Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 78

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 20 Eylül 2018 Perşembe 10:14:34
 

TUZAĞA DÜŞMEYELİM
Salih amel uygun amel demektir. Salih ameli ele aldığımızda göreceğiz, amelle meşgul olmak çok şerefli bir fiildir, ancak o bir mânâ ayrıştırma sonucudur. Mânâları ayrıştırdığımız zaman yeni oluşan mânâ kesrete, çokluğa yaklaşır. Dolayısıyla siz onu fiillerinizle gösterirsiniz, içinizden ne geçtiği önemli değildir. Ancak, siz mânâ ayrıştırıp kesretle ilgili davranışlarınızı yaparken düşünce buraya geldi diye tevhid esasları kalkmaz. Mana ayrıştırırken durum böyle, yani kesrete yaklaşıyor. Peki, manalar çakıştırılırken nasıl? Mânâların çakıştırılmasında ortaya çıkan yeni mânâ ise tevhide yaklaşır. Mânâ tevhide yaklaştığında akıl oyunları devreye girerse kişi amel konusunda tuzağa düşer, amel yapanları avam zannetmek tuzağına düşer. Bu yüzden yeni mânâ amellerinizi gevşetmemeli, ameli kaldırmamalı. Hatta yeni mana ile birlikte kendinize göre yeni hukuklar çıkar, kendinize başkalarının yapmadığı şeyleri de eklersiniz, bırakın kalkmasını işiniz çoğalır. Mânâ ayrıştırılırken yani amellerle ilgili olan mânâ kesrete yaklaştığında, kesrete ait o mânâyı yaparken tevhid manasını ötelerseniz yanlış olur. Manaları çakıştırmada kesrete ait mana nasıl kalkmadıysa şimdi de tevhid manası kalkmaz. Bu çok sıkı takip edilmesi gereken bir kuraldır. Bu söylediklerimiz içerisinde esas olan mânâ çakıştırmaktır. Mânâ ayrıştırmak esas değildir yani hedef değildir. Hedef daima mânâların çakıştırılmasıdır. Peki, mânâyı neden ayrıştırırız? Anlayabilmek için, su örneğindeki gibi. Hedefimiz suyu içmektir. Eğer bütün suyu oksijen ve hidrojene ayrıştırırsak susuzluktan ölürüz. Hedef suyu içmek yani mânâları birleştirmek. Mana ayrıştırmak o manayı iyi anlayabilmek içindir. Aslında tek olan “Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” manasını ayırınca iki mana çıkar: “Âmenû Billâhi” ve “Amilus salihati.”
MÂNÂ AYIRMADA YÖNELİŞ VE İLİŞKİLER
Biz şimdi, “Amenu Billahi” kısmını kendi sınırına, tevhid sınırına doğru, “Amilus Sâlihâti”yi de kesret sınırına doğru çekelim. Kendi yerlerine doğru çektik ki onları ayrı görebilelim. Şimdi “Âmenû Billâhi” dediğimiz tevhid prensiplerinin olduğu yere “Yöneliş” diyelim. Kesret davranışlarına doğru ittiğimiz “Amilüs salihati” kısmına da “İlişkiler” diyelim. Çünkü o dünya hayatındaki tüm ilişkilerimizi içerir. Kesretle ilgili kısmı “davranış” diye tanımladık, çünkü diğeri yani tevhid davranış değil “esas”tır, “Amenu Billâhi” tevhid esaslarıdır. İki başlığımız oldu; Yöneliş ve İlişkiler. Nerede? Mânâ ayırmada. Şimdi iki yeni manamız var: Yöneliş mânâsı, ilişkiler mânâsı. Sırayla, önce Yöneliş’i sonra İlişkiler’i ele alacağız. Yöneliş’in kaderle ilişkisini ve Efendimiz (SAV)’in önerdiği imandan sapmaları göreceğiz. İlişkiler’de ise Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini anlamaya çalışacağız. Sonra, bu iki başlık altında anlamaya çalıştığımız mânâyı tekrar tek mânâ yapacağız.
ÎMAN ETMİŞ KİŞİLER ÎMAN ETMEDEN
ÖNCE ÎMAN EDECEKLERİNİN İŞARETİ
OLAN BİR POTANSİYEL TAŞIRLAR
Yöneliş îmanla ilgili mânâdır. Aslında îman etmiş kişiler îman etmeden önce îman edeceklerinin işareti olan bir potansiyel taşırlar. Bu âhirete îmana yatkınlıktır. Ona bir âhiret îmanı sunulduğunda içi yatkındır, yabancı gelmez. Bütün söylediklerinizi kabul etmeyebilir ama kafasında bir âhiret mânâsı vardır. Kişinin kafasında âhiret mânâsı sıfırsa ona risalet tesir etmez. “Seni ancak âhirete îman edenler dinler, tebliğin âhirete iman edenlere tesir eder” ayetleri gereği bunu Kur’ân’dan öğreniyoruz. Dolayısıyla, Yöneliş başlığı altındaki bilgiler, kendini tâlip kabul eden ve anlamaya çalışan kişide zaten hazır olan bilgi ve kabullerdendir, zaten var olanlardandır, çünkü “Rabbimiz Allah’tır” sözleşmesi var. Ama kişi kendisinde zaten var olan bu bilgiler açıldığında yeni bir bilgi bulduğunu zanneder. Özellikle Yönelişle ilgili öğrendiği her şey onun zaten bildiğidir. O bildiği onda sırdı, yani dûniHİ algı pasıyla örtülmüştü, şimdi açılıyor. Sır örten şey demektir. O bilgi ondadır ama sırdır, yani üstü örtülüdür. Bu çok iyi anlaşılmadığı için, özellikle de başka felsefelerde “kendine dön, özüne dön” derler. Gidip sorsanız; “kendime, özüme nasıl döneceğim, bana bir kaç madde yaz” deseniz bir şey çıkmaz. Anlamadıkları halde “kendine dön” derler. Fakat birisi haddimizi bildirmek ister de bize “kendine gel” derse onu anlarız, kendimize geliriz, bildiğimiz fabrika ayarlarına döneriz. Demek ki Allah’a îmanla ilgili bilgiler yabancımız değil, sadece sır.
“ALLÂHÜMME ENTE RABBİY” ÇOK,
 ÇOK DEĞERLİ BİR SESLENİŞTİR
İmanla ilgili bilgilerin temelini bir cümle oluşturur:  Allâhümme ENTE Rabbiy; Allahım Rabbim SENSİN. “Allâhümme ENTE Rabbiy” çok, çok değerli bir sesleniştir. Ne kadar değerli olduğunu, bunların hesaplandığı gün göreceğiz inşâAllah. Allâhümme ENTE Rabbiy… Eğer cennet ehlinin sıkıntısı, üzüntüsü diye bir şey varsa ve bu tarif edilecek olursa şudur: Bunların değerini görünce “niye daha çok söylemedim?” üzüntüsüdür. Çünkü değerini fark etti. İşte bu cümle, “Allâhümme ENTE Rabbiy” yönelişin temelidir ve kişinin Allah’la yaptığı sözleşmenin cümlesidir. Çünkü o sözleşmede “Rabbim SENSİN Allahım” dedik. “Rabbim SENSİN” dediğimiz için “Allâhümme ENTE Rabbiy” bize yabancı olmayan bir sesleniştir. A’râf Suresi’nden öğreniyoruz.
A’râf; 172, 173: “Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden kendi zürriyetlerini alıp; onları kendi nefslerine şahitlendirerek; “Elestü Bi Rabbiküm” (Rabbiniz Ben değil miyim) dedi. Onlar da “belâ şehidnâ” (“evet, bilfiil şahidiz”) dediler. Kıyâmet günü “biz bundan gafildik” demeyesiniz (diye). Ve bir de “daha önce atalarımız yalnızca müşrik olarak yaşarlardı, biz onlardan sonra gelen bir zürriyetiz. Bâtıl işleyenler yüzünden bizi helak mi edeceksin?” dememeniz (için).”
“KÂLÛ, BEL”DAN SÖZLEŞMEMİZ VAR
 “Kâlû, belâ” diye isimlendirilen bu sözleşmeyi duymuşsunuzdur. Hatta bazen tanışan kişiler birilerini çok samimi bulduğunda “sanki daha önceden (kalu, bela’dan) tanışıyoruz, ruhlarımız o zaman tanışmış” derler. Çok da gerçek yanı yok ama kişi çok önemsediği o tanışmayı kendince kutsal bir yere taşır.
A’raf 172. ayet “Âdemoğullarından” diyor, demek ki sözleşme Âdemoğullarıyla yapılmış. Yani bu sözleşme Halifetullah vasıflı insan için, onun sözleşmesi. Ahzab Suresi 15 bize bunu hatırlatır, Allah’a verilen sözü/ahdi sorar.
Yeri gelmişken Hz. Âdem aleyhisselam’ı (ilk halifetullahı) anlamak isteyen için şunu söyleyelim: Eğer Hz. Âdem aleyhisselamın izini sürmek istiyorsanız Kendinde Kendine Göre Var olanın izini sürmelisiniz. Halifetullah olarak görevlendirilmiş olan Kendinde Kendine Göre Var olandır, onun izini sürmeniz lazım. Eğer Hz. Âdem aleyhisselam’ın izini Birbirlerine Göre Var yapılar üzerinden sürerseniz yanılırsınız. Birbirlerine Göre Var olan bedenlerimizdir. Hz. Âdem aleyhisselam’ın dünyaya gelişinden itibaren izini, insanların Birbirlerine Göre Var olan bedenleri üzerinden süren yanılır. İnsanların yanılıp Din’le bilim çelişiyor sanmaları bu yüzdendir. Bu ikilemi en iyi kim ortaöğretimdeki öğrenciler çözmüştür. Biyoloji öğretmenine onun anlattığını söyler, Din Dersi öğretmenine de onun anlattığını. Böylece meseleyi çözer. Ama üniversiteye gelince “bilimle din çelişiyor” diye duyar ve yanlışa düşer, bunu ona şeytani insanlar hatırlatır, Allah muhafaza etsin.
ON DÖRT BUÇUK MİLYAR KOZMİK
YILDA OLUŞAN İNSAN MALZEMESİ
Sizde gerçek var olan Kendinde Kendine Göre Var olan yapınızdır. Bu bakışla Hz. Âdem, halifetullah yetkili Kendinde Kendine Göre Var olandır, o ilk halifetullahtır. Önemli olan yapı Kendinde Kendine Göre Var olandır. Bu yüzden, toprakta çürüyecek şeyin peşinden giderek Hz. Âdem aranmaz. Hz. Âdem çürümez, Hz. Âdemoğulları da. Kendinde Kendine Göre Var olan Halifetullah vasıflı Hz. Âdem’in bedenine ulaşıncaya kadar geçen on dört milyar yıllık sürenin tamamı Hz. Âdem malzemesidir. Âdem aleyhisselam’ın bedenini (yaratılışını) anlatan âyetler ve hadisler çakıştırılmış mânâdır, ayrıştırdığınızda karşınıza on dört buçuk milyar kozmik yıl çıkar ki o sürecin hepsi, Hz. Âdem aleyhisselam için malzemesidir. Bir örnek verelim, ama mânâsını alıp örneği atalım. Bir kek veya pasta yapacağınızda, malzemeleri tezgâha koyuncaya kadar yaptığınız her şey onun malzemesidir. Yalnız alış veriş değil, o parayı kazanma halleriniz, hatta onu yapacak kişinin doğumundan itibaren hayatı bu kapsamdadır. Hedef yalnızca o pasta kabul edildiğinde durum böyledir. Amacımız yalnızca pastanın özelliğini söylemekse, onu oluşturan malzeme sizin doğumunuzdan başlar, pastanın tezgâha gelişine kadar ne varsa hepsi onun malzemeleridir. Hz. Âdem (AS)’ın bedeninin malzemesi de on dört buçuk milyar kozmik yıllık süreçte geçenlerdir, o süreçteki herşey ona malzemedir. Dolayısıyla, Âdemoğulları ile anlayacağımız, Kendinde Kendine Göre Var olan halifetullah özellikli nefslerdir, yani halifetullah özellikli Kendinde Kendine Göre Var olan Kayıtlanmış Kendini Hissetme Duyguları’dır. Aslında bütün olanlar, bütün bu süreçler tek bir malzeme içindir: Ya, Siyn, Ey İnsan! Gök ehli için bir insan vardır: Ey İnsan. İşte onların hepsi “Ya Siyn (ey İnsan)” denilen Efendimiz (SAV) içindir. “Her şeyi Senin için yarattım” cümlesi şimdi biraz daha anlaşılmıştır. Bu on dört buçuk milyar kozmik yıl “Ya Siyn” malzemesi için. Ve geçen sürede neler varsa, neler yaşanmışsa hepsi öyledir. Hz. Âdem aleyhisselam’dan itibarenki tebliğ süreçleri, tüm rasûl ve nebîler, hepsi Ya Siyn malzemesidir.
BU SÖZ ÂDEMOĞULLARI AHSENİ
TAKVİYM YAPIDAYKEN VERİLDİ
Âdemoğulları denince anlayacağımız Kendinde Kendine Göre Var olan Halifetullah özellikli nefsler, yani Halifetullah özellikli Kendinde Kendine Göre Var olan Kayıtlanmış Kendini Hissetme Duyguları henüz dünyada bedenlenmemiş ama varlarken, onlara Rableri “sizin Rabbiniz ben değil miyim?” diye soruyor. Bu soru sorulduğunda onların bir özelliği şudur, lütfen dikkat buyurun, çünkü âyete şimdi söyleyeceğim gözle bakmak zorundayız, bu soru sorulduğunda “Kendinde Kendine Göre Var” olan, yani “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu” dediğimiz nefsler, yani Âdemoğulları Ahseni Takviym yapıdadır. Bu nüans çok önemli. Bu soru sorulduğunda “evet, Rabbimiz SENSİN” diyorlar, çünkü henüz alternatifi yok! Alternatif dûniHİ algıyla birlikte oluşuyor. Ayetteki soruya verilen cevaba dûniHİ algıyla bakan, bu yüzden olayı anlamaz. Normal prosedür içerisinde soru ve cevap o kadar prosedürün kendisi ki, hepsi Billâhi anlamda. Şöyle söyleyeyim: Bir yerde ruhlar var, karşılarında da Allah, onlara sordu gibi anlamak yanlış olur. Detaylarına girmeden lazım olan manayı paylaşmaya çalışıyoruz, yanlışlardan sıyırmak için. Bu konuyu A’râf Suresi 172. ayet açıklar, onu göreceğiz, ama önce yanlış anlamayı bir engelleyelim inşaAllah.
“Rabbiniz ben değil miyim?” aslında şöyledir de: Size kendinizi hissettiren, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygunuzu oluşturan, kendinizi hissetmeyi öğreten, kendinizi nasıl hissedeceğiniz hâl için lazım olan rızkları size veren BEN değil miyim? Bu konumda olan BEN değil miyim? Bu durumda nefslerin; “Bil fiil şahidiz, Rabbimiz SENSİN” demeleri o kadar doğal ki.
Dikkat edin “elestü Bi Rabbiküm” sorusunda “B” var. Meallendirilirken dûniHİ algıya göre cümle kurulduğu için, kişi ayeti okurken kendini orada bile Allah’ın dışında sanıyor. Bu sözleşmeyi anlatan âyeti tefekkür ederken, kendisini Allah’ın dışında zanneden algıyla tefekkür ediyor. Dışından Allah onlara; “Rabbiniz ben değil miyim?” dedi, nefsler de “evet” dediler gibi. Tamamen dûniHİ algı! DûniHİ algı küfürdür. Böyle bir mecliste o algı olabilir mi? Soru “elestü Bi Rabbiküm” yani “B” var. Yani, sizleri dışım kavramı olmaksızın Kendi Hissetmemden Hissetme vererek, kendi “BEN” deyişimden “BEN” dedirterek yaratan ben değil miyim? Bu mecliste “dış kavramı” zaten yok..
Aşure Günümüz mübarek oluverir inşaAllah…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER