Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

HAKİKAT KARŞISINDA EDEP VE EDEPSİZLİK

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 22 Kasım 2017 Çarşamba 13:54:49
 

– 33 –
Nefs, nefs terbiyesi, nefs mertebeleri ve orada ilerleyiş basamakları dikkat çektiği için o halleri okuyorsunuz, hatta onları okumak sizi motive ediyor, size hoş geliyor ve oralardan kendinize bir hedef de ediniyorsunuz. Ama şuna lütfen dikkat edin, eğer o işlere ilgi duyan sizin ilah yapınızsa olmaz, nefs mertebelerini o başaramaz. Siz ilahsanız veya size o konuları anlatan/öğreten ilahsa başaramazsınız. Öncelikle dinleyen ilahtan ve anlatan ilahtan kurtulmak gerekiyor; her ikisinin de ilahlık iddiası olan “A” yapıdan kurtulması lazım.
ÖĞRENDİKÇE ŞAŞIRMAK VE
DAHA FAZLA KAVRAMAK, YAŞAMAK

Nefs mertebeleri Allah’ı anlama ve tanımadaki idrak noktalarıdır. Ama o idrak sıçramalarını yapacak olan yapı ilah değildir, o yol ona kapalı. Neden? La ilahe: Tanrı giremez: Ona kapalı! Eğer salâtı “A” yapı ikame etmeye kalkarsa olmaz, mirac ona kapalı! Olabilir mi? Mirac “B” hakikatinde olanın işidir. İlah namaz kılarken Allah’ın önünde eğilir kalkar, “ancak senin önünde eğiliyorum, başka kimsenin önünde eğilmiyorum” der, eğilen kalkan hep o tanrıdır. “Namazda aklıma hiç bir şey gelmedi” der, aklına bir şey getirmeyen ilah olur. Zaman zaman aklına bir şey getiren ilah olur. Bir şey fark etmez, çünkü o bir ilah! Bazen çok duygulanır, ağlar “hiç böyle namaz kılmamıştım” diye düşünür, ağlayan ilah olur. Hep o “A” yapı! Bu yüzden bu ilahtan kurtulmak gerekiyor, hayatta önce ondan kurtulmanın yöntemlerini öğrenmek gerekiyor. Çünkü İhlas Hayat Döngüsü’ne girmek için yola çıkacak olan “A” yapı değildir, onunla yola çıkılamaz!
Eğer o yapından kurtulursan, onu sıyırır atarsan “B” sırrı denilen yapıyla karşılaşırsın ki onun bir diğer adı “nokta”dır. “B” sırrı bu yapı önemli bir hakikattir, tüm yetenekler, özellikler o hakikate aittir. Hakikatin her türlü sırrını, özelliğini taşıdığı için bir sembol kelime kullanırız; Nokta. Nokta çok ilmi bir kelimedir ve “B sırrı” diye bahsettiğimiz hakikati tümüyle içeren mananın ismidir. “B” sırrıyla yaratılan yapıya “B” sırrıyla yaratılan birim manasına “nokta” da denir.
Yaratılan birim yani nokta kendini takdim ederken “BEN” der. Onun “BEN” derkenki kastı “ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim” demektir. “BEN” kelimesini “A” yapı da kullanır. Onun “BEN” demesi CD’ye kaydedilmiş doğru bilgiye benzer. Onun söylediği “BEN” kopyalanmış “BEN” olup tehlikelidir, çünkü ilahın “BEN” demesidir. “La ilahe” denilen “BEN” onun söylediğidir. Noktanın “BEN” deyişi “illallah” kapsamındadır. Önceki paylaşımlarımızda noktayı, yani yaratılanı Tv kumandasına benzetmiştik. O yapı holografik evren anlayışından da yararlanarak yokluğu fark edilecek yapıdır. Bu evrenin bir hologram olduğu gerçeğini okuyanın yokluğunu fark edeceği yapı “A” yapı değildir. Eğer siz, sizin zannınızla oluşturduğunuzu hologram sanarsanız işin içinden çıkamazsınız, Kuantum Fiziği’yle uğraşan ilah olursunuz. Kuantum Fiziği’nin deryaları neden Allah’ı bulamıyor? O bilgileri ilah CD’sine yükledikleri için, yani kumandanın üzerine geçirdikleri poşete yükledikleri için! Eğer noktaya yüklemiş olsalardı, nokta/birim “holografik evren” denilen SÜNNETULLAH’ı fark ettiği zaman onun hayreti artar, her fark ettiği şey onun hayretini artırır, bu yüzden o, “Allah’ım hayretimi arttır” diye bir sığınışa, bir yakarışa bürünür: “Allah’ım hayretimi arttır ki sünnetullahı daha çok öğreneyim ve ona uygun yaşayayım” der. Çünkü öğrendikçe daha fazla kavrıyor ve yaşıyor. Neyi öğrendikçe? “B” yapı denilen noktanın (birimin, kulun) da yokluğunu!
HAYALİ VAR SANAN BİRİNİ
GÖRÜNCE HZ. EBU BEKİR’İ HATIRLA

“Âlemlerin, her şeyin aslı hayaldir” cümlesini gördüğünüzde, tanrılık ilanı olan “A” halinizi de o kapsamda bir hayal sanarsanız yanılırsınız. Hayal o değildir. O zaten hiç olmadı, onu sen uyduruyorsun! Hayal birbirimize göre var ama Allah’a göre hayal olandır, “B” hakikatinde yaratılandır, kumandadır, birimdir, noktadır. Bu gördüğümüz yapı Allah’a göre hayaldir! Sen onun üzerine bir zann olarak geçirdiğin poşete “BEN” demekten kurtulup da “Billahi” hakikatindeki yapıya “BEN” demeyi öğrenirsen, yani sende “ben Allah’ın düşüncesiyim” hali oluşursa, idrak ilerlemelerin ancak bu noktadan sonra başlayabilir. Diyelim ki başladı. İlerledin, ilerledin, sonra Allah indinde bir hayal olan bu yapının da yokluğunu yaşarsın inşaAllah. Hayal olan yapısını var sanan birisine onu izah etmen gerektiğinde veya kendine onu anlatman gerektiğinde Hz. Ebu Bekir’i hatırla: O nasıl görüyordu? O önce hakikati sonra hakikatin düşündüğü sureti, onun rolünü görüyor. Kumandayla anlatmaya çalıştığımız birim yani yaratılan, hakikatin rolüdür. Es Sıddıyk radıyallahu anh o rolü sonra görüyor, ona ne denildiğini veya onun kendini ne sandığını sonra görüyor. Bu bakışın antrenmanına nasıl başlayacağız? Onu cevaplandıracağız ama önce bu bakıştan istifadeyle Edeb’e gelmek istiyorum: “Edeb ya HU” denilen, çok önemli olan Edeb nedir?
EDEBSİZ, HAKİKATE EDEPSİZLİK EDENE DENİLİR
Baktığında Es Sıddyk gibi görebilmeye kişi kendinden başlamalıdır. Önce kendisinde o hakikati görüp sonra verilen rolü görmelidir. Önce kendine öyle bakarak başlayacaksın. Ama dikkat edin, önce kılıfını yani kendindeki “A” yapıyı göreceksin demiyorum. Çünkü ondan kurtulmadan hakikatin rolünü göremezsin, olmaz. Ondan kurtulmuşsan, kendine baktığında esas hakikati görür hissedersin. Buradaki “görmek” gözle değil, idrak görmesidir. O’nun düşündüğü sureti görüp bu hakikate göre davranan EDEBLİ davranmış olur, EDEB buradan başlar; yaratılan yapının hakikatine göre davranan edebli olur. Hayata dönelim. İnsanlarla ilişkide, birisine baktığınızda önce hakikati görür/bilir ve gördüğünüz o hakikate göre muamele yaparsanız edebli davranmış olursunuz. Eğer o rolün üstüne geçirilen kılıfa göre davranırsanız hakikate edebsizlik yapmış olursunuz ki EDEBSİZ diye ona denir. Kumandanın üzerine geçirilen kılıfın çok hoşuna gidecek olsa bile, hakikate uymuyorsa, o davranış edebsizliktir. Demek ki, edebe iki yönlü bakmak lazım: Bir, insanın kendisine davranırkenki edeb, kendisinden çıkacak fiillerdeki edeb. İki, bir başkasına davranırkenki edeb, karşısındakinin hakikate göre davranmasındaki edeb. Her iki halde de, bahsettiğim hakikate göre fiiller sergileyen edebli davranmış olur. Hakikate uygun fiillerle yaşamayı tercih eden, o hakikate geçirilen kılıfa göre fiil seçmez. Aksi halde sistem içinde edebsizlik yapmış olur. Bu yüzden, kendisine davranacağı zaman da, başkasına davranacağı zaman da sisteme uygun davranır, karşısındakinin haline, zannına göre değil. Karşıdaki kişi kendini “A” kabul etmiş olsa, “A” halinde yaşıyor olsa bile o edeblidir. Karşısındakinin davranış biçimi, veri tabanı ilah sistemine göre olabilir, öyleyse bile o onun hakikatine göre davranır.
EDEB, “EDEB YA HU” DENİLEN HAKİKATE
GÖRE OLAN DAVRANIŞLARDIR

Edebi bu şekilde fark etmeyen yaşantısında edebi karıştırır. Normal hayatta edeb tanrılara göre tarif edilir, dünya hayatındaki edeb tarifi onlara göredir: Ne edebli adam, beni görünce selam verir, düğmelerini ilikler… Neden edebli denildiğini fark ettiniz mi? İlan ettiği tanrılığa saygı gösterdiği için edebli diyor. Beni görünce düğmelerini ilikliyor, ayağa kalkıyor. Ne desem yapıyor, öl desek ölür.. Bunları ondan bekleyen kim? İlan edilen tanrı! Bu yüzden, ilan edilen tanrılığa, tanrı sistemine göre bir edeb tarifi var; tanrılığımıza hoş gelecek davranış biçimlerini edeb olarak tarif etmişiz. Ama cennetin kapısı onlara kapalı: La ilahe; tanrı giremez, tanrıya ait edeb de giremez. EDEB, “Edeb ya HU” denilen hakikate göre olan davranışlardır. O davranışları bilmek, önemsemek ve o fiilleri ortaya koymak için önce Edeb’i doğru tarif etmek ve iyi bilmek, sonra da “benim fiillerim tanrıya göre mi, hakikate göre mi?” diyerek titiz bir irdelemeye girişmek gerekiyor.
Bu yolda “yakin” kavramı çok önemsenir ama insanı doğru yola götüren yakin çok önemlidir. Bu çizgiyi korumada “ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim” düşüncesi ve tefekkürü önemlidir, bu yolda düşülebilecek yanlışlardan korunmada bu bakış önemlidir.
BEN ALLAH’IN DÜŞÜNCESİNDE SURETİM.
BÖYLE DİYEREK BAŞLAMALIYIZ.

Bu konularla meşgul olanların sık yanıldıkları noktalar var. Bir tanesi; “ben O’yum” demek. Bu yolda açılımlar olduğunda çok yaşanan bir şeydir bu. Kişi bizzat bunu söyler: Ben O’yum. Eğer bunu idrakinde düzeltmez ve bu fikre sahip çıkar da, işleri onun üzerine bina ederse yanlış yolda ilerler; o yakîn onu doğru yola götürmez! Bazen kişi tefekküründe öyle bir hal yaşar ki, bir anda her şeyinin değiştiğini hisseder. Bir anda! Bilim kurgu filmlerindeki gibi, sanki sizden farklı bir şey çıktı! O an, o kadar net görürsünüz sizden farklı bir şey var dışarıda. O an bakan, gören, duyan farklı bir şeydir. Hatta onun farklı olduğunu o an anlamıyorsunuz, o an geçtikten sonra anlıyorsunuz. O an geçiyor, geçtikten sonra anlıyorsunuz ki farklı bir haldi o! Eğer kişi, “ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim” diye düşünmesi gerektiğini bilmiyorsa o hali yaşarken “ben O’yum, ben Allah’ım” der. Bu hal Hallac-ı Mansur’un “Ene’l Hakk” deyişi ile karıştırılmasın, Hallac çıkıp da “ben Allah’ım” demedi. Bu söylediğim farklı bir hal. Yanılmıyorsam Şah-ı Nakşibend Hazretleri anılarında “o hal iki kez başıma geldi” diyor. O haldeyken aynen öyle söylersiniz: Ben Allah’ım! Ama Nakşibend Hazretleri ve bu hali yaşayanların söylediği gibi o yanlış bir bakış açısıdır. Bundan yıllar önce bir tefekkür toplantısındaydık, bir şeyler yerken bir genç çatalını kaldırdı; “yani şimdi bu Allah mı?” dedi. O zaman bir cevap verdik, o da “tamam, anladım” dedi ama o söylediklerimi şimdi düşününce yeterli olmamıştır gibi geliyor. Bu tefekkür süreci öyle bir şey ki, her yeni öğrenişinizle birlikte bir önceki için “yanlışmış veya yetersizmiş” dersiniz. Bir şey öğrenirsiniz, önceden doğru sandığınıza yanlış gibi bakarsınız. Bu ilimle meşgul olanlarda akla bazen “Biz O muyuz, biz Allah mıyız, gördüğüm şeyler Allah mı?” gibi sorular gelebilir. Bu gibi düşünceler, “ben Allah’ım, ben Allah’a ait bir parçayım” gibi düşünceler yanlıştır, zihni doğru yola götürmez. Doğru bir yakine gitmek istiyorsak antrenmana bu noktadan başlamalıyız: Ben Allah’ın düşüncesinde suretim. Böyle diyerek başlamalıyız.
İnsan bir şekilde “BEN” diyecek. İlahlık ilan etmemek için, yanlış olmayan bir “BEN”le başlamalı, ilahlığını ilan etmediği bir “BEN” kullanmalıdır. O şudur: BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim. Bu cümledeki “BEN”in bir gücü yoktur. Çünkü onun her hali Allah’ın düşüncesinin sureti! “BEN” dediği bu yapı Allah’ın düşüncesi! Allah düşündüğü kompozisyona bir isim verdi, kişi şimdi ona “BEN” diyor. Bu ileride kalkacak olan bir tespittir, bu tanımlama ileride kalkacak. Diğer “BEN” çok farklı; o iddiası olan, sahip çıkan, ilahlığını ilan eden bir “BEN”. Hep çok önemli nokta şudur: Zulmet kapsamındaki ilk “BEN”den kurtulmadan hakikat olan ikinci “BEN”i yaşayamazsın, bu bir mekanizmadır. “BEN”lerden ilkini atacaksın ki, VAR olan “BEN” ortaya çıksın. İşte onun için “BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim” diyoruz. Bunun mütevazilikle, “BEN” dememekle hiç alakası yoktur. Ne atıp kurtulacağımız “BEN”in, ne de ortaya çıkacak “BEN”in mütevazilikle alakası yoktur.   

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-33-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER