Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“ALLAHIM, MERHAMET EDİVER, BAĞIŞLAYIVER” DEMEK, TÜM DUALARI İÇERİR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 15 Aralık 2017 Cuma 12:54:01
 

– 53 –
Hac’dan, Umreden yeni gelmiş birisiyle karşılaştığımda ona çok bakmak lazım diye düşünürüm. Veys El Karani ile ilgili bir hadis var Allahu a’lem: “Göreni görmek, gördüğünü görmek gibidir” diye. Kâbe’yi görenleri görmek de Kâbe’yi görmek gibidir, inşaAllah.
EFENDİMİZ (S.A.V)’DEN BİR ÖRNEK
Şimdi, Kelime-i Tevhid’i ve kader mevzuunu anlamak üzere bir kaç hadis paylaşacağız. Ama lütfen şunu alışkanlık haline getirmeye çalışalım: Hadis dinlerken ve okurken mümkün olduğunca onu hayallemeye çalışın. Buna alışırsanız çok gerçek fotoğraflarla karşılaşabilirsiniz. Hz. Ali (ra) rivayet ediyor: “Biz bir defasında Baki’ül Ğarkad Mezarlığı’nda bir cenazede idik, Rasulullah (SAV) yanımıza gelip oturdu, biz de etrafına oturduk. Rasulullah’ın beraberinde bir asa vardı, başını eğdi ve düşünceli bir halde elindeki asa ile yerde çizgiler ve izler meydana getirmeye başladı. Sonra şöyle buyurdu: “Sizden hiçbiri veya yaratılmış hiçbir nefs müstesna olmamak üzere, Allah muhakkak ki onun cennetteki ve cehennemdeki yerini yazmıştır. Herkesin ŞAKİ veya SAİD olduğu muhakkak yazılmıştır.” Bunun üzerine bir sahabe sordu: Ya Rasulallah, öyleyse biz ameli terk edip yazımız üzerine mi kalalım? Rasulullah dedi ki: “Said kimse saadet ehlinin ameline ulaşacaktır, şaki olan ise şekavet ehlinin ameline ulaşacaktır. Sizler amel edip çalışın, çünkü herkese kolaylaştırılmıştır. Said olan saadet ehlinin ameline kolaylaştırılır, şaki olan da şekavet ehlinin ameline kolaylaştırılır.” Sonra Rasulullah Leyl Suresi’nden şu ayetleri okudu: “Artık kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse biz onu en kolaya hazırlarız. Ama kim cimrilik ederse, kendisini müstağni görürse ve en güzeli yok sayarsa biz de onu en güç olan için hazırlayacağız.”
Hadisin yaşandığı ortamı birlikte tefekkür edelim. Sahabenin kafası karıştı, soru soruyorlar. Karışmasa böyle bir soru sorarlar mı? Demek ki Rasulullah onlara normal hayatlarında olmayan, o güne kadar alışmadıkları bir şey açıkladı, o yüzden kafaları karıştı, soruyorlar: “Biz ne yapacağız peki?” diyorlar. Lütfen dikkat edin, “nasıl inanalım?” demiyorlar. Rasulullah (SAV) onlara; “şöyle inanacaksınız; said saiddir, şaki şakidir” dedi, inandılar. “Öyleyse, saidsek saidliğimizi, şakiysek şakiliğimizi mi bekleyelim?” diye soruyorlar. Böyle sorduklarında Rasulullah onlara; “sizin aklınız var, iyi ve kötü de belli, artık bundan sonra şöyle yapın” demiyor. Öyle diyemez miydi? Ama demiyor. Rasulullah öyle demiyor, ama kader konusunda gördüğüm bazı yazılar hadisin sadece son kısmını alıp, sanki Rasulullah yalnızca “amel edip çalışın” demiş gibi göstermiş. Hadisin tamamına baktığımızda tablo şöyle: Rasulullah önce imanla ilgili bir açıklama yapıyor. İmanla ilgili o açıklamadan sonra sahabe bir soru soruyor, kafaları karışınca “öyleyse biz nasıl davranalım?” diyorlar. Nasıl inanacaklarını Efendimiz onlara anlattı, “Said saiddir, şaki şakidir” buyurdu. Bu İnsan-30 kapsamındadır. Onların sorusu üzerine, “şöyle davranın” diye önerdiği ise davranıştır ve bu da İnsan-29’a uygundur. Bunu fark ettiniz mi? Efendimiz onlara “Şöyle inanın” dedi, onlar da inandılar. Ancak bu açıklamadan sonra sahabeler bu imana göre nasıl davranacaklarını merak ettiler ve “öyleyse biz ne yapalım, nasıl yaşayalım?” dediler. Efendimiz bu soru üzerine; “Çalışın, koşturun” diyor, bu imana yönelik davranışın nasıl olması gerektiğini söylüyor. Efendimizin bu açıklaması beşeri düşünceye hiç uymuyor, bu yüzden beşeri düşünce ile bakan tezat var sanıyor.  
İKİLİK DE, TEZAT TA YOK.
TEZAT iki şey arasında olur ve ancak ikilikle baktığınız zaman gözükür. İkilikle baktığınızda İnsan 29 ve 30 ayetleri de çelişkilidir. “Bir Allah, bir de BEN varım” idrakıyla bakana öyle gelir. Çünkü “Allah da bir öyle bir böyle söylüyor, ne yapacağız?” diye şaşıran bir gafil var. Tezat, bu ikiliğin ürünü olarak var. İzah edebiliyor muyum? İşin aslında ikilik yok. İşin aslında ikilik olmayınca tezat olabilir mi? İkilik de, tezat ta yok. Buradaki durum şudur: İkilik idrakıyla hayata bakışta hayatın görünüşünden ve hayatı yanlış yorumlamadan kaynaklanan bir tezat var. İşin aslında ikilik yok ki. İşin aslını nasıl fark ederiz? La ilahe’yi anlayarak. “La ilahe” deyip görüntünün müstakil bir varlık olmadığını anladığında, böylece görüntüyü yok ettiğinde bakarsın ki İlla Allah. “İlla Allah” idrakıyla bakarsan İnsan-29 ve İnsan-30’a zaten tektir; O’dur: İlla Allah. İnsan yok ki. İnsan Allah gibi bakamadığı, Allah gibi söyleyemediği için, örnek koyamadığı için, hep insan gözüyle baktığı için “29” ve “30” ona çelişki gibi gözükür. Çünkü hala tanrılığını ilan etmiş biri var; SEN varsın. Tanrı bu iki ayeti okuyunca İnsan-29’u kendine alıyor, İnsan-30’u Allah’a veriyor, sonra da “tezat var” diyor. Aslında, “tezat var” diyen müstakil yapı yoktur. İnsan-29 da İnsan-30 da aynı varlığındır.
SONUÇ NOKTASINDA, OLMUŞ BİTMİŞ
 BİR İŞİN ELEŞTİRİLMESİ ALLAH’IN
EMRİNE KARŞI FİKİR ÜRETMEKTİR

İnsan-29. ayete göre bir iş planladığınızda bir tercihte, bir dilekte bulundunuz diyelim. Bu aşamadan sonra artık İnsan-30 devrededir, artık İnsan-29’a göre yorum yaparsanız hata olur. Bir klasik örnek verelim. Sınava hazırlanan bir öğrenci “nasibimizde varsa bu iş olur, bu kadar kitaba, çalışmaya gerek yok” derse İnsan-30’a yaslanıp bir fiil uydurmuş olur. Onun İnsan-29’a göre davranıp sınav için gerekli tedbirleri alması, ondan sonra “nasibimizde varsa bu iş olur” demesi gerekir. Hele de inanan birisi en üst seviyede tedbir alması gerekir. İnanan kişi bir boşluk ve ihmal bırakmamalıdır. Çünkü müracaat ettiği o “tedbir” dediğimiz şeyler Allah’ın yarattığı sebeplerdir. Sebepleri önemseyip onlara müracaat etmek lazım, sebepler birer FİİLİ DUA’dır, duanın fiili kısmıdır. Var olan sebeplere müracaat da dua etmektir. Bu öğrenci sebeplere müracaat etti, yani sıkı çalıştı, sınavına girdi, sınavı da çok iyi geçti diyelim. Bu sefer de eğer, “ben iyi çalıştım, sınavı hallettim” derse, İnsan-29 ayetine dayanıp imanla ilgili bir hüküm uydurmuş olur. Onun o cümlesi bir hüküm, hüküm verdi, işi kendisinin hallettiğine inandı. Oysa imanı İnsan-30’a uygun olmalıdır. Bu yüzden her halimizi doğru imana göre deklare etmeliyiz. O zaman o öğrenci başarısını nasıl ifade eder? Onu da ayet öğretiyor: MA TEVFİKİ İLLA BİLLAHİ. Bu ayete çokluk sistemine göre meal verirsek; “başarı bana ait değil, başarı Allah’ındır” deriz. Çokluk sistemini kaldırıp mana verecek olursak “başaran yok İlla Allah” deriz. Örneği bir de şöyle devam ettirelim. Allah muhafaza etsin, sıkı çalıştı ama sınavı olumsuz geçti diyelim. Gerçi hayrlıysa sonuç öyle de güzeldir, ama insanlar kendi beklentilerine uygun olmayan sonuçları sevmez ya, bu yüzden olumsuz geçti diyelim. O zaman şöyle derse yine yanlış olur: “Bu kadar çalıştık, gayret ettik, olur mu böyle şey?” Böyle derse yine hüküm vermiş olur, yaptığı yine İnsan-30’a uymaz. Çünkü İnsan-29’a dayanıp davranış biçimine uygun iman uydurdu. Yöntemimiz şu: Herhangi bir işi yaparken mümkün olduğunca sebeplere müracaat ederek üstün bir gayretle yapmak ama sonucu eleştirmemek. Çünkü sonuç noktasında, olmuş bitmiş bir işin eleştirilmesi Allah’ın emrine karşı fikir üretmektir. Bu o kadar önemli ve beşeri sistemle izah edilemeyecek bir sır ki. Sizin Rab gücünüzle gerekeni yapmanız ama sonuçta yaptıklarınızın tümünün Allah’ın emri olduğunu idrak etmeniz gerekiyor.
“MERHAMET EDİVER, BAĞIŞLAYIVER”
TÜM DUALARI İÇERİR

Bu konular böyle anlatılınca insanların duası etkilenebiliyor. Bulunduğunuz hal duanızı çok etkiler. Şunu izahta hep çok zorlanıyorum: Eğer merhamet kelimesinin içeriğini fark edebilsek onun yerine konulabilecek bir şey olmadığını görürüz ve konu ne olursa olsun, “Allahım bana merhamet ediver, beni bağışlayıver” deriz. Onun yerine konulabilecek kelime yok. Allah merhamet dilemişse, o kişi için Allah’ı anlama, tanıma ve O’nun razı olacağı halle yaşama yolunda bir şey gelecek demektir. Kişi gelecek olanı bilemeyebilir, tarif de edemeyebilir ama Allah bilir. Önemli olan Allah’ın merhametiyle karşılaşmaktır, Allah’ın merhametle muamele etmesidir. Detaylı yani uzun dua edince konsantrasyonum artıyor, diyenler oluyor. Öyle dua istiyorsanız o da olur. Ama merhameti de detaylandırabilirsiniz, bir kere değil de yüz kere söylersiniz, o da konsantrasyonu artırır. Bu işler öneriyle, talimatla olmaz. Bir gün bir hal gelir “merhamet dedikleri buymuş” der, öyle dua yaparsın. Önemli olan şudur: Siz eğer tanrı “BEN”iyle, yani kendini ilah ilan eden “BEN”le değil de diğer “BEN”le dua yapıyorsanız, nasıl dua yaparsanız yap, neticede o güzel davranış, sizi “Allah’tan merhamet isteyen” hale götürecektir. Ama tanrıysanız zaten merhamet istemezsiniz, kendinizce siz birilerine merhamet edersiniz. Kendinizi mutmain kılmak için merhamet manası altında çeşitli detaylarda dua yapabilirsiniz, çekinmeyin. Hep şuna dikkat etmek gerekiyor: Dua ederken isteyen kim, “BEN” diyen kim? Eğer o ilahlığını/müstakilliğini ilan etmiş “BEN”se ve bir üst mertebeden, üst tanrıdan siparişteyse bu yanlıştır. Ama İnsan Suresi 30. ayet bilinciyle ve hanif olarak yönelen BEN farklıdır. İlahlık ilan etmemiş kişinin “Allahım, ben senin düşüncenin suretiyim ve beni düşünene yöneldim, ondan istiyorum” diyerek, kendisi için nasıl düşünülmesini talep edebilir, bu da bir dua biçimidir, kişiyi daha mutmain kılabilir. Hâlbuki fark edilebilse, merhamet kelimesi yapılabilecek tüm duaları, bilinen bilinmeyen, görünen görünmeyen tüm duaları içeriyor. Merhamet kelimesinin mekân boyutu da zaman boyutu da yoktur. Diyelim ki bir sınava hazırlanıyorsunuz, “Allahım bana merhamet ediver” demeniz her şeyi içerir. Çalışman gerekiyorsa Rabbim çalışma gücü verir, sınavı başarman hayrlıysa o olur, ne gerekiyorsa hepsini içerir, tek tek listelemen gerekmez. “Allahım bağışlayıver” dediğinizde “sınavım ve sonucu hayrlı olur inşaAllah” demiş olursunuz. “Merhamet ediver, bağışlayıver” hepsini içerir, fark edebilsek. Ama detaylı dua yapmak istediğinizde de çekinmeyin. Duayı detaylandırmak bazen ibadet ve zikrullah hissi verir. Önemli olan dua edenin hangi “BEN” olduğu! İlahlığını ilan eden “BEN” mi, değil mi? O nasıl fark edilir? Tanrılık iddiasındaki “BEN” dualarında ayrıcalık ister, duasında kin vardır, beddua vardır, nefret vardır. Birisi için kinle, öfkeyle bir şey ister. Kendi gücü yetse ama yetmiyor, yapamıyor. Üst mertebeye diyor ki; benim yerime sen yap, senden istiyorum. Bu dua tarzı, tanrının dua biçimidir. Bu tarz bir dua kabul olur mu? Olur, olabilir. Ama duasının yerine geliyor olması, kişinin cennete gideceğinin işareti değildir. Unutmayın, bu dünya tanrıların cenneti, dolayısıyla duası kabul olabilir, cennetinde yaşıyor çünkü. Ama bu onun cennetlik adam olduğunu göstermez.

 

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -53-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER