Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

TESLİMİYET HUŞUYU, HUŞU İHLÂSI, İHLÂS DA İHSANI GETİRİR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 24 Ağustos 2017 Perşembe 13:21:39
 

-14-
Daha önce “Sen Tanrı mısın?” kitapçığında kurbanı, kurban işini açmıştık. Orada Hazreti İbrahim aleyhisselamın teslimiyetini anlatırken verdiğimiz örneği burada yine verelim. Ama burada konumuz gereği yalnızca imanla ilgili kısmı ele alacağız. Bu yüzden, konu sanki yarımmış gibi gelmesin; daha önce onları geniş olarak paylaşmıştık.
Allah o teslimiyeti satın alıyor, fidyesini ödüyor
Hazreti İbrahim aleyhisselamın döneminde enteresan bir alışkanlık var; insan kurban etmek. Maalesef günümüzde de böyle. İnsan kurban etmek doğal ve normal hayatta. Herhangi bir şey için, herhangi bir evrensel olay için insan kurban etmek yaygın. Dört yüz, dört yüz elli yıl öncesine, yani günümüze yakın sayılabilecek bir zamana ait bir kaynakta, Meksika’da bir tapınak açılışında, yanlış hatırlamıyorsam, yirmi bin insan kurban ediliyor. Yani hala insan kurbanı var. Ama geçmişte bu hem çok daha yaygın, hem çok daha önemli. Hazreti İbrahim aleyhisselamın; “çocuğum olursa sana kurban ederim” demesi bu yüzden o kadar normal. O günün yaşantısı içerisinde o iş çok doğal ve normal. Ama sonra yapamıyor? Ancak yavrusu “baba emrolunduğunu yap, ben hazırım” dediğinde öyle bir teslimiyet yaşıyor ki. İşte o teslimiyetle ileriye ait hiçbir üzüntü olmaksızın, hiçbir tasası olmaksızın, öyle bir şeyin söz konusu bile olmadığı bir halde, ikisi de çok mutmain bir şekilde teslimler.
Ayetten öğreniyoruz, ayet diyor ki; “alnını taşa koyup da bıçağı uzattığında O’na seslendik: Ya İbrahim, tamam rüyanı doğruladın dedik ve o teslimiyetinin fidyesini verdik”. Lütfen dikkat edin, “hediye ettik” demiyor, “armağan ettik” demiyor. Bir yerlerde rastlamayacağınız önemli bir şey bu; fidyesini verdik. Allah o teslimiyeti satın alıyor, fidyesini ödüyor, Hazreti İbrahim’in teslimiyetini ödüyor, ona bedel veriyor. Onun o işine, o teslimiyetine fidye veriyor, bedel veriyor.
Buradan çıkaracağımız ders ne, bizde üstü örtülü olan şey yani sır olan şey ne? Şimdi onu açalım.
Beklenen şey; fidye teslimiyetten sonra. Ancak teslim olduktan, yani ihbattan sonra. İkisi de ihbat etti, teslim oldu, boynunu büktü ve Allah onların o hallerini satın aldı, bedelini verdi. Ayetlerde diyor ki, “daha sonra gelecekler için bu davranış hayrla anılsın diye bu olayı da bıraktık, hatırlattık”. Yani hem Hazreti İbrahim’i bu olayların içerisinde hayrla anın, hem de apaçık bir bela, yani idrak ettirici bir tecrübe var burada, onu da edinin. Yalnızca, size bir kıssa duyasınız diye anlatmış değiliz, burada sizin için bir bela var, idrak etmeniz gereken bir tecrübe var, onu çıkarın. Olayı da hayrla anın. Bu olayı hayrla anın. Bir işi hayrla anmanın en güzel şekli nedir biliyor musunuz? O olayı yalnızca söylemek değil yaşatmaktır. Normal dünya hayatında birisini anmak istediklerinde ne yapıyorlar? Onu eserleriyle gündeme getiriyorlar, yani onu yaşatıyorlar. Daha çok yaşatmak için onun adına eserler yapıyorlar. Demek ki, yalnızca söz değil, önemli olan yaşatmak. Dolayısıyla “İbrahim’i hayrla anın” demek, bu bilgiyi yaşatın demektir. “Sizdeki Hazreti İbrahim olayına bakın, bu işi yaşatın, ben satın alayım, fidyesini ödeyeyim” demektir. Bu olayı bir ayetle daha pekiştirip, kısa bir yorumunu yapacağız.
“Allah deneyip de görecek” değil;
O denediği zaman siz öğreneceksiniz

Bu ayet Uhud Savaşı sırasında gerçekleşen bir olayla ilgilidir; Al-u İmran Sûresi 154. Ayetin daha kolay ve daha iyi anlaşılması için önce ayetle ilgili bilgiyi verelim. Uhud Savaşı sırasında bakıyorlar ki, düşmanın sayısı inananlardan kat kat fazla, çok fazla. Silahları da öyle. Ve o savaş bugünkü gibi “düğme”lerle olmuyor. Düğmelerle olan savaşta sayı çok önemli olmayabilir. Bu savaş kılıçla, mızrakla, yüz yüze. Dolayısıyla; kılıç sayısı, mızrak sayısı, insan sayısı, at sayısı çok önemli; çünkü savaş bunların üzerine bina edilmiş. Böyleyken, karşıya bakıyorlar ki müthiş kalabalık ve silah da çok. Bu tablo karşısında inananlar temelde ikiye ayrılıyor. Bir grup; “bu savaş başlamadan önce bizim görüşümüz sorulmadı ki. Sorulsaydı gelmezdik. Burada boşu boşuna ölmezdik. Şimdi boşuna öleceğiz, bu savaşın bizi ilgilendiren bir yanı yok” diyor. Bunu diyenler müslümanların içerisinde. Bir kısmı da az önce bahsettiğimiz Hazreti İbrahim olayındaki gibi boyun bükmüş, teslim olmuş; “emir veren Allah” çünkü. Buradaki çok önemli şey; Allah’ın emrine teslim olmak, bir beşere değil. Burada Rasulullah’a teslim olmak Allah’a teslim olmaktır. Çünkü Allah’ın emrini duyuruyor size. Bu sebeple de onlar teslim olmuşlar. Ve savaş başlıyor, başlar başlamaz münafıklar kaçıyor. Ama bakınız; Allah savaşın tam ortasında onları uyutuyor. Allah’a teslim olanlar kalabalıktan korkup da savaşta psikolojik bir mağlubiyet yaşamasınlar diye Uhud Günü savaşta uyuyorlar. Hatta bunlardan birisi Ebu Talha radıyallahu anh. Düşünebiliyor musunuz; bir iş, bir olay yaşıyorlar, dönüyorlar ki Allah o olayı anlatıyor, ayet onları anlatıyor. Onların içlerinden Aliymün Bi-Zatis’sudur sonucu geçen cümlelere, bu ayetlere muhatap bir grubu düşünün. Böyle bir hal. Şimdi bunun imanı nasıl olur, bunun ameli nasıldır… Evet, Ebu Talha radıyallahu anh Ayeti dinledikten sonra diyor ki; “Uhud Günü uyudum, kılıcım düştü. Aldım. Yine uyudum, kılıcım düştü aldım. Yine uyudum, kılıcım düştü aldım” ve böyle savaşıyorlar, savaş oluyor, devam ediyor aslında. O teslim olanların teslimiyetlerini Allah fidyelendiriyor. İşte onu anlatan bir ayet:
Al’u İmran Sûresi 154: “Sonra o gamın ardından üzerinize bir emene bir güven, sizden bir taifeyi bürüyen bir uyuklama inzal etti. Bir taife de münafıklar gerçekten kendi nefslerinin kaygısına düşmüştü. Allah’a hak olmayan bir şekilde cahiliye zannı gibi bir zanla yaklaşıyorlardı. “Bu emirden bize bir şey var mı, bize ne?” diyorlardı. De ki; “EMR, bütünüyle Allah’ındır”. Onlar sana açmadıklarını kendi nefslerinde gizliyorlar. “Şu emr’den bize de bir şey olsaydı burada öldürülmezdik” derler. De ki; evlerinizde kalsaydınız da üzerlerine öldürülme yazılmış olanlar, elbette yine devrilip yatacakları yere gideceklerdir. Bu, Allah sadrlarınızdakini denesin ve kalblerinizin içinde olanı arındırıp temizlesin diyedir. Allah Aliymün Bi-Zatis’sudur’dur.”
Önceki açıklamalarımızın devamı olarak söyleyelim, bu ayette anlatılan bir şey daha var: “Bu olay, Allah sadrlarınızdakini denesin; sizin sadrınızdan geçen duyguyu, fikri, fiili denesin diye.” Denesin diye! Burada ve birçok ayette de “denesin” ve “denemek” geçer, lütfen bu ifadeye dikkat edelim. Deneme ve imtihan ifadelerini “Allah deneyip de görecek” gibi yorumladığınız zaman, İhlâs Sûresi’ne tamamen aykırı bir mana çıkarırsınız. Öyle değil. “Sadrlarınızdakini denesin” demek; o denediği zaman siz öğrenin demektir. Onu o sadrın sahibi öğrenir, bilir. Sonra da; ya burada anlatılan münafıklar gibi sadrında oluşan duyguya sahip çıkar, döner gider veya inananların yaptığı gibi o duyguyla mücadele edip; “ben Rasulullah’a uyacağım” der ve bu bilgiyi kalbine kalbeder, beyne de o emr verilir, savaşta uyusa bile gider savaşır. Böylece bu denemenin sonucunu yaşar. Kul onun sonucunu yaşar. Zaten o iş kul öğrensin diyedir. Peki, sonuç?
Teslimiyet huşuyu, huşu ihlası,
ihlas da ihsanı getirir

Bakın sadrlardakini bilmek esfele safiliynle ilgili. Bu olay ise tesbit edilen bilgiyi, yani kalblerinizin içinde olanı; yani tesbit edilmiş ama sizi yanıltan bilgileri, yani kalbi yanıltan, kalbi esir alan bilgileri arındırıp “temizlesin” diyedir. Temizleyin diye değil. Allah sizin bu davranışınızdan sonra kalbinizi temizler. Siz teslim olduğunuzda Allah temizler, ayetten öyle anlıyoruz; “Allah sadrlarınızdakini denesin ve kalblerinizin içinde olanı arındırıp temizlesin diyedir. Allah Aliymün Bi-Zatis’sudur’dur”.
“Aliymün Bi-Zatis’sudur” ne demektir, Aliymün Bi-Zatis’sudur’u nasıl anlamalıyız?” bunu ilerleyen paylaşımlarda göreceğiz.
İbrahim aleyhisselamın teslimiyetini tefekkür edebilelim diye hayatın içinden bir örnek, insanlardan bir örnek gördük; savaştaki örneği gördük. İbrahim aleyhisselamın teslimiyetini tefekkür eder hayatınızda incelerseniz, gün içinde benzer o kadar çok olayla karşılaştığınızı görürsünüz ki. Ve onları iyi gözler, buradaki ayetlerin ışığı altında teslimiyeti yaşarsanız, Allah’ı tanıma yolunda, Allah’ı idrak yolunda çok hızlı ilerleme kaydedersiniz. Ve o bir kere başladığı zaman artık birbirini tetikleyen bir şekilde gider; gözlemek, fark etmek, yaşamak.
Şimdi Saffat Sûresi 110.  ayeti hatırlamanın tam zamanı; “muhsinleri böyle cezalandırırız.”. İşte muhsinlerin karşılığı budur, onlara böyle yaparız işte. Siz bu teslimiyeti yaşadığınızda, bu ikramları hayatınızda tek tek bulacaksınız. Hatta zorlayın, “bu olay teslimiyetle ilgili olabilir, bu da teslimiyetle ilgili olabilir” diye zorlayın. Birisi dinlediğinde “burada teslimiyet ne gezer.” dese bile siz ona bakmayın, zorlayın, yanılmazsınız. Zorlayın ve “bu teslimiyettir” deyin. O işin, o olayın teslimiyetle ilişkisini bulmak için zorlayın, bulun ve uygulayın. Bunu yapmak için de büyük olaylar beklemeyin.
Siz bu teslimiyeti yaşadığınızda ne olur? Sırayla; huşu gelişir, huşu İhlâsı getirir, İhlâs da İhsanı. Bakın şimdi huşuyu tahayyül edelim. Hazreti İbrahim ve İsmail Arafat’ın devamında, taştalar. Hazreti İbrahim “kararı tam” verdi; dönüşü yok, bıçağını uzattı. Hazreti İsmail “kararı tam” verdi; dönüşü yok, boynunu uzattı. “Bu iş” onlar için bitti. Ve onun peşine fidye geldi ve bu nidayı duydular. Şimdi onların beden dillerini bir tahayyül edin; Allah’a karşı nasıl bir hale girdiler? Yaradan’larına karşı nasıl oldular? Elleri ayakları ne hale geldi? Bedenleri, kalbleri nasıl oldu? Vücutları nasıl titredi? İşte huşu. Bu teslimiyet olursa, normal hayatınızda bunu hep yaşarsınız. Huşu İhlâsı getirir, fuadın görmesi netleşir o da İhsanı getirir; işte o zaman Saffat Sûresi 110. Ayetin muhatabı olursunuz: “İhsan sahiplerini, yani muhsinleri böyle cezalandırırız.”
Bu ayete muhatap olduğunuz zaman İhlâs Hayat Döngüsüne girersiniz, o döngü çalışır; döner, döner, döner… Ne zamana kadar? Sen razı olana kadar. Sonra? “Allah senden razı oluverir” inşaAllah. Hani nefs-i raziye, nefs-i marzıye denir ya, işte o oluverir inşaAllah. Bu hal Fecr Sûresi 27, 28, 29, 30. ayetlerde geçer:
“Ey o nefs-i mutmainne; Radiye olarak, Mardiye olarak Rabbine rucu et; Kullarımın evliya zümresi içine dâhil ol; Cennetim’e dâhil ol.”
Öyle olur inşaAllah. Âmin.

İNŞİRAH -14-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti