var ve muhtar zannına “suretlen” derse o da suret bulur. Ve bu suret; “Ben sana senin müstakilen var ve muhtar gücünüm demedim. Yalan söylüyorsun, beni sen uydurdun” der. Bu yüzden Bakara Sûresi 166 ve 167. ayetler onların; “Keşke bir kere daha fırsat verilseydi de (şu uydurmuş olduklarımızın) bizden uzaklaştıkları gibi biz de zamanında onlardan uzaklaşsaydık” pişmanlığını anlatır. Orada o gün bunu diyeceksiniz: Allahım, bir fırsat versen de onların bize sırt dönüp gittikleri gibi biz de onlardan kurtulsak! O halde, sen şimdi kaç ondan ve onlardan! Senin “Müstakilen Varım ve Muhtarım” zannın o gün senden kaçacak, senden uzak duracak.
DûniHİ algı ile sen her neye veya her kime “Müstakilen Var ve Muhtar bir Güç’tür” demişsen ona bir etiket yapıştırmış olursun. Şimdi işi ona yapıştırdığın bu etiketle anlamaya çalışacağız ve önemli bir yere getireceğiz. Bir varlığa sen bir etiket yapıştırıyorsun ve “Bu dûniHİ (Allah’ın dışında, O’ndan ayrı, O’nun gücü dışında bir varlığa ve bir güce sahip müstakilen var ve muhtar) bir güçtür” diyorsun. Bu bir insan, bir eşya veya herhangi bir şey olabilir. Dolayısıyla iki şey çıktı; etiketlenen ve etiketleyen. İki fikir var; etiketlenen ve etiketleyen. İşte Allah dilediğinde bunların ikisi de suretlenir. O güne hazırlık olması için şimdiden başlamak üzere şu çalışmayı içinizden yapmanızı öneririm: Kendinizde Etiketleyen ve Etiketlenen’i bulmaya ve birbirinden ayırmaya gayret ediniz. Gayret edersek buluruz onu/onları. Bulalım ki ahirette o bizden kaçmadan biz şimdi ondan kaçalım inşaAllah.
Allah iman edeni uyarıyor
Bu âyetteki bir başka ipucu: Bu âyeti inanmayan birisi okuyup da “Öyleyse ben o etiketleyenden ve etiketlenenden kaçayım” der mi? Böyle bir şey olmaz, yani inanmayanın bu âyetle işi yoktur. İnananlar olarak biz de kalkıp “bu âyet inanmayanlara sesleniyor” dersek, yani “etiketleyen” ve “etiketlenen” dediğimiz dûniHİ ortakları inanmayanların fark etmesi gerektiğini düşünürsek âyet boşa çıkmaz mı? Ama lütfen şunu fark edin: Allah merhametiyle, seni inanmayan üzerinden bir anlatımla uyarıyor. Onu uyarmıyor! Çünkü o Kur’an’a iman etmez ve Kur’an’ı sevmez, ancak nefret eder. Rabbin o inanmayan üzerinden seni uyarıyor: “O böyle kaçacak. Sen onun orada kaçacağı şeyi şimdi kendinde ara bul ve ondan kurtul” diyor. Kişi o gün; “Bir fırsatım olsa şu uydurmuş olduklarımın benden kaçıp uzaklaştıkları gibi ben de onlardan kaçardım” diyecek. Aslında o cümleyle bize yol gösteriyor: Eğer onun haline düşmek istemiyorsan, hayattayken o “etiketleyen”i ve “etiketlenen”i kendinde ara bul ve ondan kaç! Araştırınca göreceksiniz ki etiketleyen de etiketlenen de Allah’ın kuludur. Ve her ikisi de insanın kendisinde vardır. Kimde ve nerede olursa olsun ikisi de kuldur, Allah her ikisini de sorgular.
“Tâlib de, taleb edilen de zaif/âcizdir.” (Hac-73)
Talep eden de talep edilen de gücü olmayan şeylerdir. Yani etiketleyen de etiketlenen de zaiftir, güçsüzdür, çaresizdir, kuldur!
“Ey, insanlar! Siz Allah’a fakirlersiniz. Allah ise Ğaniyyül Hamiyd!” (Fâtır-15)
Etiketleyen ve etiketlenen varlığını Allah’a muhtaçtır, Allah onları “dışında olmaksızın” yaratır. Çünkü Allah’ın Dûn’u yoktur. Ayetin sonundaki Ğaniyyül Hamiyd’i şimdilik öylece söyleyip geçiyoruz.
Küfrünüzde ısrarcı olmayın, “ama şöyle, ama böyle” diyerek kendini aklayan olmayın:
“Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir. Bu Allah’a Bi aziyz değildir.” (Fâtır; 16, 17)
“B” çok farklı bir konudur. Bu öğrendiklerimizle Kur’an’ın orijinaline sonra da meâline bakarak incelediğinizde “B” sırrını kendinizde keşfetmiş, açmış olacaksınız. Bu âyetteki “B”ye biraz bakalım:
“Ve ma zâlike alallahi Bi Aziyz” âyeti, normal yaşadığımız hayata ait mânâlarla meâllendiriliyor ve deniyor ki, Allah dilerse sizi yok eder, yerinize yeni bir halk getirir, bu Allah’a hiç zor değildir.” Evet böyledir, kimse buna itiraz etmiyor. Meâl doğru ama noksandır. “Bi Aziyz” dediği için mânâya şu mealle yaklaşmaya çalışmalıyız: Bu işler O’nun dışında olmadığı için, O’nun dûnu olmadığı için O’na hiç zor değildir. “Bi Aziyz” diyor. “B” varsa O’nun dışarısı yok! Dışında böyle bir şey olmadığı için O neyi murad ederse ona “Kün” der, fe yekûn (olur). Dışınıza öyle bir şey yapabilir misiniz? İllüzyonları saymayın.
(Bu işler O’nun dışında olmadığı için, O’nun dûnu olmadığı için O’na hiç zor değildir) bakışıyla yaklaşırsanız Kur’an’daki “B” özelliğini, Efendimiz’e gelen bu özelliği “Bi Aziyz” ifadesinden bile çıkarabilirsiniz. Bu işler Allah için her noktada Bi Aziyz’dir. Yani O’nun dışarısı olmadığı için, ne düşünürse “OL” dediğinde olduğu için O’na bir meşakkati yoktur.
Allah’ın dışı yok ki
“(O) yaptıklarından sual edilmez, onlar (yaratılanlar) sual edilirler.” (Enbiya-23)
Demek ki etiketleyen de, etiketlenen de sual edilecek, hepsi sual edilecek.
“Allah sual edilmez” ifadesi de az önceki mânâyı vurgular. Allah neden sual edilmez? Kim sual edecek? Dışı yok ki birisi gelsin de sual etsin. Mânâlara böyle baktığınızda tevhidi yakalarsınız. “Kimin haddine! Kimse cesaret edemez, Allah’a sual etmeye kimsenin gücü yetmez” şeklinde anlarsanız duniHİ varlık oluşturursunuz. Allah’a sual edecek müstakil ve muhtar bir varlık yok ki! Fâtiha kitapçığında “Maliki YevmidDiyn” bölümünde görmüştük: O Zor Gün’de, o Azim Gün’de, Din Günü’nde, o şiddetli günde kimse konuşamaz. Allah’ın dilediği hariç! Onlar da doğru ve Hakk olanı söyler. Başka müstakil varlık yok ki itiraz etsin veya gelsin de sual etsin.
Etiketlenen’in o günkü hesabı için ayetten bir misalle devam edelim:
“(Kulluk yaptıkları nesneler) dediler ki; ‘Sen Sübhansın! DûniKE (senin dışın var zannıyla müstakilen var ve muhtar güç olarak) dostlar edinmek bizim için olur şey değildir. Fakat sen onları ve onların babalarını metalandırdın, nihayet zikri unuttular ve helak olan bir kavim oldular.” (Furkan-18)
Etiketlenen kendisine yapıştırılan “Müstakilen Var ve Muhtar Güç” etiketini hesap zamanı kabul etmiyor, onu reddediyor: “Bizim için ne mümkün öyle bir şey! Sen Subhan’sın” diyor.
Etiketlenenin sorgusuna dair Hazreti İsa aleyhisselâm ile ilgili de bir misal görelim:
“Ve Allah şöyle dedi: Ey, Meryemoğlu İsa! İnsanlara ‘Dûnillah (Müstakilen Var ve Muhtar Güç olarak) beni ve annemi iki ilah edinin’ diye sen mi söyledin? (İsa) dedi ki; Sübhaneke. Hakk olmayanı söylemek benim için nasıl olur? Eğer onu söylemişsem, muhakkak sen onu bilmişsindir. Sen nefsimde olanı bilirsin, fakat ben senin nefsinde olanı bilmem. Muhakkak ki ğaybların en âlâ bileni sensin, sen.” (Maide-116)
Anladık ki “etiketleyen”i ve “etiketlenen”i kendimizde arayıp bulup onları birbirinden ayırmalıyız. Bulduğumuz iki ayrı yapıyı kıyaslayıp sorgulamayı şimdiden yapmalıyız.
Yarın inşaAllah, etiketleyen ve etiketleneni biraz daha somutlaştıracağız.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER