Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

PADİŞAH-I ÂLEM OLMAK BİR KURU DA’VÂ İMİŞ

Şu bir gerçek ki Osmanlı toplumu cami, medrese ve tekke üçlüsünden aldığı iman suyu ile büyümüş ve 600 sene hayâtiyetini devam ettirmiştir. Dolayısıyla Osmanlı Devleti liyâkatli/yetenekli yöneticiler, ilmiyle âmil (amel eden) âlimler ve nümûne-i imtisâl (örnek/model) olan mürşitlerin birlikteliğiyle kuruluş, gelişim ve yükseliş seyrini gerçekleştirmiştir.
Öyle ki, Osmanlı sultanlarının her biri şehzâdeliklerinden itibaren daha çok tasavvuf kültürü ile yetiştirilmiş, bu terbiyenin tesirlerini kimi Osmanlı sultanları hayatlarının sonuna kadar korumuşlardır. Yavuz Sultan Selim’in şu itirafı onların ne denli güçlü bir hâlet-i ruhiyyeye (ruh haline) sahip olduklarını göstermektedir:
Padişah-ı âlem olmak bir kuru da’vâ imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş (Kara,1990a, s. 167).
Osmanlı padişahlarından her biri bir evliyanın talebesidir. Tasavvuf, devletin kuruluşunda maya vazifesi görmüştür. Osmanlı saray terbiyesi ve kültürünün de esasını teşkil etmiştir. Şeyh Edebâlî ile Osman Gazi kıssası, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda aşkın rolünü gösterir. Padişahlardan her biri, aynı zamanda tasavvufla meşguldür. Sultan Ahmed gibi sıkı mürid olanları da vardır. Muhiblik, yani bir veliyi sevmekle iktifa edenler de vardır. En çok padişahın mensubu olduğu tarikat Halvetî, sonra Nakşî, sonra Mevlevîliktir. Tasavvuf, devletin kuruluşunda maya vazifesi görmüştür. Osmanlı saray terbiyesi ve kültürünün de esasını teşkil etmiştir.
Osmanlı’da tekkeler etrafında oluşan canlı tasavvuf atmosferini devlet açısından sağlayanlar kuşkusuz devleti kuran Osman Gazi’den başlamak üzere neredeyse hanedanın tamamına yakın üyeleriydi. Yine devlet ricali de sûfî çevrelerle önemli oranda bağlantılıydı. Hemen hemen her yörede mevcut olan tekkelerle halkın bağı elbette daha kuvvetli durumdaydı. Yabancı araştırmacılardan Hans Mayer’in tespitine göre, hanedandan ve devlet ricalinden pek çoğunun ehl-i tarîki destekleyen maddi yardımları yanında birçokları da bizzat intisap ederek intişarına (yayılmasına) yardımcı olmuşlardı (Özsaray, 2018,s.6).
Fetihten sonra İstanbul’a ilk giren tarikatlardan Halvetilik Fatih döneminde Alaaddin Ali Halveti vasıtasıyla on yıl İstanbul’da faaliyet gösterir. Nefehat’ta verilen bilgilere göre devlet erkânı, ayan, divan erbabı ve sâireden pek çok kimse ona bağlılık gösterip hizmetine girmek isteyince Fatih saltanatının emniyetinden korkmuş ve onun başka bir diyarı şereflendirmesini istemiştir. O da bunun üzerine İstanbul’dan ayrılmış ve yolda Larende’de vefat etmiştir…Fatih devrinde devlet erkânıyla ilişkisi aktarılan şeyhlerden biri de Habib Ömer Halveti (ö. 902/1497)’dir. Niğde yakınlarındaki Ortaköy kasabasındandır. Seyyid Yahya Şirvanî’nin yanında on iki yıl kalmıştır. Anadolu’ya dönünce Ankara, Karaman, Aydın ve Anadolu’nun diğer vilayetlerinde bulunmuştur (Özsaray, 2018, s.113).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti