Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

PEYGAMBERİMİZİN EMANETİ EHLİNE VERMESİ

20 Nisan 571 yılında dünyamızı şereflendiren Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed, emanete ve emanetlerin ehline verilmesine büyük bir önem veriirdi. İslâmiyet’ten önce Kâbe ile ilgili bazı hizmetler belli kişiler tarafından yürütülüyordu. Peygamberimiz Mekke’yi fethettiği gün Kâbe’nin anahtarlarını Osman b. Talha b. Abdüddar taşıyordu. Peygamberimiz bu zatı çağırtarak Kâbe’yi açmasını emretti. Orada hazır bulunan Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, eskiden sorumluluğunda bulunan hacılara su dağıtma görevi ile beraber Kâbe anahtarlarının da kendisine verilmesini istedi. Bunun üzerine bu âyet-i kerime (nisa 48) nazil oldu. Peygamberimiz de Kâbe’nin anahtarlarını eskiden beri taşıyan Osman b. Talha’ya vererek:
– Ey Ebû Talha evlâdı, atalarınızdan kalma olan Kâbe kapıcılığı sizde kalmak üzere, işte anahtarlarını alınız, bunu, haksızlık yapmadan hiç kimse sizden alamaz, buyurdu ve anahtarlarını eskiden olduğu gibi aynı sahibine tekrar verdi. Kaynaklarda bu ailenin Türk oldukları zikredilir.
Evet, bu âyet-i kerime emanetlerin ehline verilmesini emrediyor ve ehliyetli olan kimseden emanetin alınmamasını istiyor; insanlar arasında adaletli olmayı emrediyor. Eskiden beri Kâbe’nin kapıcılığı görevini ehliyetle yapmış olan birisinden bu görevin alınarak kendisine verilmesini isteyen Hz.Abbas, Peygamberimizin saygıdeğer amcası olmasına rağmen bu görev, âyet-i kerimenin işâretiyle ehil olan eski sahibinde bir daha ondan alınmamak üzere bırakılmıştır. Âyet-i kerime, devlet işleri için ehliyetin dışında başka bir şey kabul etmiyor. Aklın da kabul ettiği bu değil mi? Eğer maksat kamu işlerinin aksamadan düzenli bir şekilde yürütülmesi ise bu işe ehil olan birisini getirmek gerekir.
Bir adam Peygamberimize gelerek:
– Ey Allah’ın Resûlü, kıyâmet ne zaman kopacak? Diye sordu. Peygamberimiz sözünü kesmeyip devam etti. Oradakilerden kimi kendi kendine, Bedevinin ne dediğini işitti ama sorulan sorudan hoşlanmadı, kimi de: “Belki işitmedi” dediler. Nihayet Peygamberimiz sözünü bitirince:
– O kıyameti soran nerede? Buyurdu.
Bedevî:
– İşte ben, ey Allah’ın Resulü, dedi.
– Emanet zayi olduğu zaman kıyâmeti bekle, buyurdu. Adam bunu anlamamış olacak ki tekrar sordu:
– Emanetin zayi olması nasıl olur?
Bunun üzerine Peygamberimiz:
– İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyâmeti bekle, buyurdu.
Dikkat edilirse Peygamberimiz, kıyâmetin ne zaman kopacağını öğrenmek isteyen kimseye daha önemli olan bir konuya işaret ederek cevap veriyor. Toplumda emânetin ehline verilmemesi, o toplumun kıyâmetinin kopması demektir. Öyle değil midir? Siz kalkar bir kamu işine o işe ehil olmayan hatta o işten hiç anlamayan ve sorumluluk duygusu bulunmayan birini getirecek ve emaneti ona yükleyecek olursanız o işin düzenli bir şekilde yürümesini bekleyemezsiniz.
Devlet İşleri Ehline Verilmeli
Emanet (devlet işleri ) ehline verilmeyince işler aksar, toplumda huzursuzluk başlar, şikâyet ve kavga artar. Toplum ferdlerinin birbirine olan güveni ortadan kalkar. İşte bu, Peygamberimizin ifadeleri ile o toplumun kıyâmetinin kopması demektir.
Kamu işleri için yetki vermek durumunda olan kimseler ,ehil olmayanlara yetki vermekle emanete hıyanette bulunmuş olurlar ve bunun zararını da yine kendileri çekerler. Sonra da ne yapalım, Allah böyle takdir etmiş diyerek teselli bulmak isterler. Evet, Allah öyle takdir etmiş ama Allah’ın bu takdirine biz sebep olmuş oluyoruz. Çünkü bizim ne yapacağımızı Allah biliyor ve ona göre takdir ediyor.
Emanet vermek durumunda olan kimseler dikkatli olacakları gibi emanet isteyen, görev talebinde bulunan kimseler de yapamayacakları bir görevi istemeyecekler, verilse bile kabul etmeyeceklerdir. Emanetlerin ehline verilmeyişi zulümdür, haksızlıktır.
Emanet İsteyene Değil Layık Olana Verilir
Ashab-ı Kirâm’dan Ebû Zer (r.a.) diyor ki: Peygamberimize:
– Ey Allah’ın Resûlü, beni bir yere idareci olarak tayin etmezmisin? Dedim.
Bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.v.) eliyle omzuna vurdu ve :
– Ebû Zer, sen zayıf bir adamsın, idarecilik bir emanettir, Şüphesiz hakkı verilmediğinde bu emanet kıyâmet gününde hüsran ve perişanlık getirir. Ancak onu hakkıyla alan o hususta üzerine düşeni yapan müstesnâdır,” buyurmuştur. Ve Ebû Zer gibi bir sahabeyi böyle bir yükün altına sokmak istememiştir. (Müslim; İmare;16)
Emanet vermekle yetkili olan kimseler onu ehline verecekleri gibi, emanet kendilerine verilen kimseler de bunun sorumluluğundan kurtulmak için görevin gereğini yapmaya çalışacaklar ve görevde kusurlu davranmayacaklardır.
Bakınız Peygamberimiz ne buyuruyor: “Eğer bir yönetici müslümanların işini üzerine alır, sonra onlar için çalışıp işinin gereğini yapmazsa onlarla birlikte cennete giremez.”
Peygamberimiz prensip olarak görev isteyenlere görev vermez, bu sorumluluktan kaçanları tercih ederdi.
Ashâb-ı Kirâm’dan Ebû Mûsâ (r.a.) diyor ki: “Ben ve amcam oğullarından iki zât Peygamberimizin yanına gittik. O iki arkadaşımdan biri:
– Ey Allah’ın Resulü, bizi, Allah’ın sizi hâkim kıldığı yerlerden bazısına hâkim tayin et, dedi, öbürü de buna benzer bir istekte bulundu. Bunun üzerine Peygamberimiz;
– Vallahi, biz bu işe ne onu isteyen birini tayin ederiz, ne de ona aşırı istekli olan birini, buyurdu ve görev isteyene görev vermek âdeti olmadığını bildirdi.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER