Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

Mutluluk Bilgisiyle Yaşamak Değil Mutlu Yaşamak

Mutmain nefs olarak yaşama hali olan mutluluğun ancak yönetilerek kazanılabilir, korunabilir ve geri dönüşsüz hale getirilebilir olduğunu önceki yazılarımızda paylaşmıştık. Bu yazımızda mutluluk için olmazsa olmaz olan “öğrenilen bilginin yaşanması, hayat tarzı haline gelmesi” üzerinde tefekkür edelim istiyorum.
Günümüzde teknoloji bilgiye ulaşmayı bir tuşa basmak veya bir sesli komut vermek kadar ulaşılabilir hale getirmiştir. Çevrim içi arama motorları üzerinden bilgiye ulaşmak yalnızca birkaç saniyemizi alıyor. Oysa bilgiyi hayatımıza aktarmak, o bilgi ile hallenmek aynı hızda olmuyor. Özellikle bilgi bir uzmanlık alanına ait ise, bilgi günlük yaşantıdaki cazibe ve kabullere ters ise onu uygulamak çok mümkün olmuyor. Ancak en önemlisi, eğer bilgi Dunihi algıdan kurtulmak ile ilgili ise, Billahi algı ve Billahi hal yaşantısı gibi ahiret için hayati derecede önemli bir bilgi ise, tevhide ait bu bilgileri duymak, duyunca anlamak, anlayınca kabul etmek, kabul edince hemen yaşanır hale getirmek çok nadir oluyor. Günümüz teknolojik imkanlarına dönersek, şu an bilgiye ulaşmak değil, bilgiyi yaşantıya dahil etmek, ona uygun yaşamak önemli ve öncelikli hale geliyor. Böyle olunca da “bilen” değil “yaşayabilen” olmanın önemi daha bir fark ediliyor. İnananlar için anlatılamaz birer ikram olan ayetlerimiz ve hadislerimiz bu sebeple bizi, bilip ama uygulamadığımız bilgilerle ilgili olarak uyarmaktadır. “Faydası olmayan bilgi”den kaçınmamız, böyle bilgi süreçlerinden Allah’a sığınmamız, “yaşama gayretinde olmadığımız bilgileri” konuşmaktan kaçınmamız önerilmektedir.
Dünyada yaygın kabul gören literatüre göre “eğitim” kazanılmış davranış değişikliği demektir. Bu kabul çerçevesinde bakıldığında, insan doğumundan (hatta doğum öncesinden) ölümüne kadar tüm hayatında her daim eğitime tabidir. Anne karnını doğum öncesi beşiğimiz gibi kabul edersek “beşikten mezara” bir öğrenme, davranma ve değişim yaşamaktadır. Öğrenme mezarda da (ölüm anı ve sonrasında da) devam etmektedir ancak bu öğrenme-davranma süreci çok ayrı bir konudur ve bugün yazımızın alanı değildir. Daima eğitimde olma halini güncel ve yaygın bilinen ifadesiyle söylersek ona “yaşam boyu eğitim” veya “sürekli eğitim” diyebiliriz.
Eğitim süreçlerinde her yaşın veya dönemin kendine göre kazanılması gereken davranışlar vardır. Mesela 8 aylık bebeğin emeklemesi, 1 yaşındaki bebeğin yürümesi beklenir; ergenlik ve gençlik döneminde fevri olan bireyin olgunluk döneminde daha sakin olması beklenir; dünyaya “aşağıların aşağısı”nda bir idrakla yani “esfele safilin” hal ile gelen bir insanın en güzel hal olan “ahseni takvim”e ulaşabilmesi beklenir. Bu süreçlerin her biri için gereken eğitim farklıdır; mesela ahseni takvim için algının tevhide uygun hale gelmesi eğitimi gerekir ki bu, bebeğin eğitimi gibi aşama aşama gerçekleşir. İnananın Hak bilgi (hüda-hidayet bilgisi) ile karşılaşması (Rabbi Allah’ı tanıması, nefsini tanıması, eşyayı tanıması) sonra da bu Hak bilgiye göre bir hayat tarzı oluşturma gayretine girmesi ve Allah’ın ikramı olarak ahseni takvim hale ulaşması gibi ana aşamaları vardır.
Konumuz mutluluk yönetimi olunca yani mutmain nefse ulaşma sürecini yönetmek olunca, bu amaçla edindiğimiz bilgi Hak bilgi olmalı ve bu Hak bilgi hayatımızda yaşanabilir hale gelmelidir ki mutmain nefse ulaşan mutlu kullardan olabilme yolu açılsın. Bu ancak Efendimiz
(sav)’in ayak izleri takip edilerek mümkün olabilir; çünkü O Hak bilgiyi, Allah’ı doğru tanıyarak ulaşılacak hakikat bilgisini hayata nasıl geçireceğimiz konusunda inananlar için tek örnektir (üsve-i hasenedir): Ahzap 21: “Muhakkak ki Rasulullah’ta sizin için üsve-i hasene (en güzel örneklik, yegâne örneklik) vardır; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı arzulayan ve Allah’ı çok zikredenler için.”
Biliyoruz ki Efendimiz (sav) tebliğe başlamadan önceki yaşantısında da “El Emin” idi, bu sebeple evrenin en değerli, en önemli hakikatini tebliğ etmeye başlarken El Emin oluşunu hatırlattı. Safa Tepesi’nde “Ey Kureyş, ben size şu dağın eteğinde veya şu vadide size saldırmak ve mallarınızı gasp etmek üzere gelmekte olan bir düşman var desem, bana inanır mısınız?” diye sorduğunda, hiç düşünmeden “Evet, inanırız çünkü şimdiye kadar seni hep doğru bulduk, yalan söylediğini hiç duymadık” dediler. Bunun üzerine, Rasûlullah (sav) risalet ve nübüvvet ile görevli olduğunu söyleyip, onları Allah’ı tanımak ve tanıdıkları bu hakikate (Hak bilgiye) göre de yaşamak üzere bir yolculuğa davet etti; “La ilahe illallah”ı tebliğ etmeye başladı.
Hak bilgi tevhiddir ve o bilgi kendisiyle bir idrak, bir hal oluşturularak yaşanırsa insanı mutlu/mutmain edecek şeydir. Tevhide yani Billahi manaya (Allah’ın müstakilen var ve muhtar oluşuna, O’nun dış/iç gibi kavramlardan münezzeh olduğuna) inanıp, bu Billahi algıyla Allah’ın razı olduğu bir hayatı yaşama gayretine girenlere, onları dünya ve ahirette Billahi hale ulaştıracak mükâfatlar lütfedileceği, bir korku ve hüznün olmadığı mutlu, huzurlu, mutmain bir hayat yaşayacakları ayetlerimizde bize müjdelenir. Ancak insanların ekseriyetinin içinde bulundukları duniHİ algıya âşık oldukları, bu sebeple Hak bilgiyi önemsemedikleri ve fark etmedikleri, onu terk etmemekte ısrar edecekleri anlatılır…
Efendimiz (sav)’in Hak bilginin yaşayan hali olması (yaşayan Kur’an oluşu), insanlarda iman nurunun açığa çıkması için önemli bir lütuftur. Bedir gazvesinde yaşanan şu hali bu amaçla hatırlayalım. Efendimiz (sav) Bedir gazvesinde ele geçirilen esirleri bir yerde toplamamış, onları ashaba birer birer emanet ederek kendilerini misafir etmelerini ve onlara ikramda bulunmalarını tavsiye buyurmuştur. Rasulullah (sav)’in bu uygulaması, esirlerin Hak bilgiyi onların nasıl yaşadıklarını görmelerine, huzur ve mutluluk yaşantısının ne olduğunu fark etmelerine, Allah’ı tanıyarak yaşanan bir hayatın güzelliğini bizzat tatmalarına, böylece kalplerinin Hak yoluna ısınmasına vesile olmuştur.
Hak bilgiyi (hakikat bilgisini, Allah’ı tanıma bilgilerini) okunan, dinlenen ve konuşulan değil, yaşanabilen bir bilgi haline getirmenin önemi ve gereğini ayetlerde sık vurgulanıyor görürüz. Bu bilgi ile edinilen idrak ve halden uzaklaşıldığında “yanlış” dediğimiz davranışlar kendiliğinden başlamakta ve insan mutluluk, mutmainlik ve huzur ortamından uzaklaşmaktadır. Mesela: yalan söylemenin yanlış olduğunu bilen, bunu her ortamda dile getiren birisi, eğer tevhid hakikatini unutmuşsa, yaşantıda karşılaştığı küçük bir aksaklıkta yalana başvurabilir ki bu durum onun henüz Hak bilgiyi hayatına taşıyamamış olduğunu gösterir. Zamanında kalkamadığı için toplantıya geç kalan birisinin, geç kalma sebebinin trafik olduğunu söylemesi, her ne kadar küçük bir yalan gibi görünse de aslında “kendini aklamak ve başka birisini veya bir olayı suçlamak” gibi bizi ilahlık hissiyatında bırakacak bir haldir. Hak bilgiyi bilen bir inananın yaşantısının bu bilginin ameli şeklinde olması beklenir. Bu örnek için söylersek, yalan söylememek ve buna göre yaşamak Hak bilginin amelidir. Amel aslında hayat
tarzıdır, bir işin veya bazı işlerin adı değildir. Mutluluk, mutmainlik salih hayat tarzı (salih amel) ile mümkündür. Diliyle Hak bilgiyi (hakikati, doğruyu) söyleyip davranışıyla yanlışta olan insanın mutlu (mutmain) bir dünya ve ahiret yaşantısı sürebilmesi, bu hali devam ettikçe mümkün olmaz. Ancak Allah’ın merhameti ona ulaşır da tövbe eder ve salih amel işlerse, yani salih hayat tarzına talip olursa…
Hak bilgiyi sadece bilmenin, deklare etmenin mutluluk, mutmainlik kazandırmayacağını, şeytanın “Ben Allah’tan korkarım” deyişinden (Haşr 16); Firavun’un “ben Müslimlerdenim, la ilahe illallah gerçeğine iman ettim” demesinden (Yunus 90) de görmekteyiz. Ayrıca ayetlerden öğrenmekteyiz ki Efendimiz (sav)’in tebliği yıllarındaki yahudiler ve hristiyanlar Efendimiz (sav)’i ve söylediklerinin Hakikat olduğunu çocuklarını bildikleri gibi bilmelerine rağmen iman etmediler böylece mutlu ve mutmain yaşamayı reddedip ellerindeki hak bilgi ile oyalandılar…
İslam âlimlerinden Muhyiddin ibn Arabî (ra) de bu konuda “İlme aldanma. Tek başına ilim bilgisizliği ortadan kaldırır ama cehaleti (örtücülüğü) gideremez; mutluluğu, mutmainliği, saadeti (huzuru) sağlayamaz. İlme imanın (Billahi manada Allah’ı tanımanın ve bu tanıyışa göre hayat tarzı oluşturma gayretinin) eşlik etmesini sağla, o zaman bu nur üstüne nur olur.” diyerek hak yoldaki tecrübesini bizimle paylaşmıştır.
Allahım, merhamet ediver de Hak bilgiyi razı olduğun şekilde ve kolayca ve geri dönüşsüz biçimde hayatımız, yaşantımız haline getirelim. Seni indindeki en makbul biçimde tanıyarak yaşamayı, böyle de ölmeyi ve ba’s olmayı bizim için kolay ve güzel, hayrlı ve mübarek bir rızk eyle; razı olacağın idrak, hal ve yaşantıyı bize lütfediver Allah’ım (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti