Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

HZ. PEYGAMBER ZAMANINDA MEZHEP YOKTU ZATEN OLAMAZDI DA…

Muharrem Günay 5 Aralık 2018 Çarşamba 13:28:21
 

Hz. Peygamber zamanında mezhebin olmayışı o’ndan sonra da olmaz, olamaz manasına gelmez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin konularda sahabilerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber’e sorar, o da açıklardı. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer devirleri ile Hz. Osman’ın hilafetinin ilk yıllarında da herhangi bir ihtilaf çıkmamıştı. Sahabe ve tabiin devirlerinde akaidde bir mesele çıkarsa, hemen güvenilir âlimlere müracaat olunur, hükmü alınır, ihtilafın çıkmasına fırsat verilmezdi.
Hz. Peygamber (s.a.s.) Muaz İbn Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ona sordu:
“Ne ile hükmedeceksin?” O da “Allah’ın kitabıyla” “Onda bulamazsan.” Muaz: “Rasulullah’ın sünnetiyle hükmederim” dedi. “Bunların herikisinde de bulamazsan ne yaparsın.” diye sorunca, Muaz: “O zaman re’yimle içtihad ederim.” dedi. Rasulullah bu cevaptan memnun kalarak “Rasulünün elçisini, rasulünün razı olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun” dedi (Ebû Dâvûd, Ahmed b. Hanbel)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifte, Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır, yetmiş ikisi Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir. Buyuruldu. Bu fırkaya Ehl-i sünnet denir.”
Asr-ı Saadette mezheb yoktu ve olamazdı. Çünkü o zaman Peygamberimiz ve ashabı vardı. Herhangi bir mevzuda tereddüt veya şüphe olduğu zaman Peygamberimize (sav) soruluyor ve hemen doğru cevabı alınıyordu. Ama ondan sonra İslam dünyası genişledi, Müslümanlar kısa zamanda büyük ülkeler feth ettiler Müslümanların sayısı hızla çoğaldı. Dini mevzularda ihtilaflar baş gösterdi. Bir yandan da, İslamiyeti içinden çökertmek isteyen Yahudiler, İranlı mecusi’ler, Hıristiyanlar ve bunlarla işbirliği yapan sapık mezhep ve çoğunluğu siyasi amaçla ortaya çıkmış sapık fırkalar Müslümanların zihinlerini karıştırmak için şeytanca propagandalara başvuruyorlardı. Bunların başında yer alan Yemenli bir yahudi olan İbni Sebe’ dış görünüşüyle yalancıktan müslüman olmuş Abdullah ismini almış, başına sarık sarmış ve sapık fikirler yaymaya başlamıştı. Şii’liğin kurucusu bu adamdır. işte i’tikad ve ameliyatta ehl-i sünnet imamları Allah’ın dininin saflığını korumak için büyük gayret sarf ederek dinimizin hükümlerini ortaya koymuşlar; sapık ve batıl inançları reddetmişlerdir. Sonraları İmamı Azam Ebu Hanife’nin görüşlerini benimseyenlere Hanefi, İmamı Şafi’nin görüşlerini benimseyenlere Şafi denmiştir. Bu imamların ortaya çıkıpta ben “Hanefi mezebini, ben Şafi mezhebini kurdum “ gibi şeyler söyledikleri vâki değildir.
Mezhep, izlemek, gidilen yol demektir. Mezheb, büyük din müctehidlerinin edille-i şer’iyye’den çıkardıkları mes’eleler ve hükümler topluluğudur. Aslında gidilecek yol manasına gelen mezhep birdir. O da Peygamber Efemndimizin ve O’nun ashabının gittiği yol olan ve adına Ehli Sünnet Velcemaat denen yoldur. Bir müslümanın Ehl-i Sünnet üzere olabilmesi için İtikadi açıdan Maturidi ve ya Eşâri olması ameli/fıkhi açıdan ise Hanefi, Maliki, Şafi veya Hanbelî mezheplerinden birisine bağlı olması lazımdır.
Ameli açıdan dört mezhepten birisine bağlı olduğu halde itikadi açıdan Maturidi veya Eşari olmayan birisinin Ehlisünnet üzere olması mümkün değildir. Sözgelişi günümüzde Hanbelî oldukları halde İmamı Eşari ve İmamı Maturidi’ye bağlı olmayıp Teymiyeci, Vehhabi veya Selefi olanların varlığı bilinmektedir bunlara Sünnnet ehli denilemez.  
Bazıları “Selefiye” adlı mezhebi de hak mezheb kabul etmektedir. Bu görüş hatalıdır. Selef-i Salihin ile Selefiye’yi birbirlerine karıştırmamak lazımdır. Selef-i Salihın diye ilk çağ müslümanlarına diyoruz. Onlar bizim önderlerimizdir. Selefiye ise, aşırı ve ifrat fikirlere sahip olan İbni Teymiye’nin açtığı bir yoldur ki, Kur’an ve sünnete uygun olmayan hatalı fikirlerle doludur. Vehhabilik denilen bozuk bid’at fırkası işte bu selefilikten azma bir gruptur. Bunların en önemli özelliği kendilerinden olmayan Müslümanları kâfir olarak görmeleridir. Hâlbuki Ehlisünnet anlayışına göre Ehli Kıble ve Ehli salât yâni Kabeye yönelerek namaz kılan bir müslümanın mezhebi ne olursa olsun tekfirle suçlanması mümkün değildir.
İslâm “lâ ilâhe illallah” ile başlar “iyyâke na‘büdü” ile yürürlüğe girer. Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde Allah’a kulluk emredilir. Çünkü insanları, bütün emirlerine itaatte kul etme hakkı ancak O’nundur. Zaten Allah da insanları bunun için yaratmıştır (Zariyat 51/ 56). Çünkü Bir’e kul olmayan bine kul olur; “İyyâ kena’budü ve iyyâkenestaîn/ Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dilerim” (Fatiha 1/ 5) diyen insandan daha özgür bir insan yoktur. Allah’a kullukta yücelik ve hürlük, kula kullukta ise esaret ve küçülme vardır. İnsan sâdece Allah’a kul olacak şekilde yaratılmıştır. Kula kulluk insan fıtratına ters düşer.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER