Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 16 Mayıs 2017 Salı 12:36:23
 

– 101-
Dedik ki¸”Müstakilen var ve muhtar olan ancak Allah’tır” beyanına uygun bir kazanımın olması, bu kazanımın da değişime dönüşmesi gerekiyor. Değişim için süreç böyle: Karara uygun arzu, arzuya uygun gayret, gayrete uygun fikirler ve fiiller. Yaptığımız beyanın hem fikirlerle hem de fiillerle tasdiki gerekiyor; yönelişte yaptığımız beyanı fikir ve fiillerimizle tasdik etmeye başlarız ve süreç ilerler. Bunlar nefs mertebesi sürecinde fiillerin tecellisi, isimlerin tecellisi, sıfatların tecellisi gibi isimlerle anılan bölümlere ayrılmıştır. Biz o süreci böyle söylüyoruz: Siz o beyanı fikirleriniz ve fiillerinizle tasdike başlarsınız, böylece beyanın gerçek şehâdeti oluşur. Sonuç olarak beyan kazanılmış beyana dönüşür; kazanılmış beyan da değişime dönüşür. Bu çok önemli süreci İhlâs Sûresi ile de göreceğiz.
“Beyan” yetmez, “kazanım” gerekir
“Allahım şöyle duydum” demek yetmiyor. Beyan yetmez, ayet ve hadislerden duyduklarınızı kazanıma çevirmeniz gerekiyor. Sınavda böyle bir zincir var: “Beyan” ne kadar “kazanılmış beyan” ise o derece kuvvetli değişim olur. O yüzden nefsin farklı mertebeleri vardır. Beyan ne derece kazanılmış beyansa değişim o derece kuvvetli olur. Değişim’i izah edeceğiz, o bir surettir, somut bir şeydir. Dolayısıyla süreç beyan, kazanılmış beyan, değişim şeklindedir.
Buraya bir parantez açalım. İhlâs Sûresi “Kul” diyerek yani “de, söyle, beyan et” diyerek başlıyor. Demek ki “Kul”den sonra gelen, “HUvallahu Ehad, Allahu’s Samed” bir beyan! Bunu duydun. Ve bir mümin olarak “Lem yelid ve lem yûled” diyerek hayata başladın. Sonra çalışmalarınla tespit ettin ki “Ve lem yekün lehü küfüven ehad.” İşte bu kazanılmış beyandır. Duyduğun o beyanı kazanıma çevirdin, bir tespitin var. Öyleyse değişeceksin.  
Sınav böyle şekilleniyor: “Beyan, kazanılmış beyan, değişim” gerçeği, dünya hayatında beyanı belirleyen tercih temeline oturtulmuş bir deneme ile şekilleniyor. Müminlerin bir beyanı ve o beyana uygun bir değişim süreci var. İnanmayanların da bir beyanı var. Allah’a karşı iftira olan bir beyanda bulunuyorlar; yaşantılarıyla bu beyanlarını kazanıma çeviriyorlar; bu kazanımlarına göre de bir değişime uğruyorlar…  Âhiret için.
Şimdi “kendim” derkenki kastettiğimiz manaya dönelim.
İnsanda “kendim” mânâsına olan nefs, aynaya bakarken söylenen “kendim” değildir. Gözlerimizi kapatıp özümüze, kendimize “kendim” derkenkidir. İşte “kendim” mânâsına gelen nefsi şimdi yatay mânâlarına ayrıştıracağız. “Âmenû Billâhi ve Amilûs Sâlihâti” diye onu daha önce dikey mânâlarına ayrıştırmış ve “Yöneliş ve İlişkiler” demiştik. Nefsi daha iyi anlayabilmek için şimdi onu kendi hizasında, kendi kulvarında yatay mânâlarına ayrıştıralım, orada neler hamur olmuş bakalım.
Hak ile batıl arasındaki tercih
Kendim dediğimiz nefsi manalarına ayırdık: Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu, Kendinde Kendine Göre Var hal ve bütün bunları takdim için “BEN” demek. Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun bir vasfı var, bu vasıf Kendinde Kendine Göre Var halde belirendir. Onu göreceğiz. O Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun vasfıdır, hamurunda o vardır; o vasıf Kendinde Kendine Göre Var’da belirdi, “BEN” deyince “BEN” diyende fonksiyon kazandı. Siz ona “Nefs” dediğinizde de davranışa dönüştü. O vasıf Muhtariyet Gücü’dür. Muhtariyet Gücü, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun vasfıdır, Kendinde Kendine Göre Var olanda belirir, çıkar, “BEN” diyen ona fonksiyon kazandırır. “Kendim” dediğin bunları kapsayan Nefs’te de fillere, davranışlara, düşüncelere, fikirlere dönüşür. O işte Muhtariyet Gücü’dür. Buradan Muhtariyeti Tercih Gücü’ne geleceğiz. Nefs kararlarını Muhtariyeti Tercih Gücü’nün esası olan Muhtariyet Gücü ile oluşturur, Kul Zat seviyesinden de hüküm verir. Bu cümleleri ancak kesret diliyle böyle söyleyebiliriz, tevhid diline uymaz. Deme ki nefs kararlarını Muhtariyet Gücü ile oluşturur, Kul Zat seviyesinden de hüküm verir.
Dünyadaki fitne vasıflı imtihanın sağlayacağı değişim Hakk ile bâtıl arasındaki “Tercih”e bağlanmıştır. Nefs dûniHİ algı ve zannları ile karşılaşınca ve Hakk bilgileri de duyunca onda Hakk ve Bâtıl ayrımı oluşmuş ve bu konuda fonksiyon gören “Tercih” özelleşerek imtihana tâbi tutulmuştur. Burayı biraz izah edeyim. Esas olan Muhtariyet Gücü’dür ve o hep devam edecektir, dünyada ve ahirette. Esasen Muhtariyet Gücü varken Tercih Gücü yoktu, yani Hakk’la bâtıl arasında “tercih” gücü henüz orada fonksiyon kazanmamıştı. İnsan Esfele Sâfiliyn’e gelip dûniHİ algı ve zannlarını tanıyınca, kendisini orada bulunca, Hakk bilgileri de duyunca işte o iki şeyi (Hakk ve batılı) görünce; bir ona bir ona bakıp tercih zorunda kalınca Muhtariyet Gücü’nden “tercih” fonksiyonu kuvvetlenmiş ve açığa çıkmıştır. Böylece Muhtariyet Gücü dünya hayatı imtihanı içerisinde Muhtariyeti Tercih Gücü olmuştur.
Kendi adına “BEN” diyen
ve Allah adına “BEN” diyen

Muhtariyeti Tercih Gücü’nün T’si ile, yani tercih ile nefsler iki şeyden birini seçerler: Ya dûniHİ algı ve zannlarını veya Billâhi anlamda îman ve gereğini! DûniHİ algı ve zannlarını tercih eden nefs “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiası ile kendi adına “BEN” der. Billâhi anlamda îman ve gereğini tercih eden nefs ise “Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır, başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” gereğinden hareketle Allah’ın kendi “BEN” demesinden verdiği yetki ile var görünen haline Allah adına “BEN” der ki bu Halifetullah’tır. Müstakilen “BEN” diyen Halifetullah olamaz. Ona Halifetullah özelliği verilmiştir ama Allah onu Halifetullah kabul etmez. Çünkü o verilen yetkileri Veren’e karşı kullanıyor. Halifetullah Allah adına “BEN” der. Böylece sınavda iki şey belirdi; kendi adına “BEN” diyen ve Allah adına “BEN” diyen. Hiç uzatmayalım, mesele bu ikisidir: Kendi adına “BEN” diyen, Allah adına “BEN” diyen. Kazanımlar bu temelde olur, kazanımı “BEN” yapar, “BEN” duygusu yapar. Çünkü o kazanacak ve değişim işte bu kazanımı yansıtacak.
“Eğer dileseydik, elbette sana gösterirdik de onları simalarından kesinlikle tanırdın. Yemin olsun ki sen onları kavlin lahnından (sözün söyleniş tarzından) tanırsın. Allah amellerinizi bilir.” (Muhammed-30)
Buyruluyor ki: Rasûlüm, istesek sen Kur’ân’a göre yalancıları (dikkat ediniz, insanların uydurduğu sistemdeki yalancı değil) Allah’ın yalancı dediklerini, Allah üzerine yalan söyleyenleri, Allah üzerine iftira edenleri yüzlerinden tanırdın. Ama yemin olsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın. Âyeti anlamaya çalışırken lütfen elinizi vicdanınıza koyun, bu tanımdaki konuşma insanların kendi aralarındaki konuşma tarzlarıyla ilgili olabilir mi? Aramızdaki konuşma tarzı görecelidir, birisi beğenir, birisi beğenmez. Âyette bahsedilen bu değil. Onun kurallarını siz koyamazsınız, Allah koyar. Öyleyse ayete yaklaşırken konuşma tarzı ile ilgili kuralı koyan Allah’a göre bakacaksınız, mânâyı öyle bulacaksınız. Dikkat edin, “Onları namazlarından tanırsınız” demiyor. Çünkü namaz kılabilirler. “Oruçlarından tanırsın” demiyor, oruç tutabilirler. “Hayr ve hasenattan tanırsın” demiyor, hayr ve hasenat yapabilirler. Bütün bunları yapıyor oldukları için kendilerini doğru zannedebilirler. Ama âyet “Oralardan tanırsın” demiyor, çünkü onların o işleri seni yanıltabilir. O yüzden, namazına tesbihine aldanıp bir esnafa giriyorsun, alışverişte daha önce hiç olmadığı kadar kandırılmış olarak çıkıyorsun. Niye? Yöntemin yanlış. Âyet onu namazından tesbihinden tanırsın demiyor. Konuşmasından, sözün söyleniş tarzından tanırsın diyor. Peki, sözden nasıl tanıyacağız? Bu âyetten öğreniyoruz ki bizi ele verecek şey konuşmamızdır, konuşmamızı oluşturan fikirlerimizdir, fikirlerimizle birlikte yorumlarımızdır. Başlangıç çizgisi için esas bunlar çok önemlidir.
 Ölmeden önce ölmek,
tövbesine tövbe etmek

“Konuşmak” çok önemseyeceğimiz bir şeydir. Onu not edelim ve âyetteki “Konuşmasından tanırsın” ifadesini nasıl anlayacağımıza bakalım: Rabbimiz buyuruyor ki: Biz insana bir yetki verdik, o da bize bir söz verdi. İşte sen onun konuşmasına bir bak, o yetkiyi nasıl kullandığına bir bak! Konuşurken Allah’a verdiği sözle ilgili nasıl davranıyor? Fikirleri, düşünceleri, arzu ve istekleri Rabbine verdiği söze uygun mu? Kurduğu cümleler Allah’ın verdiği yetkiye uygun mu? Onu da şuradan anlayacağız: Kişi kendi adına mı “BEN” diyor, Allah adına mı? Âyet bize sınavı ne kadar açık söylüyormuş meğer. Kazanımın böyle olacağı, değişimin bunun üzerine olacağı ne kadar açık öğretiliyor değil mi?
Tasavvufla ilgilenenler dikkatlerini çeken şu iki cümleyle karşılaşırlar: Ölmeden önce ölmek, tövbesine tövbe etmek. Çok da kitap devirdikleri halde bunların net tariflerini bulamadıkları için kafaları karışır. Çünkü Başlangıç Çizgisi için bir tarif bulamazlar. Genellikle yazılanlar, konuşulanlar Nefs-i Mardıye’de yaşayanların halleri olunca bunun sohbetiyle vakit geçirilir, bu dinleyenlerin, okuyanların çok da hoşuna gider. Çünkü “Ben orada değilim” der. Böyle olunca o konuda ona bir amel yoktur. Ne güzel? Film seyreder gibi! İzle, sonra bas düğmeye çık git. Bu hiç bir işinize yaramaz! Amel çıkarmadığın hiç bir şey sana yaramaz. Hatta amel çıkarmak da yetmez. Çünkü: Amel çıkardığın zaman da o amel seni cehenneme mi götürür cennete mi, bakacaksın.
Evet, kişi duyar ki “Ölmeden önce ölmek ve tövbesine tövbe etmek” çok önemlidir, ama yakalaması gereken mânâ okudukları değildir. Anlatılanları ve okuduklarını başlangıç çizgisinde uygulayamaz, çünkü onlar başlangıç çizgisinin işi değil. İşte bize bu cümlelerin başlangıç çizgisindeki tanımları lazım! Peki, bunlar yazılmamış mı, söylenmemiş mi? Bizim bu paylaştıklarımız zamanında söylenmiş! Bilenden okuyun, Bilen zatların yazdıklarından okuyun, söylendiğini göreceksiniz.
“Ölmeden önce ölmek ve tövbesine tövbe etmek” başlangıç çizgisi için önemli.
“Kendi adına BEN” demeyi ve “Allah adına BEN” demeyi anlayabilmek için o iki mânâ çok önemli. Her iki mana da, başlangıç çizgisine ulaşmaya çalışan talibe net, somut tanımlanmalıdır. Tanımlanmazsa çeşitli hastalıklar açığa çıkar. Günümüzdeki tasavvufi hastalıklar gibi.
“Ölmeden önce ölmek” başlangıç çizgisinde nasıldır; tövbesine tövbe etmek nasıldır? İnşaAllah bunların tefekkürüyle devam edeceğiz.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER