Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Kemal DEMİRKIRKAN

METAL YORGUNLUĞU MU? FETÖ TEMİZLİĞİ Mİ?

Aslında FETÖ’nun devlete sızma girişimlerinin çok yeni olmadığını, eskilere kadar uzandığını hepimiz biliyoruz. İzmir’de 1960’li yıllarda başlayan hareket zaman içinde büyüyüp gelişti. Ülkemizdeki dini cemaatleri örnek alarak büyümek için önce gençleri seçti. İlk olarak Işık Evlerini kurdu. İki önemli tarih FETÖ için mihenk noktası oldu. İlki 1980 ihtilali. İhtilal sonrası kendisine geniş bir hareket alanı buldu. Tüm diğer cemaatler gibi sağ iktidarlarla dirsek temasına geçti. Nüfus alanını genişletti. 1982’de Yamanlar Koleji kuruldu. Bunu dünyanın dört bir tarafına dağılan diğer okullar izledi. Turgut Özal’ın başbakanlığı sırasında siyasal itibar elde etmeye başlayan FETÖ’ye okullar ve dersaneler açmasına izin verilerek finansal olarak güçlenmesi sağlandı.
İkinci mihenk noktası ise 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesi oldu. AKP’nin iktidara gelmesiyle hedeflerine ulaşmak için, kendisine önemli bir zemin buldu. O güne kadar askerin, polisin ve milli istihbaratın irtica eylem planları baskısı altında, sınırlı ve sessiz hareket edebilen örgüt, bu dönemde iktidardan aldığı destekle bir anda devletin tüm kademelerine sızmaya başladı. Gülenciler AKP iktidarına verdikleri destek karşılığında başta güvenlik ve yargı olmak üzere devletin stratejik kademelerine kendi bürokratlarına yerleştirmeyi başardılar. Başlangıçta polis teşkilatına istediği elemanları alırken iktidardan aldığı güçle artık üst kademeyi de istediği gibi şekillendirmeye başladı. Yasama, yargı ve yürütmenin yanı sıra medyada önemli bir güç haline geldiler. Fütursuzca işler yapmaya başladılar.
Genelkurmay’dan yapılan 27 Ocak 2007 tarihli muhtıra(!) açıklaması sonrası artık iktidarın ortağı oldular. Bu ittifak sonrasında Polis istihbaratını tamamen ele geçiren FETÖ 2007 seçimleri sonrası Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy, Oda TV, Amirallere Suikast gibi davalar aracılığıyla Türk Silahlı Kuvvetlerini pasifize etmeye, komuta kademesini şekillendirmeye, muhalefet yapanları, aydınları, siyasetçileri ve gazetecileri devre dışı bırakmaya başladı. Hükümet-Cemaat ortaklığıyla sürdürülen Kumpas Davaları ile devlet yeniden şekillendirilmeye başladı. Bu ortaklık o kadar aşikardı ki dönemin başbakanı 15 Temmuz 2008’de kendini “bu davaların savcısı” olarak tanımladı, “Türkiye’de Temiz Eller operasyonu yapanlara saygı duysunlar” diyerek devlet kadroları dahil, herkesi savcı Zekeriya Öz’e sahip çıkmaya çağırdı. Kendi zırhlı aracını bile verdi. Tüm AKP kadroları da yapılanların arkasında yer aldı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Türkiye Bağırsaklarını temizliyor”, dönemin Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış “Türkiye’dekileri hizaya soktuk”, AKP Milletvekili ve Başbakan Başdanışmanı Yalçın Akdoğan “Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşması”, AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik ise Ergenekon mağdurlarına ceza yağdırıldığı dakikalarda katıldığı bir televizyon programında “Şunu unutmamak lazım. Türkiye yıllardır darbe tehdidi altındaydı. Merhamet adaleti engellerse o merhametten maraz doğar.” diyerek FETÖ’ye desteklerini açıkladılar.
2010 referandumunda FETÖ lideri AKP’yi desteklemek için “gerekirse ölüleri bile getirtip oy kullandırtacaksınız” diye emir verdi. Aynı menzile farklı yollardan gidenlerin yolu iktidarın gücünü ve nimetleri paylaşmaya gelince ayrışma başladı. 7 Şubat 2012 MİT tırları krizi ile birlikteliğe derin yara açtı. Nihayet 17 -25 Aralık 2013 tarihli Rüşvet ve Yolsuzluk Davları ile yollar ayrıldı. AKP Genel Başkanı “Ne istediniz de vermedik” “Bunlar devlet içinde devlet olmuşlar” diyerek çok şaşırdığını gösterdi. Zamanında yüceltilen altına zırhlı araçlar verilen savcı Zekeriya Öz yolsuzluk soruşturması başlatınca birdenbire “Paralel Devlet” elemanı “Çete” elemanı oldu.
O dönemlerde bu örgüte liderine karşı söylenen her türlü iddiaya göğüs geren, “muhterem hocaefedi” diye savunan, “Bu hasret niye? Bu gurbet niye? Bu sıla hasreti artık bitmelidir. Dön artık özledik”, ”Cemaat devleti ele geçirmiş, devlete sızmış. Buna kargalar güler”, “Fetullah Gülen bu ülkenin yetiştirdiği önemli bir kıymettir. Değerli bir insandır, bilge bir insandır. Bu ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmetini yapıyor. Her şeyi de devletin denetimi, gözetimi altında açık”diyen siyasetçileri, bürokratları, gazetecileri saymama gerek var mı? Bu siyasetçiler şimdi hangi partinin yöneticileri olarak görev başında. Hepimiz biliyoruz.
15 Temmuz hain Darbe girişimi sonrası ülke çapında başlatılan tutuklamalar ve görevden almalar, nedense bir türlü siyasi ayağa ulaşamadı. Hatta dikkatleri dağıtmak için ömrünü FETÖ ile mücadeleye adamış gazeteciler tutuklandı. F tipi örgütlenme adını gündeme getiren, irtica ile mücadelenin simgesi olan CHP’yi bile FETÖ ile işbirliği yapmakla itham ettiler. Tabi şimdi buna kargalar bile gülüyor. Bütün bu algı yönetimi çalışmalarına rağmen siyasi ayak olmamasına kimseyi inandıramadılar. Vatandaşı inandıramadılar. Kendi yandaşları bile itiraz etti. Siyasi ayak AKP’nin Bakanları, Milletvekilleri, Belediye Başkanları, İl Başkanları, Meclis Üyeleri, yandaş işadamlarıdır.
İşte AKP Genel Başkanı tarafından ortaya atılan “Metal Yorgunluğu” lafı da buradan çıktı. AKP’nin akıl hocaları Metal Yorgunluğu adı altında bir kılıf bularak parti içi FETÖ temizliğine başladı. Artık çok geç. Çünkü bu “Metal yorgunluğu” değil “Metal Çürümesi”dir. Yorgunluk değil, çürüme.
Son Söz; “Kışın yediğin hurmalar, yazın seni tırmalar” Atasözü

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti