Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

KARDEŞ LİBYA -10-

ZAWİYE
Libya’dan iyi haberler gelmiyordu. Esasen son seyahatlerimde de Libya’nın eski Libya olmadığını görmüştüm. Buna rağmen, yeni bir çağrı alınca “gitmem” diyememiştim. Zira bu kadim ülkede, beni çeken bir şeyler vardı. Her gidişimde, “bir daha gelmem” diyordum ama, yine de yola düşmekten kendimi alamıyordum. Kültür Merkezi müdürü Emin bey, “ istersen yanına bir kişi daha al” deyince, gazeteci dostum Ender Yoldar’la birlikte 03 Şubat 2011 tarihinde Ankara’dan direkt uçuşla (ki ilk kez böyle bir uçuş yapıyordum) Trablus hava alanına inmiştik.
Trablus hava alanı yürekler acısı bir durumdaydı! Buna rağmen yeni inşaatlar yapılıyordu. Her zamanki gibi yine karşılayan kimse yoktu. Görevli gibi görünen kişilere laf anlatmak mümkün değildi. Telefonla, Bingazi’de bulunan Emin Ben Amer’e telefonla ulaşıp durumu anlatmış; sonra Ankara’daki Libya Büyükelçiliğinde görev yapan Faraj Nami ile buluşmuştuk. Meğer Faraj bizi karşılamakla görevliymiş ama, bizi bulamamıştı! Faraj, Belçika’dan gelen bir konuğu da alıp, bir minibüsle bizi bir saatlik yolculukla Al Zawia kentine götürmüş ve buradaki “Zawia Jewel Hotele yerleştirmişti.
Kadim dostum Necip Nasrat bu Zawia kentinde doğmuştu ve halen burada yaşıyordu. Ankara’da görev yaptığı yıllarda da hep bu kentten bahsederdi. Önceki seyahatlerimden birisinde beni buraya getirmiş ve bir raks grubunun gösterisini izlememi sağlamıştı. Sonraki yıllardan birisinde de bu grubu, Uluslararası Silifke Folklor ve Müzik Festivali’ne davet etmiştim… Otele yerleşmemizden az sonra Necip bizi ziyarete gelmiş ve bir süre sohbet etmiştik.
Zawiye’ye yağmur yağıyordu ve hava soğuktu. Akşam yemeğini otelde yiyip, odalarımıza çekilmiştik. Küveti doldurup, yorgunluğumu atmaya çalışırken, düşünüyordum: İlk kez valizim açılmış, içindekiler didik didik edilmişti! İlaçlarımın bulunduğu küçük çantayı da açmışlar, ama fermuarını kapatmayı unutmuşlardı. “Demek ki Libyalılar, beni dost bilmiyorlar?” diye üzülmüştüm… Libya’da neler oluyordu?… Davet ettikleri insanlara bile güvenmeyen bir yönetim vardı!… Banyodan çıkıp, resepsiyona telefon ederek çay istemiştim. Bir saat bekledikten sonra gelmeyince, resepsiyonda görevli kişiye, ağzıma gelen en ağır sözleri söylemiştim!…
Libya’da her şey ve herkes başkalaşmıştı. Konuklara yüz vermiyorlardı. Otelin içinde ve dışındaki tüm görevliler, (ki bunların büyük bir kısmının polis ve istihbaratçı oldukları muhakkaktı) konuklara asık suratla bakıyorlardı. Oteldeki hizmet, yemekler ve ikram (eskiye nazaran) çok zayıftı. Sözde dört yıldızlı otele, üç yıldız bile verilemezdi… Esasen Zawiye, 60 yıl önceki bir Anadolu kenti manzarası arzediyordu.
Bir başka şey de, bizim de katılacağımız toplantı, neden başkent Tripoli’de değil de bu berbat şehirdeydi? Sözde Zawiye, Libya’nın üçüncü büyük kenti idi!…
Ertesi sabah kalktığımda, bir gün önceden beri yağan yağmurun devam ettiğini görmüştüm. Bir ara kesilir gibi olunca, çıkıp yürümüştük. Kent berbat görünüyordu. Belediye hizmetinin gerektiği şekilde yapılmadığı anlaşılıyordu. Sokakta yer yer su toplanmış olmasından dolayı, rahat yürüyebilmek imkansızdı.
Otelin bulunduğu yerde yeni binalar ve binaların ortasında park, park içinde de havuz vardı. Ama park ta havuz da berbattı! Demek ki hiç kimse görevini yapmıyordu. Günlüğüme aynen şunu yazmıştım: “Yoksa?… Ceauşescu’nun dönemindeki Romanya’yı anımsatan bir umursamazlık mı vardı?… Önem verdikleri bir toplantıyı neden bu berbat şehre almışlardı?… Neden bizimle hiç kimse ilgilenmiyordu? Bir daha böylesi çağrılar alınca koşup gelmemek lazım!…”
Otelde bizden başka iki Türk vatandaşı daha vardı. Deri ticareti yapan bu kişilerle yaptığımız kısa görüşmede bir şey öğrenmiştik: “13 gün sonra, yani 17 şubatta halk ayaklanacakmış!…”
Kent içinde dolaşırken de fırtınadan önceki sessizliği hissetmiştim. Zira ben böylesi havayı Romanya’da ve Irak’ta da teneffüs etmiştim. Ender de benim gibi düşünüyordu ve Kaddafi’nin çok yakında gideceğini anlamıştık… Bir iki kahvehanenin önünden geçerken, insanların yüzlerindeki dehşeti görmüştüm. Evet, bir şeyler olacağı muhakkaktı.
Otele dönünce bir garibe durumla daha karşılaşmıştık. Kafeteryada içtiğimiz meşrubatın parasını istemişlerdi, ki önceki seyahatlerde iç içebildiğin kadardı ve ücret falan talep edilmezdi.
Hava sürekli yağışlı ve soğuktu. Nazım Hikmet’in “Hava kurşun gibi ağır…” dizesiyle başlayan şiiri dudaklarımdan düşmemeye başlamıştı. Kısaca tablo şuydu: Libya’da zenginler, tuzu kuru olanlar vardı; ama onlardan daha kalabalık bir topluluk yoksuldu, garibandı. Bu nasıl sistemdi? Nerede kalmıştı, hak hukuk, eşitlik sözleri ve üçüncü evrensel teori?…
Oteldeki televizyonda 14 Arap kanalı vardı. Bunlardan ikisinde “Tek Türkiye” ve “Kurtlar Vadisi” dizileri, gösteriliyordu. Bu iki Türkiye’nin içinde bulunduğu olumsuzlukları konu aldığı için, özellikle seçilmiş olmalıydılar?…
KAPİTALİZMİN ÇÖKÜŞÜ
5-7 Şubat 2011 tarihlerinde, yeni bir Yeşil Kitap toplantısı yapılacaktı ve biz bunun için gelmiştik. Bu kez doğrudan demokrasi ve kapitalizmin çöküşü konuları ele alınacaktı. Yabancı delegasyonlardan Bulgaristan grubu tam 24 kişiden oluşuyordu. Anlaşılan Kaddafi ile Bulgaristan yönetiminin arası çok iyi idi?… Bu kez dışarıdan sadece Avrupa ülkelerinden konuklar davet edilmişlerdi. Bunlar da İtalyan, Belçikalı, Macar, Moldovalı, Bulgarlar ve biz idik.
Toplantıda havanda su dövülmüştü. Esasen Libya’da bu işleri organize eden ve yürüten kişiler de, artık yaptıkları işi iyice kanıksamışlardı! Zira bu toplantılarda hep aynı kişileri görüyordum.
Toplantının yapıldığı kültür merkezi inşaatı 1,5 yıl evvel bitmişti ve ilk ciddi toplantı yeni yapılıyordu. O arada ilginç bir sergi açılmıştı. Bu sergide kumdan yapılan sanat eserleri yer almıştı. Bir de Libya devrim komuta konseyinin yaptığı yayınlar sergilenmişti.
Toplantının son gününde Bulgar ve Belçikalı iki kişi bir birlerine girmişlerdi. Nedenini ise daha sonra öğrenmiştik. Meğer bunlar, devrim komuta konseyinin Avrupa temsilcisi olmak için çaba harcıyorlarmış!…
SABRATA
İkibuçuk gün süren toplantının bitiminden sonra, deniz kenarındaki antik Sabrata kentine giderek, buradaki tarihi kalıntıları gezip görmüştük.
Sabrata Roma imparatorluğunun önemli bir kentiydi. Bölgeye Hıristiyan dininin yayılmaya başlamasıyla birlikte ilk resmi Katedral inşaa edilmişti. Antik tiyatro, tapınaklar, lahitler ve arena kalıntıları arasında dolaşmıştık. Ancak, kalıntılar çok geniş bir alana yayılmış olduğu için, burayı birkaç saat içinde, hatta bir günde anlayarak, inceleyerek gezebilmek olanağı yoktu.
O akşam topluca yemek yenilmiş gece de Zawiye halk dansları topluluğunun gösterisi izlenilmişti. Bu kentte dikkatimi çeken bir husus da, tüm kadınların başlarının kapalı oluşuydu. Örneğin Trablus’ta başı açık olan da vardı.
TRABLUS
8 şubatta hiçbir işimiz yoktu. Bir grupla birlikte Trablus’a giderek, Türk çarşısında bir süre dolaşmış, akşam saatlerinde de Zawiye’ye dönmüştük. Ama ertesi sabah tekrar Trablus’a gelerek Al Wahat oteline yerleşmiştik. Burada 622 no.lu odaya yerleşmiştim. Öğle yemeğini otelde yedikten sonra yürüyerek Yeşil meydan’a kadar gidip, dönmüştük.
Akşam saatlerinde Faraj Nami, oğlu Muhammed’le birlikte gelmişti. Faraj’ın dört oğlundan ikisi Ankara’da doğmuşlardı. Bizi Lübnan lokantasına götürerek yemek vermiş, sonra Medine Cafeye giderek çay içmiştik. 1953 yılında kurulan Medine Spor Kulübü de aynı mekandaydı.
Benim bildiğim ve tanıdığım Trablus’un da yerinde yeller esiyordu. Batı tipi cafeler oluşmuş, kimi insanlar çok zengin olmuşlardı. Başkentte ne üçüncü evrensel teoriden ne de Yeşil Kitap’tan eser kalmıştı!… Alt yapı berbat, belediye hizmetleri çok zayıftı. Kaldığımız otel sözde beş yıldızlıydı ama, bu yıldız meselesine kargalar bile gülerdi!… Odadaki elektrikler yanmıyordu ve banyodaki havlu pisti!…
Akşam odamıza çıkarken, resepsiyondaki görevliye bizi sabah saat 04.00’de uyardırmasını tembih etmiştik. Ama maalesef bu yapılmamıştı, ama biz kalkmıştık. Saat 05.00’te bir aracın gelip bizi hava alanına götüreceğini söylemişlerdi ama, yarım saat beklememize rağmen ne araç ne de görevli bir kişi gelmişti. Bunun üzerine bir taksiyle hava alanına gelmiş ve 10 Şubat 2011’de saat 08.00’de Ankara’ya uçmuştuk…
***
Ve 17 Şubat 2011’de Libya halkı ayağa kalkmış; kısa bir süre sonra Kaddafi öldürülmüştü!

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti