Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

MUHTARİYET

Muhtariyet Ehad ve Samed olan Allah’a aittir. O’na ait bu vasıf, insanın dünya hayatında belki de en yaygın biçimde suiistimal ettiği vasıftır. Bu sebeple çok önemlidir ama maalesef fark da edilmemektedir. Ramazan ayının bereketi ve nuru ile bu suiistimali fark etmek ve ondan kurtulmak hedefiyle bu yazımızda sizlerle “muhtariyet”i tefekkür edelim inşaallah.
Bir müslüman olarak hepimizin bildiği, çok sevdiği ve sürekli okuyup bağrına bastığı İhlâs Suresi bize “Allah Ehad’dır” der. Yani, gerçek VAR ve gerçek MUHTAR olan Allah’tır buyurur. Çünkü gerçek VAR ve MUHTAR olmanın şartı Ehad olmaktır; başkaca bir var ve muhtarın olmamasıdır. Gerçek VAR ve MUHTAR olan “öncesi sonrası, dışı ve içi” gibi sınırlılık ifade eden kavramlardan beridir, münezzehtir. Bir Hüviyet gerçekten VAR ve MUHTAR ise sınırsız hürriyete sahiptir, dilediğini kısıt ve zorluk söz konusu olmaksızın yapmaya, hiç bir malzeme kullanmaksızın yoktan var etmeye muktedirdir yani Kudret sahibidir. Dünyada yaşayan her insan, inanan veya inançsız da olsa kendisinin bu vasıflarda muhtar olmadığını bilir. Ancak hal böyleyken yine de yaşarken sanki gerçekten muhtarmış gibi yaşar ve böylece Allah’a eş ve ortak olduğunu iddia eder. İşte Rabbimizin razı olmadığı budur. “Bu halinizle, bu hissinizle bana eş ve ortak olmaktasınız, asıl şirkiniz işte bu muhtarlık hissiyatınızdır, bu hissiyatınızın adı ilahlık iddiasıdır; tanrılıktır, örtücülüktür, küfürdür, şirktir, batıldır, yalandır, iftiradır ve bu hissiyatınız YOK hükmündedir” dediği hal budur. Efendimiz (sav)’in, benden sonra ümmetimin ona buna tapmasından değil gizli şirkte olmasından korkarım diyerek bizi korumaya çalıştığı hal de budur.
Çok büyük bir zulüm ve suistimal olan muhtariyet hissini insan yaşantısında normalleştirmiş, bu yüzden fark edemez olmuş ve bu his onda algıya dönüşmüştür. Kur’an bu algıya ayetlerde “dunihi” veya “dunillahi” kelimeleriyle işaret etmektedir. Bu ayetlerden birisi şudur:
“Onlardan kim, ‘muhakkak ki ben dûniHi bir ilahım’ derse biz onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zalimleri böyle cezalandırırız.” (Enbiyâ-29)
“Kim, ben dunihi bir ilahım derse…” diyerek ayetimiz bir tanım getirdi: DuniHi ilah! İşte bu “dunihi ilah”a, dunihi ilahın hayat tarzına ve o hayat tarzında çok önemli bir dosya olan “muhtarım” hissiyatına, “muhtarlık” iddiasına yakından bakmaya çalışalım.
Dunihi ilah; Allah’ın dışı kavramı oluşturup, “Ben de orada müstakilen var ve muhtarım” hissiyle, iddiasıyla yaşayandır. Ayetimiz, dunihi ilah yaşantısı sürenler için “zalim” dedi ve zalimlerin de ahiretteki akıbetinin cehennem olduğunu öğretti. Anladık ki Rabbimizin bizden öncelikle istediği kurtulmamız geren hal dunihi ilahlık hissiyatıdır, iddiasıdır. Dunihi ilahlık algısıyla yaşanların en önemli yanlışı “Allah’ın dışı var” sanmalarıdır. İnsan İslam fıtratı üzere doğarken bu algıyı da yüklenmiş olarak doğar, yaşamaya başlar, “muhtarım” düşüncesiyle bir hayat tarzı oluşturur. Şimdi bu insana yani kendimize soralım: Ey insan, ey Elif muhtarlık nedir, muhtar olmak nasıl bir şeydir? İdrakimizle vereceğimiz cevap Kur’an’a, İhlâs Suresi’ne göre değil de beşeri tanımlara göre olursa mesele anlaşılamaz, problem çözülemez, hastalık teşhis edilemez, şifa da kurtuluşa da ulaşılamaz. Soruya cevaben düşündük ki muhtarlık bağımsızlıktır ve muhtar kişi yetkisi çerçevesinde emir verir çünkü muhtar olmak emir almak değil emir vermektir. Hatırlarsanız, duniHi algıyı temsil eden nefis mertebesine nefs-i emmare denilmektedir. Nefs-i emmare emir veren nefs demektir. Yani nefs-i emmare muhtarlığını ilan edip “ben muhtarım” demiş nefistir. Muhtarlığını ilan eden bir nefsin özelliğidir ki o nefis tüm özellikleri gibi “Ben” kavramını da Allah adına kullanmaz.
Muhtariyet iddiasındaki kişi eğer inanıyorsa, bir Allah var bir de kendisi ve başkaları var diye düşünür ve yaşar. Allah’ı Ehad olarak hayallemediği için O’nun dışının olduğunu, dışında da müstakil varlar, güçler, hüküm ve mülk sahipleri olduğunu düşünür. Öyle olunca, onun düşüncesinde Allah ve kulları farklı müstakil zatlar, farklı müstakil “ben”ler olarak vardır. Bu öyle çok önemli ki… Çünkü insan böyle düşünüyor ve böyle yaşıyor, hayat tarzını böyle oluşturuyor. Ancak Rabbimiz bu hayat tarzına sahip insana “zalim” dedi ve onu cehennemle cezalandıracağını belirtti: Onlardan kim ‘muhakkak ki ben dûniHi bir ilahım’ derse biz onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zalimleri böyle cezalandırırız. Anlıyoruz ki “Allah ve dışı” algısında yani duniHİ algıda olmak “ben dunihi ilahım” demektir, bu algı zulümdür, zalimliktir.
Yaşantıda kendimize ait olduğunu düşündüğümüz beden, evlat, eş, mal, makam gibi şeyler üzerinde güç, hüküm ve mülk sahibi olma duygumuz vardır. Bu duygu Billahi imanlı olarak Allah adına değil de duniHi algıyla yaşanıyorsa kişi bir müstakil varlık olarak ilahlık hissiyatlarıyla yaşanıyor demektir. Oysa kendimize ait olduğunu zannettiklerimizin (canımız, bedenimiz, evladımız, eşimiz, mal varlığımız, makamımız vb), bunların hiçbirinin sahibi değiliz. Hepsinin yani her nefsin, her şeyin, herkesin sahibi Rabbimiz Allah değil mi? Biz bu yüzden “Allahümme ENTE Rabbi” demiyor muyuz?
Bu gözle bedenimize bakalım. Doğumla birlikte aktif olarak kullanmaya başladığımız bedenin sahibi biz miyiz, Rabbimiz mi? Tüm uzuvlarıyla beden bize hizmet eder; elimiz, kolumuz, gözümüz, ayaklarımız, karaciğerimiz, beynimiz, kalbimiz, hepsi bizim hizmetimizde… Ancak hiçbirinin sahibi değiliz. Gözümüzün her an görmesi Rabbimizin her an gözümüze verdiği “gör” emri iledir. Eğer ki, her an ardı ardına verilen bu emir bir an kesilirse gözümüz görmez olur. Elimiz de böyledir, sürekli Rabbimiz tarafından elimize verilen “tutabilen, dokunabilen, hissedebilen ol emri” sayesinde tutar, dokunur, iş görür. Bir an bu emir kesilse, kendiliğinden yaptığımızı zannettiğimiz hareketleri yapamaz hale gelir. Biliyorum, sağlıklıyken bunları düşünmek ve kurgulamak kolay değildir. Kişi yapabildiği şeylerden mahrum kaldığında bunu iyi anlar. Hatta insan bir şeyin gerçek değerini onu kaybedince tam fark eder… İşte insan bütün bu yetkilerin kendisine ait olmadığını yani bu yetkilerde “muhtar” olmadığını kaybedince tam kavrar ve hakkal yakin yaşar. Muhafaza buyur Allahım, bir gece veya bir sabah uykudan felçli kalkan birisi uyandığında hayatına nasıl bir bilinçle devam eder bir düşünün. Elim, kolum, ayaklarım meğer benim tasarrufumda değilmiş der… Eğer inanan birisi ise “bütün bunlar Rabbimin tasarrufunda bana verilen nimetlermiş” farkındalığını hakkal yakin yaşar…
Muhtariyet iddiası, cinsellik platformu üzerine kurulmuş sosyal medya, diğer sektörler ve bilgi iletişim kaynakları tarafından günümüzde bilinçli şekilde kullanılmaktadır. Çünkü insan “muhtariyet” iddiasını en çok bedeni ve cinselliği üzerinden yaşar. Onlar da işte muhtariyetin en yaygın yolu olan bedeni ve cinselliği pompalamaktadır. Tüm sektörler, reklamlar, sunum ve tanıtımlar “güç sahibisin, hüküm sahibisin, mülk sahibisin, çok önemlisin, çok farklısın, çok özelsin, ayrıcalıklısın, etkileyicisin, çekicisin…” vurguları üzerine inşa edilmiştir. Oysa bu yaklaşım insanın dünya ve ahireti için zulmet ve azap demektir. İnsanı sadece beden kalıbıyla ve cinselliğiyle öne çıkarmak ve tanımlamak, bedenin görünmesi ve daha rahat yaşamasına dayalı bir hayat için her şeyi mubah görmek, bedene dayalı muhtariyeti tek hedef haline getirmektedir. Bunlar duniHi algıyla, muhtariyet iddiasıyla yaşanıyorsa, insanın ilahlık hissiyatına hitap ediyor demektir, kolaylaşan şey ilahlık hissiyatı ile yaşantıdır. Oysa Billahi imanlı kul da rahat ve huzurlu bir ortamda sağlıklı ve zinde bir bedenle bedeninin gereksinimlerini yaşayabilir, bunda bir sakınca yok ki… “Sen müstakilen var ve muhtarsın” iddiasını bir özgüven, bir ayrıcalık olarak lanse eden söylemler ve algı yönetimleri tehlikelidir, tamamen ilahlık hissiyatlarını, cehennem ateşini kuvvetlendirmektedir.
İlahlık hissiyatlarının yani müstakillik ve muhtariyet hislerinin insanda bir karşılığı yoktur. Olmadığı için hayatında hep psikolojik sıkıntılar yaşar. Billahi idrakla olmayan, doğru zeminde yaşanmayan “benlik” ve “güç, hüküm ve mülk” algıları insanın dünya ve ahiretinde sıkıntıdır; çünkü zulümdür…
Muhtariyet duygusunun kendisini gösterdiği yerlerden birisi yakınlarımızla ilişkilerimizdir. Özelikle eşler arası ilişkide bunu arayın, hangi duygu ve davranışım “muhtarlık” belirtisi, hangisi ilahlık/tanrılık hissiyatımın açığa çıkışı diye kendinizi izleyin lütfen. Çünkü muhtariyet iddiasındaki bir ilah 7/24 güç, mülk ve hüküm peşindedir; benim de gücüm var, ben de hüküm veririm, benim de mülküm var diyerek yaşar. Bu üç şey onun hayat tarzının omurgasıdır. Bu yüzden ayetler bizi hep bu üçü konusunda uyarır: “Güç Allah’ındır, Mülk Allah’ındır, Hüküm Allah’ındır” der… Eşler gibi çocuklarla ilişki de dikkat edeceğimiz bir nokta. Çünkü onlara davranışlarımızda muhtarlaştığımızı görebiliriz. Rabbimizin bir lütfu olarak onlara gösterdiğimiz merhamet temelli koruma kollama duygusunu bir bakarız ki kendi ilahlığımızı tatmine dönüştürmüşüz; kendi yaşanmışlıklarımızdan yola çıkıp çocuğumuz adına kararlar alıp hüküm vermekteyiz. Küçükken belki bu davranış onları rahatsız etmeyebilir ancak ergenlik, gençlik evresinde görürüz ki biz “muhtar” birisi değiliz, onlar da biz de Allah’ın kullarıyız. Sözümüz geçmemeye, gücümüz yetmemeye başladığında anlarız bunu… İş hayatında muhtariyete de bakalım. Hep vardır ama daha çok başarılarda kendini gösterir. “Allah dışında müstakil ve muhtarım” algısıyla “benim gücüm, benim mülküm, benim başarım” diyen insan, ilahlık hissiyatlarını tatmin ettiği başarılarla bir müstakillik ve muhtarlık ilan etmektedir. Sadece iş adamları mı? Başarılı insan ister bir iş adamı ister bir ev hanımı, doktor, avukat, öğretmen, başarılı bir şef veya bir öğrenci olsun, gösterdikleri mütekebbir davranış mütevazi bile olsalar dikkat çeker, ilahlık hissiyatlarının tatmini için başarı bir gıda gibidir. “Müstakil güç, hüküm ve mülk sahibiyim” diyen ve başarı dâhil daha neyi varsa elindekileri zulmette kullanan kişiler, muhtariyet hisleriyle çevrelerinin bu ilahı tanımalarını, bu ilahı memnun etmelerini bekler ve isterler. Bu davranışlar hayatın her alanında vardır. Onları arayalım, bulalım ve “La ilahe” diyerek YOK edelim.
Ayetimizde Rabbimiz bizi dunihi ilahlık iddiasına karşı yani muhtariyete ve o hayat tarzının akıbetine karşı uyardı. Kurtulmamızı istediği bu yapıyı kafaya takmak ve çok önemsemek gerekiyor. Çünkü her birimiz “Müstakilen var ve muhtar olan ancak Allah”tır gerçeğini bilmemize ve söylememize rağmen yaşantımız muhtariyet kapsamında olabiliriz. Sevgili kardeşlerim, Ramazanımız ve oruç bizim için muhtariyetten kurtuluş için bulunmaz bir fırsat olabilir. Biz de bu telaşla, bu umutla sığınıyoruz: Allahım, ulaştırdığın Ramazan ayı hürmetine lütfen beni ilahlık hissiyatlarından, müstakilen varım ve muhtarım iddialarından, duniHi algı ve zannlarından kolaylıkla kurtarıver, temizleyiver. Ve boyanla boyayıp nurunla nurlandırıver (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti