Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

HİKMET YURDUNDA İŞ, KUDRET YURDUNDA HESAP

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 16 Şubat 2017 Perşembe 12:46:36
 

– 25-
Mâliki YevmidDiyn’i anlamaya çalışıyoruz. Din gününü, ceza gününü, hesap gününü tanımaya, zihnimizde canlandırmaya ve bunu da ayetlerle yapmaya çalışıyoruz. Yöntemimiz gereği konuyu tamamen ayet ve hadislerden bir kompozisyonla vermeye çalışıyoruz.
Noksanlarımız var ama hedeflerimiz de olacak
Din Günü’nü anlatan ayetleri okuyoruz, görüyorsunuz ayetler hemen anlaşılıyor, anlamak için derin mânâlar gerekmiyor. Ancak şöyle de bir durum var: Biz, tamamen ayet ve hadislerden oluşan uzun paylaşımlara çok alışık değiliz, peş peşe çok ayet dinlemek bizim çok alışmadığımız bir tarz. Biz daha çok Kur’an ayetlerinin orijinal halini okumaya, Kur’an ayetlerini okuyanları dinlemeye alışığız. Kendi dilimiz Arapça olmadığı için sözleri olmayan bir müziği dinler gibi Kur’an dinliyor, onun verdiği huşûyla, o duyguyla tatmin olmaya çalışıyoruz. Oysa dili Arapça olanlar veya Arapçayı iyi bilenler bu açıdan şanslılar, onlar bizim gibi değiller. Onlar ayetleri dinlerken, günlük yaşantıdan aşina oldukları kelimeler nedeniyle kısmen anlayarak dinliyorlar. Bu yüzden, peş peşe ayet dinlerken mânâlarıyla dinlemeye de alışmış ve çok güzel bir alışkanlık edinmiş oluyorlar. Biz onlar gibi anlayarak peş peşe ayet dinlemeye çok alışık değiliz. Biz güftesiz bir müziği uyuyarak dinler gibi dinlemeye, onun verdiği huşûya, rahatlığa alışmışız. Elbette bu da çok güzel, bu da sevap ama bir güftesi yok. Sözlerini anlamadan, mânâsı olmadan dinlediğimiz için birisi bize “ne dinlediysen onunla amel et” dese, ne yapacağımızı bilemeyiz. Bir şey anlamadık ki amel edelim! Dinledik, bir güzel psikolojik rahatladık, ameli bu! Dinlediğimiz ayetler bize “şöyle davran, şöyle yap” diyor ama biz anlamadan dinlediğimiz için bilmiyoruz; maalesef böyle bir noksanımız var. Rabbim vereceği başka nimetlerle inşaAllah bu noksanımızı giderir. İslamiyet sırf nimet olduğu için, bu tür noksanlıkların bile avantaja dönüştüğü durumlar vardır, Allah’ın bizlere öyle nimetleri ve ikramları da vardır. Hatta onları görüp yaşayınca “iyi ki böyle bir noksanım varmış” bile diyebilirsiniz. Ancak Allah’ın ikramlarının cazibesi ve cezbesiyle söyleyebileceğimiz böyle bir cümle, bizim her gün az da olsa daha ileride olma sorumluluğumuzu kaldırmaz. Mesela Kur’an’ı orijinal harfleriyle okumayı bilmiyorsak öğrenme sorumluluğumuzu kaldırmaz, Kur’an’ın dilini öğrenmek gibi bir hedef koyma gayreti ve duamızı yok etmez. İnşaAllah Rabbim hem bu noksanlarımızı giderir, hem o nimetlerini lutfeder. Noksanlıklarımızı da nimetiyle tamamlarız inşaAllah. Rahıym isminin içi o kadar hediyelerle doludur ki, eğer iman nuru taşıyorsanız orada her mü’mine göre bir hediye vardır.
Mâliki YevmidDiyn’i ve O Gün’ü ayetlerden takip ederken zihnimizde canlandırmaya, O Gün’e ait bir dosya açmaya kendimizi zorlayalım ki izi kalsın. İzi kalsın ki Fatiha’yı okurken o izle Mâliki YevmidDiyn diyebilelim, herhangi bir vesileyle Fatiha okurken o izle okuyalım inşaAllah. Özellikle salâtta! Tabi ki salât dışında da!
Cenazedeki Fatiha
Günlük yaşantıda öyle bazı yerlerde Fatiha okuruz ki o anlar Mâliki YevmidDiyn tefekkürüne çok uygundur. Örneğin bir cenaze defni sırasında imam efendi sık sık “el-Fatiha” der ve biz Fatiha okuruz. Ölümü en fazla hatırladığımız o anlar aslında Fatiha’yı en duygulu okuyabileceğimiz zamanlardır. Eğer o anlarda biz “Bismillahir Rahmânir Rahıym El-Hamdü Lillahi Rabbil’ Âlemiyn” duruşuyla, “erRahmânir Rahıym” seslenişi ile, beynimizde açılan “Mâliki YevmidDiyn” manasıyla, “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn” tarifiyle Fatiha okuyabilirsek, beynimizde açılan o duygudan yararlanırsak o okuma bizim için çok faydalı olur. Aksi halde, “defin işi bir bitse de gitsek” diye bekleyen için işaret haline gelen bir Fatiha haline gelebilir, Allah muhafaza etsin, kendimizi iyi yoklayalım. “El-Fatiha” seslenişlerini “hoca noktayı koydu, biran önce gidelim” işareti gibi düşünürsek kaybederiz. Kaybetmemek ve ahireti kazanmak için her şeyden yararlanabilmenin bir yolunu mutlaka bulmak gerekiyor.
 “Mâliki YevmidDiyn” ayetlerine bir giriş yapmış ve inanmayanların O Gün’ün dehşetiyle “keşke toprak olsaydım” diyen hallerini Nebe Suresi 40’ta ve diğer ayetlerde görmüştük. Bizi Kıyamet Günü’ne doğru yaklaştıran o noktadan devam ediyoruz inşaAllah.
Azim Gün’de gelen yardım
O zor günde şahitler vardır: “Muhakkak ki biz, rasûllerimize ve iman edenlere dünya hayatında da, eşhadın (şahitlerin) kıyam ettiği günde de yardım edeceğiz.” (Mü’min-51)
Kur’an, insanları “iman edenler ve yalanlayanlar” diye iki gruba ayırmıştı: Ayetleri ve Din Günü’nü yalanlayanlar, ayetleri ve Din Günü’nü tasdik edip ona göre yaşayanlar. İşte Mü’min-51, tasdik eden ve ona göre yaşayanlar için bir müjde veriyor:
Bize ve rasûllerimize iman edenlere dünya hayatında da, şahitlerin kıyam ettiği günde de yardım edeceğiz!
Müthiş bir şey; Allah yardım va’d ediyor! Kime? Din Günü’nü tasdik edenlere, yalanlamayanlara! Bu yardımı özellikle din günü, ceza günü bulunmaz bir ilaç gibi arayacağız. Özellikle eşhadın, yani şahitlerin kıyam ettiği gündeki bu yardım bizim için, ahiretimiz için, din günü için öyle çok önemlidir ki…
Bu şahitler özellikle Nebiler ve Rasûllerdir, onlar o gün kıyam edecekler. Nebiler ve Rasûllerin bizim için şahitliği ve ayetteki; “onlara sorulacaksınız” hitabı bizi titretmiyor olabilir. Peki, şu da mı titretmiyor?
O gün siz değil, elleriniz, ayaklarınız, dilleriniz, gözleriniz, kulaklarınız, kullandığınız şeyler şahitlik yapacak!
Dolayısıyla, bütün onların sizin için kıyam edip dikildikleri, şahit olacakları bir an, bir zaman var. İşte ayet, “o zaman onlara yardım edeceğiz” diyor. Peki, bir şahidi varken ona yardım etmek nasıl olur? Allah muhafaza etsin, bir yanlış yapmışsın ve şahidi var. Rahıym ismini şimdi fark edin. Buradaki yardım Rahıym ismi kapsamıdır. Dünyadaki adalet sisteminde, yargılamada böyle bir yardım olmaz, dünyadaki yardım ancak hukuk çerçevesindedir. Bu dünyada hak yemeyen bir karar, hukuka uygun bir hüküm size en büyük yardımdır, en fazla bunu istersiniz. Ama orada yardım öyle değil: Ayıbın örtülür, şahide “vazgeç” denir. Allah, Din Günü’nü yalanlamayana, dünyada hiç olmayan böyle bir yardımı va’d ediyor. O Zor Gün’de, o Azim Gün’de şahitler kıyam ettiğinde senin için “şöyle yanlış yapmıştı” diyeceğiz ama sana yardım ederiz…
Ey Mâliki YevmidDiyn, bizi yardım ettiklerinden eyleyiver. Ya Rabbi…
“İşte o gün çok zor bir gündür; kâfirler için hiç kolay değildir; Beni ve yalnız olarak yarattığımı (baş başa) bırak.” (Müddessir; 9-11)
“Yalnız olarak yarattığım” ifadesinin mânâsını biraz açalım. Ayetlerde bu “ferd olarak yarattığımız” diye geçer: Ferd olarak yaratıldınız, ferd olarak geleceksiniz; En’am-94. “Ferd” kelimesinin bir kaç mânâsından birisi, kulun yaratılırken yalnız olmasıdır. Normal yaşantıda da bir benzeri kullanılır, “doğarken yalnızdık, ölürken de yalnız gideceğiz” denir. Çok doğrudur. Niye? Gözümüzle gördüğümüz bir olay. Yaratılırken kişi tek ve yalnız… Mâliki YevmidDiyn huzuruna çıktığı zaman da dünyada edindiği hiç bir bağ olmadan öyle çıkacaktır. Bir beşeri münasebet, bir akrabalık, güvendiği şeyler, arkasında var zannettiği şeyler olmaksızın, yapayalnız. Hatta kendisinde var zannettiği zannî güçler bile olmaksızın! Bu kadar yalnızsın! Dünyada herhangi bir hususta kimse yardımcın olmasa bile; “kendim hallederim, gayret eder yaparım” dersin, yani “Ben, ben hallederim” diyerek işine kendinde bir yardımcı bulursun. O gün, kendinde bulduğun o güç bile olmaksızın yalnızsın! Ferdiyet ile yani yalnızlık ile kastedilen bir mânâ budur, böyle bir yalnızlıktır. Vereceğimiz diğer mânâ biraz daha bâtınîdir:
“Ferd” Ahseni Takvim yapıdan daha da önde olan saflık derecesindeki bir yalnızlığı ifade eder.
“(Zaman gelir ki) kâfir olanlar, keşke biz de müslüman olsaydık diye şiddetle arzu duyarlar. Bırak onları, yesinler, faydalansınlar ve emel onları oyalasın. Yakında bilecekler.” (Hicr; 2, 3)
“Bırak onları, va’d olundukları günlerine kavuşuncaya kadar (dünyalarına) dalsınlar, oynasınlar.” (Me’aric-42)
“Kafir olanlar ise, kendilerine ansızın o saat gelinceye kadar yahut akıym (kısır) bir günün azabı gelinceye kadar ondan (tevhidden) şüphe içinde kalmaya devam edecekler.” (Hac-55)
“Allah’ı rasûllerine verdiği va’dden caydı sanma. Muhakkak ki, Allah Aziyzün Züntikam’dır.” (İbrahim-47)
“Kendilerine va’d olunan günlerin azabından dolayı veyl olsun o küfredenlere.” (Zariyat-60)
“Rableri’nden ittika edenlere gelince, onlar için üst üste bina olmuş, altlarında nehirler akan ğuraf (cennet makamları) vardır. Bu Allah’ın va’didir. Allah va’dini bozmaz.” (Zümer-20)
“Kendilerine güzel bir va’dde bulunduğumuz, ona kavuşan kimse, dünya hayatının metası (fani menfaati) ile kendisini faydalandırdığımız, sonra da kıyamet gününde (huzurda hazır tutulacaklardan) olacak kimse gibi midir?” (Kasas-61)
“De ki: Bu mu daha hayrlıdır, yoksa müttakilere va’d olunan huld (ebedilik) cenneti mi? (O cennet) onlar için bir ceza ve dönüş yeridir.” (Furkan-15)
Bütün bu ayetleri, bu ayetlerin vaaz ettiği hakikatleri fark eden Lüb Sahibi hemen duaya sarılır ve Rabbine şöyle sığınır: “Rabbimiz, bize Rasûllerine va’d ettiğini ver ve bizi kıyamet günü rezil etme. Muhakkak ki; sen va’dine hulf etmezsin.” (Âl-u Imran; 194)
Âmin.
Hikmet Yurdu ve Kudret Yurdu
Sık duyduğumuz bir cümledir; dünya hikmet yurdu, ahiret kudret yurdudur. Sık duyduğunuz bu cümlenin anlamı nedir, bu nasıl anlaşılmalıdır? İşi bilenler neden dünyaya “hikmet yurdu”, ahirete “kudret yurdu” demişler? Çok duyarız ama mânâlarını çok bulamayız, mânâsı saklıymış gibi gelir. Oysa herşey o kadar açık ki! Dünya neden hikmet yurdudur?
Bunun en önemli tek sebebi şudur: Dünyada mühlet vardır, insana mühlet verilmiştir. Mühlet yüzünden dünya hikmet yurdudur. İşte bu mühletin bir hikmeti vardır. Bu mühlet içerisinde insana Muhtariyeti Tercih Gücü verilmiştir, Muhtariyeti Tercih Gücü ve Yetkisi verilmiştir. Bu mühlet ve insandaki Muhtariyeti Tercih Gücü birleşerek hikmet yurdunu oluşturur, bunlar birlikte dünyaya hikmet yurdu denilmesine sebep olur. Kişi bu mühletin detayına ve batıni mânâlarına dalarsa, fark ederse, onları görecek olursa kafasını sallar ve der ki; bu mühletin bir hikmeti varmış! Bunu fark ederse hikmet yurdunu tasdik eder.
Dünya hikmet yurduyken ahiret neden kudret yurdudur? Yani dünyada kudret yok mu?
Öyle düşünmeyin. Allah’ın kudreti için “şurada var, burada yok” olmaz. Dünyada da kudreti var, ahirette de kudreti var: Ve la havle vela kuvvete illa Billâh! Allah’ın kudretinin kaplamadığı bir yer yoktur; aciz kaldığı bir yer yoktur; O’nu aciz bırakacak birşey yoktur. Dolayısıyla, kudret yalnızca ahirete mahsus zannedilmemelidir. Ancak ahiret kudret’in daha çok, daha net hissedildiği bir yerdir. Ahiret yurdu Saf Kudret’in hissedildiği yerdir. Çünkü “Mühlet” kalkmış, dünyada insana verilen mühlet bitmiştir. Verilen “mühlet” kalkınca “tercih yetkisi” de kalkmıştır. İnsanın tercih yetkisi kalkıp mühlet de bitince, o artık kudret’i çok şiddetli bir şekilde görür ve hisseder olmuştur. Allah muhafaza etsin, bir zelzelenin başladığını ve o zelzele anını yaşadığınızı düşünün. Ki bunu çok şiddetli yaşayanlar var! Çok! Yaşayanlar anlatıyorlar… O An’ın saniyelerini düşündüğünüzde ilk aklınıza gelen şey o an mühletin bittiğidir, hemen bu düşünülür; bitti! Ve yapacak hiçbir şeyiniz yok! O an tercihinizin bittiğini düşünürsünüz. Zaten o birkaç saniyede Allah’ın Kudreti’ni öyle kuvvetli hissedersiniz ki… Demek ki varmış! Var da sen farkında değilmişsin! Bir an için bile olsa “senden mühlet ve yetki çekilmiş gibi” hissettirilince, bunlar senden alınıp çekilmediği halde sanki alınmış gibi hissettirilince Allah’ın Kudreti’ni nasıl hissettin, nasıl korktun bir düşün! Ayetlerde bu korku için, bu duygu için, bu hissedişle ilgili başka örnekler de vardır. Ayetlerin geldiği zamanın yaşantısına göre verilen o örnekleri dikkatli incelediğinizde, anlatılan o halin günümüz için de çok yaygın, çok geçerli olduğunu görürsünüz. Rabbimiz ayetlerde misal verir: Gemide bir yere gidenlerin fırtınaya kapıldıklarında, denizin ortasında çaresiz kaldıklarında Allah’a nasıl yalvardıklarını bize anlatır. Ama karaya çıktıkları zaman birçoğunun bu yalvarışlarını unuttuğunu söyler. Neden? Bir anda “mühlet” ve “yetki”yi hissetti, onların elinden gittiğini, gideceğini hissetti. Sonra elinden gittiğini zannettiği o yetki geri geldi. Gelince, Var Olan Kudret’i (Allah’ın kudretini) yine göremez oldu. İşte hikmet yurdu olan dünyanın özelliği budur. Burayı hikmet yurdu yapan şey, mühletin ve yetkinin varlığıdır.  
Bunu fark edelim diye Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Dünya hesap değil iş yeridir; ahiret iş yeri değil hesap yeridir.”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER