Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

İSLAM DIŞI FELSEFELER VE SALYANGOZ SATANLAR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 8 Mayıs 2017 Pazartesi 13:18:44
 

Ef’al âlemi dâhil olmak üzere bütün sistem “var” üzerine bina edilmiştir. Allah vardır ve yaratılan herşey de varlığını Allah’ın varlığından alır. Dolayısıyla Allah’ın sisteminde “YOK”a yer yoktur. Allah’ın zâtında zâtının bildiği varlığı, zıddı olmayan bir var oluştur ve bu varlık tanımı yalnız Allah’a aittir; bu özel varlık tanımı ise, “Ehad” ve “Samed” vasıflarıyla ifade edilir. Yaratılmışlara ait var oluş tanımlarından Allah münezzehtir; (Sübhanallah). “A’mâ” da yokluk değildir. Tâlibin sistemde neye “YOK” denildiğini iyi bilmesi çok önemlidir. Dünya hayatında insanların kullandığı mânâda bir “YOK”luk yaşanmaya çalışılırsa, birincisi başarılı olunamaz, ikincisi boşa ömür tüketilmiş olur. Tâlibin seyr-i sülûk’unda hedefi “YOK”a ulaşmak değil “VAR”a ulaşmak olmalıdır. “YOK” ulaşacağı ve yaşayacağı değil, aksine kurtulması gereken bir durumdur. Sistemde “var” sınıfına girmeyen ve “YOK” denilen şey, VAR’DA VAR İLE ÜRETİLEN, VAR’DAN KAYNAĞINI ALAN ZANNLARDIR.
 Sistemde “yok” denilen şey bile “var”dan üretilen bir şey; “yok” denilen şeyin kökeni de “var”; o “var”dan kaynaklanan bir “yok”tur, yani vardan kaynaklanan bir zann’dır. “Yok” denilen şey var görünen bu ilmî suretler değildir, yaratılmış şeyler değildir. Yok denilen, bir “var”dan üretilen zann’dır.
“İnsanı yanıltan, işte bu “YOK” olana “VAR” muamelesi yapmasıdır.”
Kör zihin, esas “var”ı göremez
İnsanı yanıltan bu “yok” olandır, yani Vehmin Zulmeti dediğimizdir. Ona “vehim” gibi bakılıyor ama o vehim değildir, vehmin zulmetidir. İşte bizim “yok” diye anlatmaya çalıştığımız bu zanna insan dünya hayatında “var” der. Hatta ona o kadar kuvvetle “var” der ve o kadar kuvvetli inanır ki, o yoka “var” deyişi o kadar kuvvetlidir ki bu yüzden esas varı göremez. “Yok”a (vehmin zulmetine, uydurduğu zanna) zihnini öyle bağlar ki o zann onun zihnini kör eder, esas varı göremez.
“İşte bu “VAR” demesiyle aslında “YOK”u kendisi için “VAR” yapar ve gerçek “VAR” olanı da “YOK” yapar. İnsan bunu dûniHi algısı yüzünden böyle yapar. Bu durumda “YOK” DENİLEN ŞEY DÛNİHİ ALGI VE BU ALGININ ZANN’LARIDIR.”
Böyle olunca “YOK” denilen şeyin tarifi sadece şudur: DûniHİ algı ve zann’ları! Kur’ân’da, Sistem’de “yok” yalnızca budur. “Yok” denilen şey bu tariftekidir; dûniHİ algı ve zann’ları “yok” hükmündedir. “Aşağıların Aşağısı” yazılarından hatırlayacaksınız, dûniHİ algı ve zann’larına Kur’ân “Yoktur, bâtıldır, iftiradır, yalandır” der. Kur’ân’ın yok, bâtıl, iftira, yalan dediği şeye insan “var” der ve hayatını da o varın üzerine bina eder. Anlatmaya çalıştığımız bu. Tekâsür Sûresi bize; “Bununla bu kadar oyalanma be adam, yeter” diyor.
“DûniHi algının insanda ilk beliren zannı Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisinden kaynağını alan bir zann olup, “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla, yani “Sözde Tanrılık İddiası” ile ortaya çıkar.”
İlk zann budur işte!
İlk mücadele edeceğimiz şey dûniHi algı ve zann’larından korunmak ve kurtulmak
“Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi, vehmin zulmeti aynasında bir yetki olarak değil de dûniHi bir varlık ve kendisine ait özgür bir iradenin muhtariyeti olarak görüntülenir. “Varım ve Muhtarım” zannı, insanın dûniHi algıdan gelen diğer zann’larının da ana sebebini oluşturur. İnsan dûniHi algısından gelen zann’larının cimrisidir.”
İnsan bu zannları için çok cimridir. Ürettiği o zannlar için öyle cimridir ki… İnsan bu zannla “yok”a “var” dedi ve o varlığa göre bir hayat tarzı oluşturdu.
“Bu zann’lar onu aceleci, câhil, nankör, tartışmaya ve kavgaya meyilli yapar. Yine bu zann’ları yüzünden insan zayıf yapılı ve zann’larından korkan bir yapıda olur. İnsanın ölümü tatmasıyla birlikte dûniHi algısı, bu algının zann’ları, bu zann’lara dayanan yaşantı anıları büyük bir pişmanlık ve eliym bir azaba dönüşür. Bu yüzden dünya hayatında dûniHi algı ve zann’larından kurtulmak demek, âhiretteki pişmanlık ve azaptan kurtulmak demek, olur.
Elbette ki; seyr-i sülûk’taki Tâlibin, ilk mücadele edeceği şey dûniHi algı ve zann’larından korunmak ve kurtulmak olmalıdır. Her tür mücadelenin en geçerli yöntemi, bir yanlışı kaynağından yok etmek olduğundan, dûniHi algı ve zann’larını besleyen “Kaynak Kavram” olan “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası, yani Sözde Tanrılık İddiası, yani Kur’ân’ın diliyle “Mütekebbir Bakış ve Davranışlar”ın kökü kazınmalıdır, bir daha filizlenmemek üzere. Böylece; Tâlib, dûniHi algının zannı olmayan varlığa ulaşır ki, artık varlığın hakikatine doğru seyr başlar.
Aslında seyr-i sülûk sürecinde “benliğinden kurtul” diye bir öğüt yoktur, bu öğüdün altı boştur. Bu öğüt Uzakdoğu felsefelerinin telkini olup, âhiret için bir şey ifade etmez.”
Rabbin sana “Başka bir
kitabın mı var” diye soruyor
Paylaştığımız 27. Tefekkür Sayfası’na (http://www.birdusunyansimasi.com/media/ihlashayat/27.ihd.pdf) ilişkin detaylar “FATİHA ile fetih” ve “Aşağıların Aşağısı” kitapçıklarından okunabilir. Özetlersek; dûniHİ algı ve zann’larından medet ummamalıyız. Bu konuda âyetler bizi uyarıyor:
“Bu (tevhid dîni İslâm) benim Müstakıym Sırat’ımdır, (o halde) ona tâbi olun! Başka sebillere (fikir yollarına) tâbi olmayın. (Çünkü) sizi O’nun sebilinden (öğrettiği yoldan) ayırır. İşte bilfiil korunasınız diye Allah size onu (bu ilkeleri) vasiyet etti!” (En’âm-153)
En’âm Sûresi’nin 151, 152 ve 153. âyetlerinde “On Emir, On Vasiyet” diye bilinen, geçmiş Nebî ve Rasûllerin de getirdiği rivayet edilen emirler görülür. 153. âyet onun son öğüdüdür ve konumuzla ilgili olarak önemlidir. Buyrulur ki; size göndermiş olduğum İslâm/Tevhid Dini benim doğru yolum budur. Ona tâbi olun, başka sebillere, başka fikirlere ait yollara tâbi olmayın. Bana ulaşmak için başka fikirlere, başka fikir sahiplerine gitmeyin! Çünkü onlar benim öğrettiğim yoldan sizi ayırır. Sebil yol demektir ama bir inceliği de vardır; fayda göreceğiniz yol mânâsına da gelir. Sebil fayda göreceğinize inandığınız yol demektir. Diyor ki: Başka sebillere bakarsanız, başka fikirleri önemserseniz, o felsefecileri önemli görüp okursanız, “Bu da bizimkine benziyor, güzel sözler söylüyor” der de onlara uyarsanız, size faydalı gibi de gelse onlar sizi benim yolumdan ayırır. Hem bunlar hem onlar (ikisi) bir arada olmaz, bu yöntem sizi benim yolumdan ayırır. Âyet böyle! Bir de; “Bunu size vasiyet ettim” diyor. “Vasiyet ettim” demesi çok önemlidir. En’âm Sûresi’nin bu üç âyeti vasiyetle biter. Allah “Bunları size vasiyet ettim” diyor.
“Âyetlerimizi yalanlayanların ve âhirete îman etmeyenlerin hevalarına (dûniHi algı ve zann’larına) tâbi olma. Onlar Rablerine eş tutarlar (dûniHi rabler uydururlar).” (En’âm-150)
Beğenip okuduğunuz felsefecilere bir bakın lütfen, Allah’a Billâhi bir îmanları var mı? Yok! Ya Budist ya başka bir şey. Bunu aklınız alıyor mu? Günümüzde Efendimiz (SAV) olsa onun öğütlerini okur mu? O halde siz nasıl onu okur ve bir müslümana öğütlersiniz veya oradan kendinize prensipler çıkarırsınız? Onların kitapları bir müslümanın ülkesinde nasıl çok satar? Birisi salyangoz getiriyor ve müslümanın ülkesinde en çok satan o oluyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bu oluyorsa cennete tâlip olunabilir mi? Âyette bize ne dedi? DûniHi olanların fikirlerine tâbi olma, onlar bir rab uydururlar; uydurdukları bir rab vardır ve seni de kandırırlar.
“Rabbinizden size inzal olunana tâbi olun. DûniHi velilere (yol göstericilere) tâbi olmayın. Ne kadar da az tezekkür ediyorsunuz.” (A’râf-3)
Âyet böyle diyor ama insanlar onların sözlerini, öğütlerini beğenip birbirilerine gönderiyor. Bu bizim öğütleyeceğimiz şeye terstir. Biz diyoruz ki birisi size hayat tarzıyla ilgili bir öğütte bulunduğunda o öğüdün ne dediğine dikkat edin. Sizi “Lâ ilahe İllallah, Muhammedün Rasûlullah” Kelime-i Tevhid’ine mi getiriyor? Size namazı, salâtı dosdoğru ikame edin, zekâtınızı verin mi diyor? Yok! Öyleyse insanlar neden onları beğenir? “Onlar da aynı şeyleri söylüyor” deyip o sözleri yazar, çizer, asar, birbirlerine gönderirler, neden kendilerini ve başkalarını onlarla meşgul ederler? Çünkü onlarda amel yok! Amel olmadığı için seviyorlar. “O felsefelerde çok güzel öğütler var. Namazınızı kılın gibi bir şey yok. Tam bana göre” diye düşünülüyor. “Ne kadar güzel bir öğreti, içinde öğüt yok” dediğinizi, bundan hoşlandığınızı kendinize bir itiraf edin. Yapacağın hiç bir şey yok, sadece söz! “Bu sözü bana niye gönderdin?” diyorum, cevap bu: Çok güzel söz! Eee başka? Başka bir şey yok!
Kalem Suresi 37. âyet hem dünyada, hem âhirette bir sorudur: “Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan mı ders edip okuyorsunuz?” Rabbin senin bu haline bakıp diyor ki; bu kadar ısrarla o fikirleri, kitapları incelediğine göre senin başka bir kitabın mı var? Var da oradan mı ders ediyorsun? Rabbin bunu sana hem dünyada hem âhirette soruyor!

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti