Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

MUTLULUK YÖNETİMİNDE BAŞARILI OLANLAR

Bir evrensel kural vardır: Mutluluk yönetiminde başarılı olanlar, hayatla ilgili ne bir hüzün ne bir korku duyarlar. Bu cümle elbette bir robot gibi hissiz, duygusuz, yapay yaşamayı kastetmiyor! Hayatı, her anı ve her olayı yüksek bir kabulle, yüksek bir huzurla yaşamayı tarif ediyor. Böyle bakıldığında bu cümle, bu kural, bu hal insanı gerçekten çok etkilemesi, çok heyecanlandırması ve kafasına çok takması gereken bir durum değil mi? Düşünün ki yaşıyorsunuz, yüksek bir yaşama sevinci duyarak aktif bir hayat yaşıyorsunuz ve ne geçmişle ilgili bir hüznünüz ne de gelecekle ilgili bir korkunuz, kaygınız var! Dünyadaki akışa çok ters! Kişi ne kadar aktifse ne kadar yoğunsa o kadar stresli bir yaşantı var dışarıda! Memnun ve mutlu gibi görüntü vermelere bakmayın siz! Farmakoekonomi verileri gösteriyor ki reçetelerin neredeyse tamamında antidepresanlar var; yani geçmişe ait hüznü veya geleceğe ait kaygı ve korkuları bastırma telaşı var. İşte bunun tam tersi olan, “ne bir hüzün ne de bir korku duyan” hayatı, böyle bir yaşantı standardı olduğunu bize ayetlerimiz (Bakara 38, 62, 262, 277, Maide 69, A’raf 35, Yunus 62, Ahkaf 13) öğretiyor. Yani bu durum kesin! Rabbimiz Allah, Kur’an’ımızda bize böyle mutlu ve mutmain bir hayatın varlığından, böyle bir idrak ve yaşantı standardından haber veriyor ki biz inananlar, “inanıyorum” diyenler, Billahi manada imanın gereğini yaşamaya talip olanlar bu hali merak etsin, bunun peşine düşsün, bunu hedef edinsin de ahiret için çok elzem ve çok önemli olan “kazanılmış değişim”lerini bu hayat standardına uygun hale getirsinler, bu hedefi gerçekleştirsinler…
Hissin hislenmesi ile oluşan bir durum olan duygular hayatımızda önemlidir. Mesela insan kendini ifade ederken genellikle duygular üzerinden, duygularını, hissiyatını ifade ederek anlatmaya çalışır. “Çok mutluyum, üzgünüm, endişeliyim, şaşkınım, hüzünlüyüm…” gibi ifadeler kişinin duygu durumunu, yaşadığı hissiyatı sözcüklerle anlatmaya çalışmasıdır.
Kişinin içinde bulunduğu duygu durumu onun hayatının akışını, kararlarını, fikirlerini, hayallerini ya olumlu ya da olumsuz tarzda etkilemektedir. Bu duniHi algı için böyledir çünkü onun olumlu dedikleri de olumsuz dedikleri de kendi yaptığı tanımlardır! Yani onun hazlarını okşayan, hoşuna giden, duniHi bakışlı yüzünü güldüren duyguları olumlu olarak tanımlar, beklentilerine ters olan, onu üzen, sıkan, ilahlık hissiyatını acıtan, zorlayan bu yönde duygu oluşmasına yol açan olgu ve durumları ise olumsuz etkili olarak görmektedir. Oysa bir inanan için onu Allah’tan uzaklaştıran, böyle bir algıya sevk eden duygular rahatsız edicidir, olumsuzdur; o yalnızca bu tarz duygularından rahatsızdır, onlardan kurtulmak için dua, sığınış, yöneliş ve gayrettedir.
Mutlu oluşunu yaşayan, gerçekten mutlu/mutmain olan yani huzuru tadan ve yaşayan bir kişi hücreleri dahil her bir zerresinde bu mutluluğu hisseder. Bize de lütfen ikram ediver Allah’ım…
Dünya yaşantısında bir tanımlama yanılgısı olarak “mutluluk” veya “mutsuzluk” diye tarif edilen haller vardır. Aslında kanaatimiz odur ki biz normal dünya yaşantı akışında mutlulukla tanışmış değiliz. Tersinden söylersek, dışarıda “mutsuzluğun” hayat tarzı olduğu, normalleştiği bir yaşantı var demektir. İşte bu yaşantıda bir takım duygu durumları tanımlanmıştır. Mesela bir diğerine aşık olanın kanında kelebeklerin uçuşması, mutsuzum diyenin modunun düşmesi hatta hayattan kopması, hüzünlü olanın sürekli geçmişle didişmesi, korku ve anksiyetenin esir aldığı kişiliklerin kendilerine bunu unutturacak legal veya illegal yöntemler arayıp bulmaları he birer örnek olarak sayılabilir.
Biliyoruz ki hüzün geçmişle ilgiliyken, korku gelecekle ilgili bir duygu durumudur. Bu iki duyguyu doğru şekilde yönetemediğimizde (ki doğru yönetimi ancak Billahi iman ve yaşantısı ile mümkündür) günlük yaşamımızda sıkıntılar yaşamaya başlarız. Duygu durumunu yöneten kalptir. Hadislerden öğreniyoruz ki kalp vücudun yöneticisidir (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 1/128). Kalp huzurlu, mutmain/mutlu değilse yönetimde bir işgal var demektir, bu durumda bedenin yönetiminin kimin elinde olduğuna bakmak lazım! Eğer bedenin (hayatın) yönetiminde problem varsa kalp yönetimi paralel-illegal oluşumların eline geçmiş demektir ki o zaman kişi geçmişte yaşadığı sıkıntılı durumlardan kaynaklanan hüzün duygusuyla depresyonu, gelecekle ilgili korku ve kaygıları sebebiyle de kaygı bozukluğunu kendiliğinden yaşayacaktır. Bugün tüm dünyadaki yaşantı neredeyse tümüyle bu duygu durumundan izler taşımaktadır.
Ayetlerimizde “havf” başta olmak üzere birçok “korku” manalı kelime geçmekte ancak Kur’an’ın öğrettiği, tanıttığı ve tattırdığı korkunun bu korkular ile hiç alakası bulunmamaktadır. Biri bir aşk, bir haz, bir lezzet iken diğeri bir yük, bir ızdırap ve bir hastalıktır.
Mesela, Araf 56: “Allah’a (makamından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin (yönelin).
Ayetimizde “havf” kelimesi geçti. Sözlükte korkmak, kaygılanmak, endişe duymak gibi anlamlardaki “havf” kelimesi, genellikle hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden, arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korku şeklinde tanımlanır.
Hayatın farklı alanlarında yaşanan korkular vardır ve bir gerçekliktir. Örneğin; depremden, bir virüsten veya mikroptan, hastalanmaktan, bazen yılandan veya zehirli bir böcekten, bazen toplum baskısından korkarız, korku adı altında yaşadığımız duygular karşısında eğer bu korkuların sebeplerine karşı bilimsel bir korunma yöntemi geliştirir ve uygularsak güçlenir, gelişir, daha sağlıklı ve korunaklı oluruz.
Billahi imanlı olanlar için her daim önemli olan korku duygumuzun hangi makamdan olduğudur; talip için olayların emrini vereni ve O’nun emrini görüp o emirden korkmak, korunmak ve ona göre davranış biçimi sergilemek esastır. Mesela cehennem korkusu böyle bir korkudur; psikolojimizi bozmaz aksine bizi muttaki (korunan) yapar.
“Onlar için bir mahzunluk ve korku yoktur” halini yaşayanlar elbette Rabbimiz Allah’a karşı yüksek bir korku hali yaşarlar ki bu ayrı bir yazının (hatta birden çok yazının) konusu olduğundan sadece değinip geçiyoruz. Ancak korku duygumuzu Allah’ın makamı için, O’nu doğru tanıyarak oluşturuyor, güçlendiriyor ve yaşıyorsak çok güzel bir korku halini tadıyor olacağımız bildirilmektedir (Dündar, Y., Ve DarabALLAHU Meselen: Ve Allah Bir Misal Verdi).
Bu durumda anlıyoruz ki “kendileri için bir mahzunluk ve korku yoktur” halini yaşayabilmemiz için “Korku” duygumuz doğru makamdan olmalıdır! “Müstakilen VAR ve Muhtar” olanın yani Gerçek VAR’ın ancak Allah olduğunu bildiğimizde korkulacak tek makamın da ancak “O” olduğu aşikardır. Ancak bu idrakın bizde kalıcı ve sürdürülebilir olması için Rabbimiz Allah’ı doğru tanımamız, O’na ve sistemine (kendimiz dahil tüm yarattıklarına) haniyf vech ile yönelmemiz şarttır.
Ehad ve Samed olan “dışı” kavramı olmayan Allah’ın makamını ne kadar tanırsak Billahi anlamda o kadar korkarız. Ve dünyadaki zanlara dayalı korkuların tersine Billahi anlamdaki bu korkumuz bizi Tevhid ehli olarak Allah’ta, Allah ile yaşatır yani O’na yaklaştırır; böylece o makama karşı daha hassas bir inanan olma telaşı başlar inşaAllah (amin).
Dünyadaki insani korkuların temelinde kişinin kendisini “müstakilen var ve muhtar” zannetmesi yatmaktadır. Eğer inanıyorsa inandığı Allah’ın dışı var ve kendisini de orada küçücük de olsa bir irade, güç, mülk ve hüküm sahibi sanan duniHİ algıdaki bir kişi, (ölüm, mal mülk kaybetme, iş güç, kariyer gibi hallerde ona göre işlerin ters gittiği) herhangi bir olayda müstakilen var zannettiği, sahibi olduğunu vehmettiği güçlerin yetersiz olduğunu görür ve “müstakil” ilan ettiği diğer güçlerden “Allah’tan korkması gerektiği gibi” bir korku yaşar. Bu bazen bizim amirimiz, doğru konumlandıramadığımız patronumuz olabilir, bazen eşimiz, çocuklarımız olabilir. Rızkı verenin gerçek VAR Allah olduğunu unuttuğumuzda Rabbimizin razı olacağı halleri önemsemez, patronumuzun razı olacağı halleri önemsemeye başlarız; Allah’tan korkar gibi patrondan korkarız. Yani yaşadığımız duyguyu Rabbimizle ilişkilendiremediğimiz zaman Rabbimiz Allah hariç her şeyden korkar hale geliriz. Bu kişi doğru makamdan korkmadığı için dünya sıkıntı, depresyon, anksiyete gibi psikiyatrik durumların içine düşer, psikolojik rahatsızlıklar yaşar ahirette ise geri dönüşsüz bir azap ve hüsran… Muhafaza buyur Allah’ım…
Billahi anlamda korku duygusunu yaşayan sadece cehennem, kaza, bela, ceza gibi duygular sebebiyle korku yaşamaz, onun asıl korkusu Allah makamına karşı olan duygusudur. Bu korkuyla birlikte o kul “Amenü Billahi ve amilüs salihati” haline sıkı sıkıya sarılır, yani o artık Billahi manadaki imanına uygun bir hayat tarzı oluşturmanın sevdalısıdır, delisidir ve şöyle sığınıyordur:
“Allahümme e’ûzü bi rızâke min sehatike ve bi muâfâtike min ‘ukûbetike ve bi rahmetike min ğadabike ve e’ûzü bike minke; lâ uhsi senâen ‘aleyke ente kema esneyte ‘ala nefsike.”
“Allah’ım hoşnutsuzluğundan razılığına, cezalandırmandan affına, gazabından rahmetine sığınırız. Allah’ım senden (uzak kalmaktan) sana (makamına) sığınırız. Biz hiçbir zaman (makamını bihakkın) anlayamayız Ya Rabbi. Senin kendine olan senan gibi sana sena edemeyiz, bunu da itiraf ederiz Allah’ım (bize merhamet ediver).”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti