Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

AŞAĞILARIN AŞAĞISI YAZILARI – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 14 Haziran 2018 Perşembe 12:23:00
 

– 30-
Billâhi algının sürdürülebilir olması ve bir algıyken ikana dönüşebilmesi için, “Lâ ilâhe illallah” telkinlerinin ve zikrullahın kesintisiz olması gerekiyor. Bu hayal beyinde kesintisiz olursa Billâhi algı oluşacaktır inşaAllah. Billâhi algı olmadan, onun derin beyin izi olmadan dûniHİ algı silinmez. İşte bu kesintisizlik için buyrulur: “Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzere yatarken Allah’ı zikrederler (her vakit Billâhi algıdadırlar).” (Al-u İmran; 191)
Billâhi algının sürdürülebilir olması ve ikana dönüşebilmesi için ikinci husus, Billâhi algı kapsamında fikir, fiil ve amel içeren hayat tarzının mümkün olduğunca kesintisiz olmasına gayret etmektir. Billâhi anlamında telkinleri kesintisiz hale getirdik, şimdi hayat tarzının sürdürülebilir ve kesintisiz olmasına gayret ediyoruz. Billâhi algıya ait hayat tarzını sağlayan şey rukû halidir. Bu hayat tarzının sürdürülebilir ve kesintisiz olmasını daimî rukû halinin muhafazası sağlar. Yeni bir davranış biçimi ile karşı karşıyayız; daimî rukû hali, daimi rukû hâlini muhafaza etmek. Rükû hali aslında bir hayat tarzıdır ve Allah’tan utanmak diye tanımlanabilir. Esas tanımı budur. Tanım ne kadar kısa olursa anlamak o kadar kolaylaşır: Rukû Allah’tan utanmaktır ve bize lutfedilmiş bir hediye olarak salât ikamesinde de vardır, salâttaki rukû da bu mânâdadır. Salâttaki rukû, hayat tarzı olan rukûnun Rabbimize sunuluşunu ve Rabbimizin de inşaAllah kabulünü bize yaşatır. Bu mânâda o bir dildir. Salât hâli zaten öyle bir şey ki, siz isteseniz de istemeseniz de, başka şey düşünseniz de orada Billâhi algıda kabul ediliyorsunuz, salâtın böyle bir özelliği var. Aklınıza ne gelirse gelsin salâtta Billâhi algı ehli kabul ediliyorsunuz. Bu kabul müslümana nasıl bir hediyedir, Billâhi algıdaymış gibi muamele görmek nasıl bir ikramdır bir bilebilsek. Bu kabulledir ki salâtta yazımız okunur, salâtın hareketleriyle yaptığımız harfler okunur. Salâttaki rukû, normal hayattaki daimi rukû halini Allah’a sunma noktasıdır, yani Allah’tan utanma halinizin kabulü noktasıdır. Onun için rukûdan kalkarken müjdemizi alarak kalkarız, “Allah hamdınızı işitti” denir; “Semiallahu limen hamideh” bir kabuldür, sizin ağzınızdan size söylenir ve hayattaki rukûnuzun kabul olduğunun ifadesidir. Bu kabulden sonra secde yolu açılır. Secde ayrı bir hayattır ama rukû ile açılır.
“Sizin Veliy’niz ancak Allah’tır, Rasûlü’dür ve (şu) iman edenlerdir ki onlar salâtı ikame eder, rukû halinde zekâtı verirler.” (Maide-55) Ayetteki tariften hayat tarzı olan rukûyu, rukûnun hayat tarzı olduğunu öğreniyoruz. Bir de âyet velilerimizi öğreniyoruz. Önceki âyetlerden “dûniHİ veliler YOK”u öğrenmiştik, şimdi “veliniz ancak Allah’tır”ı öğreniyoruz: “Ancak Allah, O’nun Rasûlü ve O’na iman edenler; sizin veliniz dûniHİ olmaksızın bunlardır” buyrulup Rasûlullah’ın ve mü’minlerin özellikleri, hayat tarzları tanımlanıyor: Onlar salâtı ikame ederler ve rukû halinde zekâtı verirler. “Rukû halinde zekât verirler” ile yeni bir hayat tarzı öğreniyoruz. Bu hayat tarzındakiler Allah’ın verdiğini Allah yolunda harcarlar, Allah’ın verdiğini Allah yolunda harcarken rukû halindedirler.
Hayatta Allah’tan utanma işini başlatan esas şey bir hâlin fark edilmesidir. İnsan dûniHİ algı ve zanlarıyla Allah’a ilâhlık tasladığını fark ettiğinde rukû hâli başlar. Tasladığı bu ilahlık nedeniyle Allah’tan utanan insan dûniHİ algıya sırt döner, böylece yeni bir yaşantı başlar; rukû hayat tarzı. Allah utanmasını başlatan esas şey budur ve bu, sırt dönüşün edebidir. Olması gereken de, ulaşılması gereken de budur. Ancak normal yaşantıdaki günahlar buna ulaşmayı engeller. Dolayısıyla, biz önce hayattaki günahların utanmalarını yapmalıyız. Bunun için nafile salâtlardan yararlanabiliriz. Kurtulmak istediği günahı utanç noktasına getirmişse o günahı rukûsuna taşır. O günahın utancıyla salâtta rukûya gider, kabul olduğunu öğrenir. Birinci secdeye gittiğinde o günahın yokluğunu yaşar. Onun yokluğunu görünce ikinci secdede şükrederek secde eder. Böylece salât normal günahlardan kurtulmanın da yöntemi olur. Salât miraçtır, miraca gitmenin yoludur ama aynı zamanda sizi miraca taşıyacak Burak’tır. Önce Burak’a binmek lazım. Biz Burak’a binmeden miraca gitmek istiyoruz. Salâtı Burak olarak kullandıktan sonra miracı yaşamak gerekir. Burak rükûda günahlarımızın utancını yaşamaktır, utanarak Allah’tan af dilemektir. Bu utanma öyle hâle gelir ki salâta durduğunuzda “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasının utancıyla durursunuz. Bu utanma yüzünden birinci secdede o iddia yok olur, o yüzden ismi yokluk secdesidir, daha doğrusu yok eden secdedir. Salâtın her rekâtındaki birinci secdeye “Yok Eden Secde” demek daha mânâlı olur. O yok eden secdedir! Oraya bir şey götürmek lazım ki yok olsun.
Allah’ın verdiğini Allah yolunda harcamak harcama çeşitlerinin tümünü kapsayınca, o olay Billâhi anlamında hayat tarzı olarak tanımlanır, ona “Billâhi algı ile yaşamak” diyebiliriz. Billâhi anlamında yaşamak isteyen tâlib dûniHİ hayata ait ne varsa vermeye, Allah için hepsini terk etmeye başlıyor demektir. Bunun diğer ismi hicrettir. Esas hicret dûniHİ’den Billâhi’ye gelmektir; Billâhi algı ile rukû halinde yaşamaktır. Billâhi algıda ve Allah’tan utanarak huzurda edeble duruş rükû halidir. Tarifi budur: Billâhi algıda ve Allah’tan utanarak huzurda edeble duruş! Bize rukû hayat tarzını öğreten Maide-55. âyetin iniş sebebiyle ilgili rivayetlerden bir tanesi konumuza ışık tutacaktır. Ebu Zerr radıyallahu anh’den: Bir gün Mescid’de öğle salâtı ikame etmiştik. Bir dilenci; “Ey Rabbim, şahid ol. Rasûlullah’ın mescidine geldim, dilendim, kimse bana bir şey vermedi” diye şikâyet etti. O sırada Hz. Ali salât ikamesinde ve rükûda idi. Dilenciye serçe parmağındaki yüzüğü işaret etti, o da aldı.” O mübarek insanlar fiillerde çok önemli canlandırmalar yaşamışlardır, sırf biz öğrenelim diye. Biz Büyük Hacet Duasına sahip olalım, o duadan yararlanalım diye Efendimiz (SAV) Taif’te taşlanmış olarak kanlar içinde dua etmiştir. Düşünün, Rasûlullah o pozisyonda dua ederek bir dua oluşturuyor. Bunu yaşıyor ki biz o duayı yapalım. Bu rivayette de böyle bir olay rükûda cereyan ediyor. Hz. Ali radıyallahu anh efendimiz rükûda ve bir dilenci inananları Allah’a şikâyet ediyor, o bir mü’min olarak Allah’a karşı utanıyor. Çünkü Rablerine, öğretmenlerine şikâyet edildiler. Bu duygularla, rükûda parmağındaki yüzüğü işaret ediyor, kişi de o yüzüğü alıyor. Bu olaya bir yöntem dâhilinde bakalım. Müslümanları Allah’a bir şikâyet eden var. Bu şikâyeti duyup Allah’tan utanan var. Utanan kişi rukû halinde. Utanan kişi bu şikâyete karşı ne yapacak? Rukû halinde telaş gösteriyor, serçe parmağındaki yüzüğü veriyor. Hz. Ali radıyallahu anh efendimizin halini ve bu durumla ilgili gelen âyeti idrakımıza, hâlimize taşırsak yukarıdaki sonuçları elde ederiz.
Efendimiz (SAV) buyuruyor: “İman yetmiş küsur şubedir. Utanmak da imanda bir şubedir.” Allah’tan utanmak olan rukû hâli haşyetullah ile ulaşılan bir sonuç hâldir. Haşyetullah ile ulaşılan ilk ve esas sonuç Allah korkusudur. Allah’tan utanmak hâli bu Allah korkusunun beden dilidir, Allah korkusunun elbisesidir. Burası çok önemli, lütfen dikkat buyurun, saf rukûyu anlamaya çalışıyoruz. O sadece bir insanca utanma değildir. Haşyetullah’la başlıyor ki Haşyetullah Allah ilminin kişide oluşturduğu duygudur, o ilmin karşılığı olan duygudur. Kul Allah’ı tanıdıkça Allah ilminin, o ilmi tanımanın karşılığı bir duygu bütünü oluşur, o duygulardan birisi Allah Korkusu’dur. Allah Korkusu bedendir, o bedenin dışarıya verdiği görüntü, o bedenin dili Allah’tan utanmadır ki bu Rukû Hayat Tarzı olarak tanımlanmıştır. Bütün bunları açan Allah’ı tanımaktır, Billâhi anlamdır. Allah’tan utanma hâli Allah korkusunun beden dilidir, elbisesidir. Haşyetullah Allah ilminin duygusudur ve Allah ilmiyle ilgili her sonucu da içerir. Ancak, bütün sonuçlar birleşince Allah Korkusu bedenini, üstünde de Allah’tan Utanmak elbisesini oluşturur ki bu rukû hâlidir. Rukû hâli müttakiyi âlim sonra ârif yapar. Sonra da Arif-i Billah’a taşır inşaAllah. Bu hâli tekrar tanımlayalım. Kaynağı Haşyetullah, içi Allah korkusu, dışı Allah’tan utanmak, bakışları Allah’tan ummak olan rükû hâline Kur’ân “takva libası, takva elbisesi, takva kılığı, takva kişiliği, takvanın görünüşü” der. Bu hallerin hepsinin başlatıcı sebebi haşyetullahtır. Onun oluşturduğu iç beden Allah’tan korkudur. Elbisesi Allah’tan utanmaktır. Allah’a bakışı ise ummaktır. Kul bu yüksek korku ve umut ile Allah’tan rahmetini, merhametini, hidayetini, mükâfatlarını umuyor. Rukû hali bütün bunları uman bir bakıştır, bu halin adıdır. Allah’tan umma halinde korku ve umma yani havf ve reca eşit olmalıdır. Bu yüksek korku ve umma haline Kur’ân Takva Elbisesi, Takva Kılığı, Takva Kişiliği, Takvanın Görünüşü der: “Takva libası elbette hayrlısıdır.” (A’raf-26) DûniHİ algi ve zanlarının oluşturduğu korku ile Billâhi algı ve ikanının Allah korkusu tabiatı gereği birbirinden çok farklıdır, birbirinden çok uzaktır. DûniHİ algının korkusu bir ızdıraptır. DûniHİ algıdakiler Billâhi kapsamdaki korkuyu da ızdırap zannettikleri için “bizi Allah’la korkutmayın” derler. Bilmiyorlar! Oysa Allah’tan korku huzur sebebidir. Ama dûniHİ idrakla korkanın korkusu, o korkunun tabiatı ızdıraptır.
“Allah bir şehri misal verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah’ın nimetlerine karşılık nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku libasını tattırdı (giydirdi).” (Nahl-112)
Nankörlüklerinden dolayı giydikleri bu libas dûniHİ algının korkusu elbisesidir. Bu elbise de o algının göstergesidir. Bu korku bahsettiğimiz Allah korkusundan farklı ve uzaktır. Bu korku onlara bir azap olarak giydirilmiştir. Bu iki korkunun farkını anlayabilmek için paylaşalım ki, Billâhi algıdaki tâlib yaratılmışlardan değil, yaratılmışların Sahibi’nden korkar. “Sadece Allah’tan korkun” deyince bazıları soruyor: Bir uçurumun başındaysak da korkmayacak mıyız? Veya bir aslanla karşılaşırsak korkmayacak mıyız? “Uçurumdan, aslandan korkmayın” demiyoruz. Her şeyin sahibinden korkun. Korktuğunuz şeyde Allah’ı bulun ve O’ndan korkun O’na sığının. Billâhi algıdaki kul, yaratılanların yaratıcısından korkar. DûniHİ algıda olan kişi yaratılmışlara vehmettiği “müstakilen var ve muhtar” zannettiği güçlerden korkar. DûniHİ algıdaki kişi “müstakilen var, muhtar” güçler oluşturup etiketler yapıştırmıştı, yapıştırdığı o etiketlerden korkuyor. Ayetleri gördük, etiketlenen inkâr edecek. İşte dûniHİ algıyla yapıştırdığı o etiketten korkar, o etiketi gerçek zanneder. Onun korkuları hep dûniHİ zanlarının, dûniHİ güçlerin korkusudur. Aslında iki korkunun birbiriyle hiç ilişkisi yoktur.
Billâhi algıda olan tâlib için, Allahtan korkan için “kimsenin olmadığı yer” kavramı yoktur. Bu yüzden, o hep kendini kendi denetler. Bir örnek verelim. Salât ikamesi için camiye girerken kapıda abdestinizi soran var mı? Bir denetleyen yok. Kendimizi kendimiz denetleriz ve abdestsiz girmeyiz. Denetçiye gerek yok, herkes abdestiyle girer. Birisi abdestsiz girip namaz kılıp çıkıyor, sonra da “abdestsiz namaz kılınabilir, ben denedim oldu” diyor. Olur ama dûniHİ iştir, boş iştir. Niye? Buna cevap iki korku arasındaki başka bir farktır: DûniHİ algıda olan kişi için “kimsenin olmadığı bir yer ve an” vardır ve o an kuralların çiğneneceği bir fırsattır. Örneğimizdeki kişiye göre, camide kimse yok, onu kimse kontrol etmediğine göre abdestsiz girebilir. O algının yaşam tarzında “kimsenin olmadığı yerler ve anlar” vardır ve oralar önemli bir fırsattır. Kendinizde bunu inceleyin. Esfele sâfiliynde bu özellik var, buna meyil var! Bu yüzden, toplumsal yaşantıda uyması gereken kuralları kimse yoksa çiğner, onu açıkgözlülük zanneder. Polis varsa kırmızı ışıktan korkar, yoksa korkmaz. DûniHİ algıda olduğu için korkuları birisine göredir, Allah’a göre değil! Korkuları dûniHİ’dir. Bizim yaşamaya çalıştığımız Billâhi kapsamındaki korkunun dûniHİ algıya ait korkuyla hiç ilgisi var mı? O korku bâtıldır, kullanılacak bir malzeme değildir. Korku birisine dayanıyorsa, kimsenin yani denetleyenin olmadığı yerde korktuğu bir şey de yoktur. Fırsat elinde olunca kuralları rahatlıkla çiğneyebilir, yani açıkgözlülük yapabilir. Bu sebeplerden dolayı dûniHİ algıdakiler kendi aralarında bu kişiye utanmaz adam derler. Bu işleri yaşantı haline getirenlere halk arasında “utanmaz adam” derler. Bizim Rukû hali diye anlattıklarımız tamamen imanlı kul içindir, onlar utanmaz adamın ancak küfrünü artırır: “Kalblerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık marazı) olanlara gelince onların inkârlarını büsbütün artırır ve onlar kâfir olarak ölürler.” (Tevbe-125)
Allah ve Rasûlünü duydu, nefreti arttı ve dûniHİ algıyla kâfir olarak öldü. DûniHİ algıyla öldü, sonsuza dek bitti. DûniHİ algı öyle bir musibet ki o hâl üzere ölmemek gerekir. Kur’ân bize; “Billâhi algı veya ikanı üzere ölün” diyor. Uyarıyor; sakın dûniHİ algı üzere ölmeyin. Bu yüzden son nefes çok önemlidir. Son nefesinde insan Allah’ın dışındayım zannıyla ölürse idrakı bu seviyede kalır ve ahiret hayatında bu idrakının sonucunu yaşar. Son nefesi doğru götürebilmek için Billâhi algı hayali, onun zikrullahı, Billâhi algı ve hayallerini ikana dönüştürmek için onları hayat tarzı haline getirme gayretleri çok önemlidir. Yaşarken bu gayrete girmemişseniz “o an yaparım” sanmayın. O anda aklınız başınızda değil. Ancak otomatikleşmişse yaparsınız, değilse olmaz. Bu yüzden Efendimiz (SAV) buyuruyor; “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölmüşseniz öyle dirilirsiniz.” Dolayısıyla: “Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla ittika edin ve ancak müslimler olarak Billâhi algıyla ölün.” (Al-u İmran; 102)
Sözün sonu inşaAllah. EL FATİHA

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti