Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

NAMAZLA ZEKÂTIN ARASINI AYIRANLARLA SAVAŞIRIM

Muharrem Günay 24 Temmuz 2017 Pazartesi 12:35:25
 

Namaz genellikle bireysel bir ibadet olduğu halde, toplumsal yönü de oldukça önemli olan bir sosyal ibadettir. Zekât ise toplumsal bir ibadet olmanın yanında, bireysel yönleri de bulunan bir ibadettir. Uhrevi tarafı bir yana namaz, insanın bu dünyaya ait işlerini, aile hayatını, iş hayatını da düzene sokar ve insana bir şahsiyet ve duruş kazandırır. Zekât ise, insanlardaki merhamet duygularını tatmin etmekten ziyade, toplumun sosyal ve ekonomik açılardan kalkınmasını sağlar ve toplumdaki tabakalar arasında, özellikle zenginlerle yoksullar arasında köprü vazifesini görerek, güçlü bir bağın kurulmasını sağlar. Bu sayede, hem insan onurunu zedeleyen yoksulluğun oluşmasını engeller, hem de muhtemel toplumsal çatışmaların önüne geçer. Bu açıdan bakıldığında, İslam’ın köprüsü olarak nitelendirilen zekâtın, gerçekten toplumdaki tabakalar arasında bir köprü vazifesi gördüğü ve toplumsal mesafeleri küçülttüğü ve toplumda sosyal barışı sağladığı görülür. Namaz ve zekâtın Kur’ân’da genellikle birlikte zikredilmesinin bir nedeni, ikisinin birlikte insana ve topluma yaptığı katkıdan dolayıdır. Ayrıca, bir arada zikredildikleri yerlerde namazın zekâttan önce anılmasının bir hikmeti ise, hem namaza hem de insana öncelik verilmesi gerektiğidir. Ahlaklı bir insan ve ahlaklı insanlardan oluşmuş bir toplumun oluşması için işe insandan başlamak gerekir. Namazla bir şahsiyet kazanan ve topluma yararlı bir kişi haline gelen insan, zekâtla da toplumsal ve ekonomik kalkınmaya hizmet eder.
Namaz ve zekât sadece Muhammed Ümmetine özgü ibadetler değildir. Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberler ve onlara inanan ümmetler namaz ve zekâtla emr olunmuş olup, İslam öncesindeki tek tanrılı/ilahî dinlerde de bu ibadetler vardı. Ancak, özellikleri ve uygulanış biçimleri farklıydı. Sözgelişi, Musevilikte namaz kılınırken rükû yapılıyordu, ama secde yapılmıyordu. Örneğin, İsrailoğulları’na hitaben Kur’ân’da şöyle bir ayet vardır: “Namazı ikame edin, zekâtı verin ve rüku edenlerle birlikte rüku edin!” (Bakara: 43). Benzeri durumlar zekât için de geçerlidir.
Namaz ve zekâtın tarihselliği İslam’ın en önemli kaynağı olan Kur’ân-ı kerim’de değişik surelerde ele alınmıştır. Özellikle, Enbiya ve Meryem gibi surelerde birçok peygamberin hayatı ve içinde bulundukları toplumların yapısı çok özlü bir şekilde anlatılmaktadır. Bunların içinde en çarpıcı olanı Meryem Suresi’nde Hz. İsa ile ilgili olarak geçen bölümdür. Henüz kundaktaki bir bebekken Allah’ın bir mucizesi olarak konuşmaya başlayan Hz. İsa’nın (a.s.) ağzından çıkan ilk sözler şunlar olmuştur:
“Bebek şöyle konuştu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı; nerede olursam olayım beni, mübarek (feyizli ve insanlara faydalı) kıldı. Hayatta olduğum müddetçe bana namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem 19,30–31)
Hz. İsa (a.s.) , kendisine ilahlık makamının verileceğini önceden hissetmiş gibi, daha doğar doğmaz “Şüphesiz ki ben, Allah’ın kuluyum” diyerek kendisinin ancak bir kul ve peygamber olduğunu kendi lisanıyla bütün insanlığa bildirmiştir. Aynı zamanda, “namaz ve zekât”la emr olunduğunu belirterek de insanın ve toplumun en çok neye ihtiyacı olduğunu peygamberlik ferasetiyle önceden hissetmiş ki, henüz bebekken kendisine bu hakikatler söylettirilmiştir.
Aslında, bugün İslam dini içinde yer alan bütün hakikatler geçmiş peygamberlerin şeriatları içinde de yer alıyordu. Mahiyetleri aynıydı; fakat uygulanış biçimleri farklıydı. Hz. Âdem’den Hz. Nûh’a, Hz. Nûh’tan Hz. İbrahim’e, Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya, Hz. Musa’dan Hz. İsa’ya ve Hz. İsa’dan Hz. Muhammed’e kadar dinin aslı ve temel hakikatleri hep aynı kalmıştır. Bununla ilgili olarak Kur’ân’da birçok ayet vardır. Örneğin, bir ayette şöyle deniliyor:
“(Ey resulüm!) Şüphe yok ki biz, Nûh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Ya’kub’a, (onun) torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a ise Zebûr’u verdik” (Nisâ: 163).
Kısacası, İslam dininin beş temel esası içinde yer alan namaz ve zekât bütün peygamberlerin hayatında yer almıştır. Dolayısıyla, namaz ve zekâtın dinin değişmez en temel iki hakikati, belki de insanlığın muhtaç olduğu en önemli iki hakikat olduğunu söylemek mümkündür. Namaz ve zekâtın genellikle birlikte zikredilmesinin bir hikmeti de bu olsa gerektir. Öyle ki, Kur’ân’da bahsi en çok geçen peygamber ve kavim olan Hz. Musa ve İsrail oğulları ilgili ayetlerde de bu konu üzerinde sıkça durulmuştur. Hz. Musa’nın İsrailoğulları’na getirmiş olduğu meşhur on emir içinde de namaz ve zekât hakikatleri yer almıştır. İlgili emirlerin bir kısmı şunlardır:
“Hani (vaktiyle) İsrâiloğulları’ndan: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara güzel davranıp iyilik edin; hem de insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin’’ diye (emretmiş), sağlam söz almıştık. (Bu sözden) sonra, sizin pek azınız hariç, (hepiniz) döndünüz. Sizler zaten yüz çeviren (dönek)lersiniz.” (Bakara2,:83)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh dedi ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatı üzerine, yerine Ebû Bekir halife seçilip de Araplar’dan kimileri dinden dönünce, Ebû Bekir bunlara karşı savaş açtı. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh : Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ben insanlarla Allah’tan başka ilâh yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Kim kelime–i tevhîdi söylerse, –İslâm’ın hakkı olan hadler hariç– mal ve canını benden korumuş olur. Gerçek hesabını görmek ise Allah’a kalmıştır” buyurmuşken şimdi sen onlarla nasıl savaş edersin? Diye karşı çıktı.
Ebû Bekir:
– Allah’a yemin ederim ki, namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka savaşırım. Çünkü zekât, malın (ödenmesi gerekli) hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki, Resûlullah’a verdikleri bir deve yularını bile bana vermekten kaçınırlarsa, sırf bu sebepten dolayı onlarla savaşırım” cevabını verdi.
Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh şöyle dedi:
“Yemin ederim ki, zekât vermek istemeyenlerle savaş konusunda Allah Teâlâ’nın, Ebû Bekir’in kalbine tam bir kararlılık vermiş olduğunu gördüm ve doğrunun bu olduğunu anladım.”  (Buhârî, İ’tisâm 2, Zekât 1, 40, İstitâbe 3; Müslim, Îmân 32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 1; Tirmizî, Îmân 1; Nesâî, Zekât 3, Cihâd 1.)

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER