Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Kemal DEMİRKIRKAN

BİR KOLTUĞA ÜÇ KARPUZ SIĞMAZ

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilerek halkoyuna sunulan Anaysa değişiklik tasarısının 101. maddesinde “Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir” ibaresi kaldırılarak, Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi anayasanın içine sokuluyor.
Sizce bu tasarıdaki en önemli ve tehlikeli değişiklik nedir? diye sorduklarında cevabım Partili Cumhurbaşkanlığı oluyor. Bu değişiklik ülkemizdeki gibi, siyasi partilerin keskin sınırlarla ayrıldığı, siyasi parti üyelerinin bir partiden diğer partiye geçişinin çok az ve kamplaşmış olduğu ülkelerde adeta bir saatli bombadır, sonuçları çok keskin ve yıkıcı olabilir. Başkanlık sistemlerinde ülkeyi yöneten kuvvetler arasında kesin sınırlarla ayrımlı güçler ayrılığı olması gerekir. Bu kuvvetlerinden birbirinden bağımsız, birbirini denetleyebildiği denge ve denetim mekanizmalarının kurulu olması gerekir.
Bu tasarıda hep eleştirdiğimiz bir nokta da Siyasi Partiler Kanunu, Seçim kanunu, YÖK gibi ülkemizin asıl sorunlarıyla ilgili düzenleme önermemesidir.
Dünyada Partili Cumhurbaşkanı örnekleri elbette vardır. Ancak seçim sistemleri, ön seçim mekanizmaları gibi önlemlerle milletvekillerinin seçilmesinde Cumhurbaşkanının hiçbir rolü olmaz. Bizde ise Siyasi Partiler Kanunu’nda ön seçim zorunluluğu olmaması nedeniyle birçok partide kimin milletvekili olacağına seçmen değil Siyasi Parti Başkanları karar vermektedir. Asıl vesayet sistemi burada başlamaktadır. Partili Cumhurbaşkanı seçimlerde meclise kimin gireceğine, kimin Milletvekili olacağına kendisi karar vermektedir. Son Anayasa görüşmeleri sırasında Anayasa taslağını görmeden boş kağıda imza atanları da, oylamalar sırasında anayasanın amir hükmüne rağmen kendisini seçtiren ve yeniden seçtirme ihtimali olan kişiye yaranmak için kameralar önünde açık oy veren Milletvekillerini de gördük. Özetle ülkemizde Meclise giren Milletvekillerinden parti içi disiplin adı altında tam ve koşulsuz bir itaat ve bağlılık beklendiğini aşikardır.
Bize önerilen sistemde Başkan bir yandan yüksek yargı organlarının atamalarında (adeta tek yetkili olarak) yargı üzerinde kesin tahakküm kurarken, partili Cumhurbaşkanlığı ile de Meclis üzerinde kesin söz sahibi olacak. Kuvvetler ayrılığı ilkesi Kuvvetler Birliği’ne dönüşerek ülkeyi yöneten kuvvetlerin tek elde toplanmasına neden olacaktır. Bu yetkilerle donatılan bir kişi zaman içinde Diktatör gibi davranmaya başlayabilir mi? Bu sistemde seçimle gelen bu Tek Adam’ın, elindeki sınırsız yetkileri kötüye kullanmayacağının bir garantisi, ya da bunu engellemeye yönelik herhangi bir denetim mekanizması var mı? Maalesef yok. Kuvvetler arasında Denge de yok, kuvvelerin birbirini Denetlemesi de yok.
Bu tek adamın koltuğunun altına 2 değil 3 karpuz sığdırmaya çalışılıyor.
Bu sistem mahkemeleri doğrudan doğruya siyasi parti genel başkanına bağlıyor. Yani vatandaşın yaşadığı adli olaylarda millet adına tarafsız karar veren hakimlerin ataması, terfisi, nerede çalışacağını belirleme yetkisi Partili Cumhurbaşkanına veriliyor. Mahkemeleri siyasi parti genel başkanına bağlarsanız, o siyasi parti genel başkanının il ve ilçe başkanları da mahkemelerin üzerinde söz sahibi olur.
Gündelik örneklerle daha anlaşılır hale getirelim. Bu aslında;
Afyonkarahisar’da davalı taraflar arasındaki mahkemelerinin Afyon Adliyesinde değil de, iktidar partisinin il binasında görüşülmesi ve karara bağlanması demek.
Başkanın sabah başkan gömleğiyle atama yapması, öğleden sonra ilçe başkanını belirlemesi demek.
Başkanın, sabah esnafa kredi dağıtılması kararnamesini yayınlamasının ardından, öğleden sonra parti binasında kredilerin hangi partililere dağıtılacağını belirlemesi demek.
Başkanın, sabah yargıya atanacak hakimlere karar verirken, öğleden sonra partililerin davaları ile ilgili verilecek kararları konuşması demek.
Başkanın, sabah istihdamı artıracak kararları açıklayıp, akşam parti MYK’da kimin işe alınacağını belirlemesi demek.
Sonuçta devlet başkanı gömleği ile siyasi parti genel başkanı gömleğini aynı anda giymek, bu ikisi birlikteyken hakkaniyetli davranmak mümkün müdür? 12 Eylül 2010 yılında yapılan referandumda “yargının bağımsızlığı yok olacak”, “3-4 yıl sonra kendinizi yargılayacak davaya bakacak tarafsız ve güvenilir hakim bulamayacaksınız” diyenlere “bunlar statükocu” “bunlar yargı vesayetinden yanalar” denildiğini ve aradan geçen dönemde yargının siyasallaşmasının, yargının siyasetin ya da başka grupların tahakkümü altına girmesinin en acı sonuçlarını 15 Temmuz darbesinde gördük
Son Söz; Partili Başkan’ın partili olması nedeniyle tarafsız olması ve milletinin tümünü temsil etmesi mümkün değildir. Bu değişiklikle devletin parti devletine dönüşmesine anayasa ile izin verilmiş olacak. Partili Cumhurbaşkanı kendi partisinden olmayan diğer partili vatandaşların Başkan’ı olamaz. Bu güvenceyi sağlayamaz kutuplaşmayı arttırır, bölünmüşlüğü tetikler.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER