Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

İMAN DEĞİL BİLLAHİ ANLAMDA İ̇MAN – 3

Yazılarımızla “iman değil Billahi anlamda iman” duasına devam ediyoruz. Çünkü Rabbimiz buyuruyor:
Hucurat (14): ” (İslam’ı kabul ettiğini söyleyen) Arabîler “iman ettik” dediler. De ki siz iman etmediniz. Lakin “eslemna” (İslam’ı kabul ettik, teslim olduk, müslüman olduk) deyin, (zira) iman henüz kalplerinize girip yerleşmemiştir. Eğer Allaha ve Rasulüne itaat ederseniz O sizin amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Ğafurur Rahiym’dir.”
İşte “iman değil” derken kastettiğimiz budur; “tamam, kabul ettim ben müslümanım” diyerek iman ettiğimizi zannetmenin yetmeyeceğidir, bunun işe başlangıç, yola giriş şartı olduğunu fark etmektir. Hani “Evet ama yetmez!” denir ya, işte o! Ayet “tamam müslüman olduk” diyerek işin bittiğini sananları, yani Billahi imanla idrak oluşturmamış olanları tarif etmektedir. Bu sebeple ayet aslında inandığı Allah’ı tanımayanlar, tanımadığı halde “inandım” diyenler için bir yol haritası gibidir, bir hedef göstermektedir: İman kalbinize girsin! İmanın kalbe yerleşmesi Allah’ın bir lütfu, bir ikramı olarak kullarına hidayetidir; Allah’ı doğru tanımayla ve bu tanıdığına uygun yaşamakla gerçekleşir. Bu bir süreçtir ve her önemli işimiz ve hedefimiz gibi 7/24 dikkat, gayret, ısrar, azim ve sebat gerektirir. İşte buna talip olanların yani “ben Billahi manada imanlı mümin olacağım. Allah’ın ilminde onun bir dileği, emri olarak Allah’ta, Allah’tan, Allah’la olduğumu hissederek iman edeceğim” diyenlerin, bu süreçte Allah ve Rasulü (sav)’in önerdiklerine tabi olmaları halinde ayette bize bir de müjde var; önce yol gösteriliyor sonra da bu yolculuk için müjde veriliyor! İş ve alış verişlerinde, konuşmalarında, duygu ve düşüncelerinde, günlük hayatlarında doğruyu yapmaları, helal ve harama riayetleri durumunda Allah onların amellerini/işlerini Ğafurur Rahiym olarak eksiltmeden kabul edeceğini müjdeliyor. Kimlerin? İslam’ı kabul edip imanlarını Billahi iman haline getirmeye gayret edenlerin; imanı kalplerine yani veri tabanlarına, işletim sistemlerine; 7/24 hayatlarına yerleştirenlerin! Bu işte bizim “İman Değil Billahi Manada İman” dediğimiz halle mümkündür; Biiznillah’tır, Allah’ı tanımayla yani Billahi iman ve salih amelle mümkündür.
“İman DEğil Billahi Manada İman (2)” başlığı altındaki yazımızda yaratılış süreçlerinin kul gözünden sıralamasını görmüştük. “Kullar gözünden” diyorum çünkü Allah indinde böyle bir sıralama olmayacağı için! Böyle bir sıralama bizim Allah’a ait statüleri ve yaratılış sürecini tefekkürümüz ve anlayabilmemiz için! Bizim gözümüzden bu süreci tekrar hatırlayalım:
Allah A’ma’da… El an öyle… Bunu nereden böyle söylüyoruz? Rasulullah (sav) Efendimiz buyurdular ki “Allah vardı ve O’nunla birlikte hiçbir şey yoktu.” Diğer bir rivayete göre “O’ndan başka hiçbir şey yoktu” denilmektedir (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 1; Müsned, II, 313, 501; V, 316, 321) Sahabeden bir zat Efendimiz (SAV)’e gelip “Ya Rasulallah, yeri göğü yaratmazdan önce Allah neredeydi?” diyor. Efendimiz de “Altında ve üstünde hava olmayan A’madaydı (Allah vardı O’nunla birlikte hiç bir şey yoktu)” buyuruyor. O zat yolda Hz. Ali’yle karşılaşıp da sorusunu ve aldığı cevabı onunla paylaşınca Hz. Ali (ra) “El’an öyle” diyor. Yani “zaten öyle, şu an da Allah A’mada” diyor.
Evet, Allah el an A’mada; mutlak varlığında. İşte bu haldeyken; Kendini kendinin bilmesi hali EHADİYET’idir. Bu İhlâs Suresi’nin ilk ayetinde bize öğretilen halidir, biz işte o manaya EHAD deriz. Tam bu noktada Efendimiz (sav)’in “La uhsi senaen aleyke kema esneyte ala nefsike (seni senin sena etmen gibi sena edemem, anlayamam, kavrayamam)” sığınışını hatırlamakta ve bu sığınışı hayatımıza almamız gerektiğini not etmekte fayda olabilir.
Fikrin (yaratmanın) başlaması VAHİDİYET’idir ki oraya Vahid deriz. Hem Ehadiyeti hem Vahidiyeti hem de sonraki statüleri olan Ulûhiyeti, Rahmaniyeti, Rububiyeti, Hakkaniyeti hep Allah’ın A’ma halindedir, yani dışı sınırı olmayan mutlak varlığındadır, bu sebeple yaratması ve yarattıkları da Allah dışında değildir; çünkü dışı diye bir kavram yoktur!
Evet; Allah A’ma halinde… Ehadiyeti sonra Vahidiyeti sonra da Ulûhiyeti. Kıyasın olduğu yani insan zihninin anlayabileceği manaların, esmaül hüsnaların belirginleştiği hali ULUHİYYET’idir ki oraya Allah diyoruz. Sonra Rahmaniyeti:
Rahmetinin, merhametinin, sevgisinin müsaade etmediği düşüncelerinin mana âleminde kalmasını sağlayan, bunların yaratılmasını istemeyen statüsü RAHMANİYET’idir. “Merhametimle yarattım” diyen Allah’ın bu statüsüne Rahman diyoruz. Bu statü ile sonraki statü arasında ARŞ olarak öğrendiğimiz soyut sınır vardır; mana âlemi ile ef’al âlemi arasındaki sınır; mana âleminin bitip ef’al âleminin başladığı sınır. Hepsi Allah’ta… Çünkü dışı yok…
Ve sonra RUBUBİYET’i. Rab ismiyle tanıdığımız bu statüde Allah manalara suret veren, onları yaratan, eğiten, ihtiyaçlarını görendir; burada O’na Rab diyoruz.
Ve HAKKANİYET’i. Yarattıklarını Hak statüsünde (Hak olarak) yarattığını ayetlerden öğrendiğimiz halidir ki oraya Hakk diyoruz. Bütün bu süreçleri daha detaylı ve örnekleriyle uzun uzadıya görüp anlamak isteyenlere Yılmaz Dündar’ın “Sen Tanrı Mısın?” adlı kitapçığını öneririm, dileyenler internetten PDF veya eBook formatında indirip okuyabilirler.
Bu paylaştıklarımız, yani Yaratanı, yaratışını ve yarattıklarını tefekkür etmemiz bize Kur’an’ımızda ayetlerle önerilir. Çünkü umuyoruz ki böylece imanımız Billahi manada imana dönüşecektir biiznillah. Billahi manada iman ile ulaşılan “ikan” hali (görüyorcasına iman hali) bize Bakara Suresi 3 ve 4. ayetlerinde ulaşılması gereken hedef olarak gösterilmiştir: “Onlar ki gaybe (gözle değil hissen görülebilene) iman edip salâtı ikame ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar. Ve onlar ki hem sana indirilene hem senden önce indirilene iman ederler; ahirete de ikan ehlidirler (Yaratılıştaki tüm süreçlere Billahi manada iman ederler).”
“Kün fe Yekün” emriyle yukarıda ele almaya çalıştığımız Allah statüleri kapsamında seyreden yaratma süreci bize Allah’ı Vahidiyetiyle tanıma yolunu açar ki imanın Billahi manada imana dönüşmesi için bu önemlidir. Bir önceki yazımızda, iman ettikleri halde Allah’a Vahidiyetiyle davet edildiklerinde bu çağrıya kulak vermeyenleri ayetlerin kınadığını görmüştük. Allah için yaratma ve fikir Vahdiyetiyle Vahidiyetinde olduğundan Vahidiyeti de Ehadüs Samed oluşuyla kaim olduğundan biz yaratılışı anladıkça imanımızı da onarmış ve “İman değil Billahi Manada İman” etmiş oluyoruz. Şimdi bu yaratılış sürecini bir örnekle de anlamaya çalışalım, bunu yaparken “KÜN fe YEKÜN”ü kendimizdeki hayal kurma yetisiyle anlamaya çalışalım. Hayalimizde bir araba düşünelim dediğimizde hemen hepimizin zihninde bir araba belirir. Hatta her birimiz tek tek hayal ettiğimiz arabayı söylesek hiç birimizin hayal ettiği araba diğerinin hayaliyle aynı değildir. Hayal etmemiz, yani hayal ederek oluşturduğumuz şeyler bizim hayalimiz açısından için bir sürece ve kurala bağlı değildir, düşündüğümüz an zihnimizde hayali belirir. Bin adet kırmızı araba düşünmekle bir adet yeşil araba düşünmek arasında bizim için bir fark yoktur ve bu arabaları veya arabayı hayal ederken kendimizle ilgili bir sıralama prosedürümüz yoktur. Ayrıca arabanın önce tekerlerini, sonra direksiyonunu, sonra da kapılarını düşünüp en son arabanın tamamını hayal etmeyiz. Bizdeki her özellik Rabbimiz Allah’tan aldığımız özelliklerin yansıması olduğuna göre (ki başka bir varlık mı var ki ondan bir özellik alabilelim), işte bu sebeple örneğimizde olduğu gibi Rabbimiz Allah indinde de yaratış süreci böyledir. Aynıdır demiyoruz, bir fikir edinebiliriz manasında böyledir diyoruz! Bizim hayalimizde istediğimiz şeyi istediğimiz şekilde düşünebilmemiz, Rabbimiz Vahidül Ehad, Ehadüs Samed Allah’ın yaratış sürecindeki “KÜN fe YEKÜN (OL der OLUR)” halini tefekkür etmemize, Allah’ı Vahidiyetiyle anlayabilmemize böylece Billahi manada iman yolunun açılmasına sebep olabilir.
Ehadiyet ve Vahidiyet “tenzih” mertebesiydi. Ulûhiyetiyle biz “teşbih” mertebesindeki Allah manasını tanımaya başlarız. Ulûhiyet mertebesinde Allah’ı Esmalarıyla biliriz. İnsan zihninin algılayabileceği Evvel-Ahir, Celal-Cemal… gibi mukayese edilebilir manalarıyla tanışırız. Değişik Esmalar ve bu esmaların kompozisyonları, terkipleri olarak Ulûhiyette belirginleşen Allah emirlerinden Allah’ın Rahmaniyet yani merhamet filtresinden geçebilenler Arş’ı dediğimiz mana sınırının altında Rububiyetinde vücud bulurlar. Araba örneğimizi düşünürsek, bizim “araba hayal edelim” söylemimiz Vahidiyetindeki dileği gibi, “bir yeşil bir de kırmızı bir araba hayal edelim” söylemimiz de Ulûhiyette gibi düşünülebilir. Örneğimiz üzerinden devam edecek olursak her yönüyle merhamet ve sevgi içeren bir yeşil araba üretmemiz, Rahmaniyet mertebesine gelen düşüncelerin Allah’ın Rahman ismiyle kuşatılıp, Rahmani yeti’nin müsaadesiyle arşın altına geçip Rububiyetiyle Hakk olarak yaratılmalarına benzetilebilir. Rahman’ın arşı istiva etmesi Rahmaniyetinin yani Rahman kanunlarının arşı istiva etmesi, yaratılan her şeyin Vahidül Ehad olan Allah’ın Rahmaniyeti kapsamında olmasıdır!
Rububiyet mertebesinde biz Allah’ın Rab ismiyle tanışırız. Dikkatinizi çekmek isterim Rububiyete kadar hep Allah ismini kullandık çünkü yaratım sürecinde Arş’ın altı denilen mana mertebesinde Rab statüsü devreye girmektedir. Kullarını yaratan, eğiten, geliştiren, yaşatan… anlamındaki Rab ismi bu noktada başlar. Rabbimiz Rab ismiyle bizi Esma terkibimize uygun olarak yaratır ve düzenler. Hayatta kimimizin kimimizden yetenekli olduğumuz alanlar, “benim fıtratıma bu uygun” dediğimiz şeyler bizim esma terkibimiz sebebiyledir. Semi, basıyr ve Mütekellim esmalarıyla iletişime açık biriyim, Selam esmasıyla sevgi, güven ve huzuru yaşamakta ve yaymaktayım, Celal esmasıyla yanlış ve batıl olana duruşumla tepki gösteriyorum gibi örneklerle tefekkürlerimizi genişletebiliriz.
Rububiyetiyle yarattıkları Hakk olarak yaratılmışlardır, yaşadıkları mertebenin mananın adı bu sebeple Hakkaniyet’tir.
Bütün bunları Yaratan Hüküm Sahibi Allah’ı Vahidiyetiyle tanımak ve yaratılış gayemize uygun bir kul olmak, ona uygun bir hayat tarzı gayretine girmek, bu gayreti sürdürülebilir yapmak için tefekkür ediyoruz. “Bir beni yaratan Allah var, bir de ben ve yarattıkları” zannıyla kendimizi Allah’tan ayrı, O’nun dışı varmış da biz de dışındaymışız gibi görüp, yani müstakillik yani ilahlık hissiyatına bürünüp, müstakil “güç, mülk, hüküm” iddiasıyla yaşamaktan kurtulmak için, bu yaygın yanlışı terk etmek için bütün bunları tefekkür ediyoruz. Aslında birlikte dualaşıyoruz… Bütün bu paylaşımlarımız tümüyle “Allahım, beni ve müslüman, mümin kardeşlerimi iman değil Billahi manada iman ehli eyle; bizi duniHi algıyla iman ederek yaşamaktan kurtarıver, Billahi iman ile ulaşılacak ikan halini bize lütfediver (amin)” sığınışımızdır. Rum Suresi 30 gereği fıtratını fark eden ve vechini geri dönüşsüz biçimde fıtratına dönmüş (fıtratına uygun idrakla yaşama gayretine girmiş) kullar olmaktır hedefimiz. Bu ise her anımızda fıtratımıza uygun olmayı, bu da Allah fıtratı olan fıtratımızı bilip tanımayı, o da Allah’a ve yaratışına “imanlı değil Billahi imanlı” olmayı gerektirmektedir…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti