Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Misafir Kalem

Hak, Huzur, Mutluluk

Bu kelime ve kavramların sağlayacağı ilk şey “kendini kendi gibi hissederek yaşamak”tır. Kendini kendi gibi hissetme halinden uzaklaşıldıkça akıldan, gerçeklikten uzaklaşılmakta, zan, şüphe ve önyargılardan oluşan bir sarmala girilmektedir.
Didişmek, anlaşamamak, ortak noktada buluşamamak gibi problemlerin temelinde yatan en önemli sorun haksızlıktır, huzursuzluktur; sonuç elbette mutsuzluktur.
“Ben çocuğumla, eşimle, komşumla, arkadaşımla neden anlaşamıyorum?” gibi soruları çok dürüst olarak kendimize (kendimizi hakem yaparak) sormalı ve tefekkürünü yapmalıyız. Bunu dürüstçe yaptığımızda şu iki şeyi fark edeceğiz: Bir, karşımızdaki insanı bizim gibi düşünmeye zorladığımızı; iki, duygu, düşünce, fikir ve kararlarımızı aktarırken yanlış üslup kullandığımızı.
“İnsanın fikri ne ise zikri de o olur” düsturunca bilmeliyiz ki, düşünce alt yapımız dilimize duygularımıza ve davranışlarımıza yansır. Bu nedenle; hak, hakikat, adalet, merhamet, sevgi gibi evrensel genel doğrularla yaşamayı önemsemiş, “yaratılanı severim Yaratan’dan ötürü” bakışını önceliği haline getirmiş bir insan veri tabanına çok ihtiyacımız var. Niçin? İnsan onuru, barış ve esenlik için! Çünkü böyle insan güzel bakar, güzel düşünür, güzel söyler, güzel davranır… Buradaki “güzel” öyle bir manadır ki evrensel genel doğruların tümünü içerir. Bu manasıyla güzeli ve güzelliği önemseyen, bunu hayat tarzı haline getirme telaşına düşen bir insan için “mutluluğun” kapısı açılıyor demektir; çünkü ancak bu önceliğe sahip olan bir insanın mutlulukla tanışması mümkündür. Aksi halde insan; rahatlık ve memnuniyet sebebi olan kişi, olay, ortam veya şartları “mutluluk” verici sanarak bir ömür kendisini aldatacaktır. İnsanın kendini rahat ve memnun hissetmesine sebep olan şeyler kişilere ve şartlara göre değişir. Örneğin verimi artıran bir yağmur tarımla uğraşan birini rahatlatıp memnun ederken, güneşli havadan, güneşten yararlanarak iş yapan birisini memnun etmez. Oysa mutluluk için, yani insanın kendini mutlu hissetmesi için birçok değişken yoktur; tek bir şey vardır: Hakka, hakikate yani evrensel genel doğrulara önem vererek, bunlarla uyumlu, bunlara uygun yaşamaya gayret etmek. Bu sebeple “Hak” kavramını önemsemeyen, “Hak”tan bihaber yaşayan bir insanın huzurlu olması mümkün olmaz, toplumların da öyle. Hak kavramına titizlenmeyen toplumların insan onuru, barış ve esenlik (selamet) içinde yaşaması mümkün olmaz. Bu gerçeği özellikle bugünlerde (Gazze’de yaşananlar sebebiyle) çok acı, çok net biçimde görüyor ve yaşıyoruz.
Hayatı anlamlı kılan değerlerin (evrensel genel doğruların) hayata hâkim olması, insanın hak ve hakikati önceliği görerek hayat tarzı haline getirmesiyle mümkündür. Bu manadaki hayat tarzını küresel ölçekte ve sürdürebilir hale getirecek şey şudur: İnsanın kendisinin ve kullandığı, uyguladığı sistemlerin (yöntemlerin) hak ve hakikat öncelikli olması!
Peki, hak ve hakikat nedir? Hak ve hakikate talip insanın vasıfları nasıldır? Hakikat, her türlü zan, şüphe ve ön yargıdan sıyrılmış olandır, bu idrakla yaşamaktır, Hakkı idrak edebilmektir. Hak ve hakikate talip insan, daima bu idrakla yaşamayı kendine düstur edinmiş insandır. Hakka (evrensel genel doğrular ışığında onur, barış ve esenliğe) talip olan insanın en önemli özelliği, zan, şüphe ve ön yargılarla davranış sergilemekten, bunlarla karar vermekten uzak durmasıdır. Bu sebeple, “ben öyle zannetmiştim” gibi cümlelerin Hakka talip olanın hayatında yeri yoktur. Öyle bir kişi zanlarla meşgul olmaz; daima hakikatin yani gerçeklerin peşindedir. Bu kişinin diğer önemli özelliklerine de değinmek gerekir: Kendisi doğru fikirlere sahip olsa bile hep daha güzel, daha ileri doğrulardan oluşan fikirlerin var olabileceğini bilir ve bunların arayışındadır. Daima hatalarını arar, yanlışlarını fark etmeye çalışır. Hatasını gizlemez, hatalı olduğunu söylemekten çekinmez, farkettiğinde hemen düzeltme yoluna gider. Hak ve hakikat üzere inşa edilmiş bir hayat tarzına talip olmanın gereği olarak hakkı önemsediği için güçlünün değil haklının (gücün değil Hakkın) yanındadır. İstikameti doğrudur, rüzgâra göre yön değiştirmez. Çevresine inanır, güvenir ve onlara emniyet, güven verir. Şartlar ne olursa olsun onurlandırıcı, birleştirici, güçlendiricidir. Beklenen ama beklentisi olmayandır. Alan değildir, daima “ben ne verebilirim, ben ne katabilirim?” düşüncesindedir. Hak ve hakikati önemseyen insanın çok önemli bir özelliği de çevresine huzur vermesidir. Ailesi ve yakınları dahil çevresindeki bütün insanlar onun yanındayken huzurludur, onun yanında, onun yönetiminde kendilerini kendileri gibi hissettikleri için huzur duyarlar. Çünkü o birlikte yaşadığı insanlara “kendisi olabilme” fırsatı tanır; bu nedenle çekinmeden, endişe duymadan düşüncelerini, kararlarını açıkça söyleyebilirler. Karar ve fikirlerinin önemsenip dinleneceği, saygı göreceği, gerektiğinde fikirlerine müracaat edileceği için hak ve hakikate talip insanla olmak, insanlara her zaman huzur ve mutluluk vermiştir.
“Kendisi Olabilme, Kendini Kendi Gibi Hissederek Yaşayabilme” hali aslında insanın doğuştan gelen bir hakkıdır. Bu hak ilk önce evlerimizde yaşanıyor olmalıdır. Bunun evlerde yaşanabiliyor olması için kendimize şu soruları sormamız gerekiyor. Ben, kendilerini en rahat, en güvende ve en huzurlu hissetmeleri gereken evimizde, çocuklarıma ve eşime “kendileri olma” fırsatı veriyor muyum? Bana düşüncelerini korku, kaygı/endişe duymadan söyleyebiliyorlar mı? Onları gerçekten önemseyerek dinliyor muyum? Dile getirdikleri karar ve fikirlere saygı gösteriyor muyum? Gerektiğinde onların fikirlerine müracaat ediyor muyum? Bu gibi soruları her insan kendine ve yöneticiler de yönetim mecraları için kendilerine sormalıdır. Cevap “kesinlikle EVET” oluncaya kadar gösterilecek gayret hem ev yaşantısı için hem de toplumsal yaşantı (toplumsal huzur ve barış) için çok önemlidir. Aile ve toplum olarak; güvenli, güçlü, onurlu, özüyle barışık olmak ve yaşamak böyle mümkün olabilir. Aksi halde çocuklarımız “kendi olabildikleri” başka ortamlar, insanlarımız “kendileri olabildikleri” başka ülkeler arayacaklar, aradıklarını yanlış insanlar ve yanlış ortamlarda buldukları için de bir başka yanlışın içinde olacaklardır.
Özetlersek; insanın hayatında hak ve hakikatin önemi ve önceliği yoksa, o kişi hayata buzlu bir camın arkasından bakıyor gibidir, gerçekleri tam göremez ve anlayamaz. Göremediği ve anlayamadığı için de gerçeklerle değil zanlarla meşgul olur. Böylece düşünce ve davranışları zanlarına göre şekillenen anlayışsız bir komşu, bir yönetici, tahammülsüz bir eş, evlatlarına karşı sabırsız ve öfkeli bir ebeveyn rolünün önü açılmış olur. Sonuçta her şeyin yarım, yanlış veya eksik olduğu, hak ve hakikatten uzak; zan, şüphe ve ön yargılarla örülmüş huzursuz, mutsuz bir yaşama alanı inşa edilmiş olur.
Dünyada artan zulüm, işkence ve ön yargılara rağmen sevinerek görmekteyiz ki “işkenceye sıfır tolerans” gibi yaklaşımlar ülkemizde tavizsiz olarak uygulanmakta, hakkaniyeti ölçü alan yasa ve yönetmelik güncellemeleri yapılmakta, hak ve adalet hissi güçlenmekte, düşüncesi ve inanışı ne olursa olsun büyük çoğunluk kendini kendi gibi hissederek yaşayabilmektedir.
Son cümle: Hayatın hak ve hakikate uygun olarak sürmesi için evrensel genel doğrulara talip olmak gerekiyor. Böyle yaşamaya talip olanlar, her olayı fırsat görmeli, tercihlerini hak ve hakikatten yana yapmalıdır. Barış, onur ve huzuru tercih eden, hak ve hakikate dayalı bir yaşantı dileğiyle…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti