Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

NEFİS TERBİYESİ 1

Ahseni takvim olarak yaratılan insan imtihan için geldiği dünyaya esfele safilin idrakla geldi (aşağıların aşağısına indirildi). İman edenler, dünya hayatında kendilerini içinde buldukları bu aşağıların aşağısı idrakten tekrar ahseni takvim hale geçebilmek için daimî bir gayret içindedir, onlar bu gayret için, bu hicret için, bu yolculuk için (seyr-i sülûk) dünyaya gelmişlerdir. Bu yolculuk nefis terbiyesi ile olur.
İnsandaki “nefs” Allah’a aittir; yani nefsimiz “nefs-i vahide”den, “nefs-i vahide”de kula ait nefs kaydı (kalıbı) ile yaratılmıştır (Nisa-1, En’am-98, Araf-189, Zümer-6). İslamiyet’te nefis terbiyesinden kasıt, nefsi şer hale getiren zulmani idraktan kurtulma sürecidir. Bu idrakı önce reddetme sonra da ona ait vasıfları terk etme gayretidir, bunun öğrenilmesi, eğitimi ve uygulanmasıdır. Çünkü terk etmemiz gereken hasletler zulmani idraka, dunihi algıya yani nefsin şerrine aittir. Dolayısıyla nefis terbiyesi başlığı altında yapılan, incelenen bir mukayesedir; “nefis” ve “nefsin şerri” önce tanımlanır, sonra kıyaslanır, sonra da nefsin şerri idrakten hakikate uygun hal olan nefs haline hicret için gayret edilir. Bu aynı zamanda Hakk ve Batılı tanımak, batıldan kurtulmak ve Hakka hicret etmek olarak da tanımlanabilir.
Yaşantıdaki olaylarda çokça şahit olmuşuzdur ki bazı olaylar kul olarak bizim tercihlerimiz sonucunda şekillenir, bazı olaylarda ise bir etkimiz yoktur, dahlimiz olmaz. Elbette bunları kesret diliyle, kesret bakışıyla böyle dile getiriyoruz. Örneğin, vakti nasıl geçireceğimize (boş oyun ve eğlencelerle veya hak idrak ve meşguliyetlerle) biz karar verebiliriz ama hangi ana-babadan dünyaya geleceğimizi, nerede hangi koşullarda doğacağımızı biz seçemeyiz. Bu sebeple kul, yaşantıda iki farklı durumla karşı karşıyadır: Kulun dahli olan ameller (davranışlar) ve kulun dahli olmayan ameller. Bu iki tanımı doğru anlayıp üzerinde tefekkür etmemiz, Billahi imanımızı, kader inancımızı ve salih amel yaşantımızı olumlu etkileyecektir, Biiznillah.
Yaşadığımız olayları bu çerçevede analiz etmemiz gerekiyor. Çoğu zaman kulun dahli olmayan olaylar yaşadığımızın farkında olmaz, içinde bulunduğumuz durumla didişiriz. Mesela o an orada olmasam böyle olmayacaktı zannederiz, “benim yüzümden bunları yaşıyoruz” gibi düşünürüz. Bu durum bizi pişmanlığa, sıkıntıya, zora sokar, pişmanlık ve sıkıntı içeren bir yaşantıya götürür. Halbuki kul, o olayın kulun dahli olmayan bir durum olduğunu anlayıp idrak ettiğinde, Rabbimizden gelene razı olur ve sonuçla didişmez. Her sonuç Rabbimize ait olmasına rağmen biz kulun dahli olan bir ameli, kulun dahli olmayan bir amelle karıştırırsak yanlış bir durum (yanlış bir davranış, idrak, algı) ortaya çıkar. Örneğin hiç ders çalışmamış bir öğrencinin sınavlarda bir okulu kazanamamasını kulun dahli olmayan bir amelmiş gibi değerlendiremeyiz. Kul ancak üzerine düşen gayreti gösterir, sonra da “sonuç Allah’a aittir” diyebilir. Hiç çalışmadan, gayret göstermeden gelen sonuca “nasibim böyleymiş” demesi kesret dili olarak eksiktir, hatta yanlıştır. Evet nasibin böyle olması imanımın gereği doğrudur, ancak yine imanımız gereği ayetlerimizden ve hadislerimizden öğreniyoruz ki nasip gayrete aşıktır (himmet gayret kadardır). Billahi imanlı kul, elinden gelen gayreti Biiznillah Allah adına gösterir ve sonuca razı olur.
Dahlimiz olan yani Allah’ın kuluna görev verdiği amellerde kadere teslimiyet böyle; bize yaşantıda verilen görevi, yani bize düşen görevi Allah’ın rızasına uygun şekilde yapmaktır. Kulun özgür kılındığı, dâhil olduğu hususlarda (Hakk ve batıl arasındaki tercihte) kadere teslim olmak, kulun kendisine verilen görevi Allah’ın rızasına uygun şekilde yapmasıdır. Peki, kulun dahli olmayan amellerde kadere teslim olmak nasıl yaşanır? Dahlimiz olmayan amellerde (olay ve olgularda) kadere teslim olmak kader manasına yaslanmaktır yani kader manasıyla didişmemektir (Yılmaz Dündar, KADER, Bölüm VI, Billahi Anlamda Hürriyet ve Dunihi Anlamda Hürriyet (Nefis Terbiyesi)).
Dilerseniz, kulun dahli olan amelleri biraz tefekkür edelim. Tefekkürümüzde nefsin hakikatine uygun manayı ve nefsin şerrini kıyaslayacağız ki birinden kurtulup diğerine hicret etmeye gayret edebilelim. Kulun dahli olan ameller kişinin hürriyeti üzerinden yaşanır. Kişinin hürriyeti, kulun bu dünyadaki tek özgürlük alanı olan Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisidir. Kulun dahli olan ameller, bu sebeple, bu yetkinin hak veya batıl yönde kullanılmasıdır. Bizlerin ahiret yaşantısını belirleyen de bu yetkiyi nerede (hak yolda mı, batılda mı?) yani hak idrakla mı batıl idrakla mı kullandığımız nefs terbiyesi sürecini belirleyen temel husustur. Biz eğer Allah’a, razılığına, cennetine talip isek, Hak yolda kazanılmış bir değişim elde etmemiz gerekir ki bunun için Muhtariyeti Tercih Gücü yetkimizin önce farkında olmalı sonra da o yetkiyi ısrarlı, istekli ve arzulu şekilde ve Hak idrakla, Hak yolda kullanmamız gerekir. Tersi de doğrudur, çünkü bu her iki alanda da aynı mekanizmayla çalışır. Billahi anlamda kazanılmış değişim elde etmek için kişinin billahi manada hürriyeti, dunihi anlamda kazanılmış değişim için de dunihi manada hürriyeti ısrarla, istekle yaşaması gerekir. Şimdi kulun her iki hürriyeti (yani Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini) hak veya batıl olarak nasıl yaşandığını, nasıl kullandığını anlamaya çalışalım. Ama önce Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini (ne olduğunu ve nasıl kullanıldığını) hatırlayalım.
Kişi hayatı boyunca karşısına çıkan olaylarda daima bir karar verir. Bunu yaparken vermemiz gereken karar şudur: Ben Allah’ın muhtariyetinden, hürriyetinden bana kulu olarak Biiznillah verdiği Hakk veya Batılı tercih yetkisini kullanıyorum. Bu yetki ile yaşadığım olayı değerlendiriyor, kanaat oluşturuyor, yorum yapıyor, çözüm önerileri üretiyor olduğumu bilerek, bu yetki ile Hak yolda değerlendirme, kanaat, yorum, karar, fikir, öneri, konuşma, hal, hareket ve davranışlar üretmeliyim. Yani bütün bunları yaparken bu yetkiyi Hakk yolda, Hakk idrakla kullanmak, süreçteki kararlarımızı Hakk olarak oluşturarak karar verme niyeti, gayreti ve duasında olmalıyım. İşte kul olarak biz yalnızca bu noktada yani hak veya batıl karar ve tercihler noktasında özgürüz ve sorumluyuz! Kul Biiznillah tercihini yapıp kararını verdikten sonra bu istikametteki gayreti esnasında neleri nasıl yaşayacağı konusunda özgür değildir (çünkü hüküm Allah’ındır).
Eğer kulun tercihi Hak’tan (Allah indinde makbul olandan) yana ise, bir kul Allah’ın “ben bundan razıyım” dediği hali tercih etmişse, buna talipse hemen araştırmaya başlar: Bu konuda ayetlerimiz bana ne diyor? Rasulullah (sav) Efendim bana ne demiş? O’na (sav) sımsıkı sarılanlar (başta sahabe efendilerimiz (ra) olmak üzere tüm Ehlüllah (ra) ve istikamet üzere olan imanlı kullar (ra)) karşılaştıkları bu gibi durumlarda nasıl davranmış? Tüm bunları araştırır, öğreniriz yani işitiriz. Sonra da ayetler gereği “işittik ve itaat ettik” diyerek ayet ve hadislerdeki önerilere uymamız, o önerilerden razı olmamız, o önerileri sevip onları sahiplenmemiz gerekir. Çünkü Rabbimiz Bakara (285)’de razı olduğu kulluk haline sarılanların, o hayat tarzını yaşayanların ne dediklerini (aslında ne yaptıklarını) bize şöyle öğretiyor: “Onlar ‘İşittik ve itaat ettik, Ğufran’sın Rabbimiz, dönüşümüz sanadır’ dediler.”
Sorumluluğumuz Hak ve Batıl arasındaki tercihimizdir diyoruz ya, bunun Kur’an’da bize anlatılan Rasul ve Nebi hayatlarından veya müminler üzerinde verilmiş, yaşanmış birçok örneğini bu bakışla hatırlamak güzel bir nur olacaktır inşaAllah. Hadislere, İslam tarihine, Efendimiz ve sahabelerine ait olaylara da bu bakışla yaklaşmak aynı şekilde çok güzel olacaktır. Hz. Ali (ra)’ın yaşadığı şu olayı bunlardan birisi olarak tefekkür edelim. Hz. Ali (ra) mescide gireceği bir gün mescidin kapısı yanında duran kişiye, mescitten çıkana kadar atını bekleyip bekleyemeyeceğini sordu. “Evet” deyince atını emanet edip mescide girdi. Ancak adam hayvanın yularını alıp hayvanı başıboş bırakıp gitti. Hz. Ali ona vermek üzere hazırladığı beş dirhemle dışarı çıktığında hayvanı tek başına ve yuları alınmış olarak başıboş buldu. Atını alıp evine döndü ve maiyetindeki birisini yeni bir yular alması için çarşıya gönderdi, o da beş dirheme bir yular alıp geldi. Hz. Ali yuları görünce çalınan yular olduğunu fark etti ve şöyle dedi: “Rızkı insanın elinde değildir, ne artar ne eksilir. Ama o rızka helal ya da haram yoldan ulaşmak kişinin elindedir. O böyle yapmasaydı da ben de ona beş dirhem verecektim.”
Dahli olan konuda kişi rızkına giden yolda Hak ya da Batıl tercihini yapıyor ve bunu kendisine dünya hayatı imtihanı için bu dünyadaki yaşantı ile sınırlı olarak emaneten verilen Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi ile yapıyor.
Bugün ikinci örneğimiz de hayrlısıyla Hz. Ali (ra) üzerinden olsun. Bir savaş esnasında karşısındakini tam öldürmek üzereyken, savaştığı kişi yüzüne tükürünce onu bıraktı ve ona; “seni öldürmekten vazgeçtim. Ben seninle sırf Allah razılığı için savaşıyordum ve seni bu sebeple öldürecektim. Ama sen yüzüme tükürünce öfkem devreye girdi, artık seni öldürsem bunu sana olan kızgınlığımdan dolayı yapmış olabilirdim, seni Allah için değil de kendim için öldürmüş olmaktan korktum ve öldürmekten vaz geçtim” dedi. Hak ve Batıl arasındaki tercihe hem de çok zor zamanda bir hak tercihe çok güzel bir örnek değil mi? Oysa dışarıdan bakan biri için Hz. Ali (ra)’ın o an o kişiyi öldürmesi Hak görünebilir ama sadırları bizzat bilen Allah için o iş Batıl’dır. İşte Hz. Ali (ra) o an bunu fark ediyor ve Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini savaşın o zor anında bile Allah hakkını ve hakikatini örtecek öfke halinden uzak durmak için kullanıyor, Hak’tan yana kullanıyor. Bu ancak hayatını Billahi imanla yaşama gayretindeki bir müminin Biiznillah ulaşılabileceği bir haldir ve bu tercih süreci kesintisiz devam etmektedir (ölüme kadar). İnsan ister inansın ister inanmasın her an ve her nefeste bu tercihi kullanarak yaşar. Yaşantıda daima Hakk veya Batıl tercihler yapar, her bir olayda Hakk ya da Batıl bir idrakın kararını verir. Hayat budur zaten. Olay bize göre önemli önemsiz, sevimli sevimsiz, büyük küçük gibi olabilir ama ya Hakk ya da Batıl bir tercih yapıyor, bir karar veriyoruz; böyle yaşıyor olmamız değişmez.
İnsana dünya hayatıyla birlikte verilmiş, aktif hale gelmiş bu tercih gücü yetkisi, kişinin kendisine ölüm gelinceye kadar kesintisiz kullanmakta olan bir donanımdır. Ama insanların (inansın inamasın) büyük çoğunluğu bunun farkında değil, onu kendi gücü gibi sahiplenmiş olarak, o yetkiye zulmederek yaşıyor… Bu sebeple inananlar olarak sığınıyoruz: Allahım, merhamet ediver de bizi göz açıp kapama kadar bir süre için bile olsa nefsimizin şerrine bırakma ki Batıl tercihler yaparak yaşamayalım. Bizi daim Hak tercihte bulunanlardan kılıver; Hakkı fark ettirip sevdirdiğin, Hakk’a tabi kıldığın ve tercihlerini Hakk olarak yapabilmeyi kendilerine ikram ettiğin kullarından eyle Allahım (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti