Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

ŞAH İSMAİL’İN AMACI OSMANLI DEVLETİNİ YIKMAKTI

Şah İsmail de Türktü. O da Yavuz Sultan Selim gibi Türkçe şiirler yazardı. Şah İsmâil aşırı şiî taasubu ile hareket ediyor, Sünnî Müslümanlara hayat hakkı tanımıyordu. İran Şah İsmâil’in baskısı ve zulmü neticesinde şiîleşmiştir. “Tebriz nüfusunun üçte ikisi Sünnî idi. Şah herkesi ölüm tehdidi altında: ”Ali Habibullah’tır” formülünü tekrarlamaya ve ilk üç halifeyi laanetlemeye zorladı. Bunu reddeden şeyhulislamı bizzat okladı ve çarşı meydanında yaktırdı (Grenard, s.109).
Daha önceki yıllarda Abbasiler dönemine İran’da kurulmuş olan Şiî Büveyhi devletinin kuruluşu ile Sünnî Müslümanlara ve Sünnî İslam halifelerine çok büyük zulümler yapılmaya başlanmıştı. Özellikle 945’ten başlayarak 1055’e kadar geçen 110 yıllık bir zaman dilimi içerisinde Sünni İslâm halifeleri Büveyhilerin elinde birer oyuncak durumuna düşmüşlerdi. Şiî Büveyhi hükümdarı Muizz-üd Devle Ahmed, halife Müstekfi’nin gözlerine mil çektirip yerine Muti-lillah’ı getirmişti. Bu acı ve unutulmaz facialara Arap kaynaklarında çok geniş yer verilmiştir. İbnü’l Esir’in ‘Tarihü’l Kâmil’inin sekizinci cildinin 65. sayfasında, Ebu’l Fida’nın ‘Kitabü’l Muhtasar fi ahbar’il beşer’inin ikinci cildinin 74. sayfasında, İbnü’l Verdi’nin ‘Tetimmetül Muhtasar fi ahbar il beşer’ ismindeki eserinin birinci cildinin 261. sayfasında geniş bir şekilde anlatılmıştır (Danişmend, 1978c, s:208).
İran’da hüküm süren Safâvi hakanı Şah İsm’ail’in asıl hedefi Osmanlı devletini parçalamak ve Anadolu’yu kendi topraklarına katmaktı. Bu amaçla Türkmenlerdeki Ehli Beyt sevgisini kullanmış, Anadolu ve hatta Rumeli içlerine kadar casuslar göndermişti
Lütfî Tarihi’nde geçtiğine göre 901 (1495) yılında Şeyh Haydar’ın oğlu Şah İsmail, Geylan’dan huruc edip Erzincan’a gelip orayı mekân edinir. Babası ve dedelerinin Anadolu’daki çok sayıdaki mürid ve muhiblerinden iki veya üç bin kişi Erzincan’a gelip Şah İsmail’e katılırlar. Bunların yanında at ve silahları da vardır. Şah İsmail bunlara önemli bir işi olduğunu ve bu işte kendisine yardım edip edemeyeceklerini sorar. Bunlar: “Şeyhimizin oğlusun, yoluna can ve baş veririz, hizmet buyrun” derler. Şah İsmail bunun üzerine. “Şirvan’da benim babamı katlettiler, henüz kanı kurumamıştır. Onun kanını talep ederim” deyince onlar da işittik, itaat ettik deyip Şirvan’a yürürler. Bunlar Şirvan’ı ele geçirip katliam yaparlar, Şirvan Şahı Said’i şehid ederler. Şah İsmail Şirvan’a padişah olur. Rafizi mezhebini tercih edip bir ordu kurar ve ulaştığı yerlerde kendisinin mehdi olduğunu söyler.
Bundan sonra Şah İsmail’in nüfuz ve otorite alanını genişletme faaliyetleri çerçevesine İran’ın yanısıra Anadolu ve Balkanlar’ı da kattığı görülmektedir. Hicri 908/1502 de Şah İsmail Acem beylerini kırıp Tebriz’i alır. Rumeli ve Anadolu’dan da kendisini destekleyenlerler olur. Sultan Bayezid Han Anadolu ve Rumeli’de onu destekleyenleri Mora vilayetinde Moton ve Koron hisarı tarafına gönderir. Bu arada 908 yılı Safer ayında (Ağustos-Eylül 1502) de Şeyh İsmail’in Tebriz’den gelen elçisi kabul edilip maksadı yerine getirildikten sonra hürmet ve izzetle geri gönderilir (Oruç Beğ Tarihi,2007, s. 219).
Şah İsmail yine 913/1507 yılında Alaüddevle üstüne hücum edip Kayseri yakınlarında konaklar. Bunu haber alan Sultan Bayezid Yahya Paşa kumandasındaki askerlerini Engürü’ye yollar, kendisi de Anadolu ve Karaman askerleriyle birlikte Engürü’ye gelir. Bayezid Han, Şah İsmail geri dönünce Engürü’de biraz kalır. Şah İsmail Alaüddevle’yi yenemez, ancak Fırat’ı geçip Diyarbakır’ı zapteder. 917/1511 yılında Teke ilinde Şeytan Kulu adlı namındaki kişi huruç edip Anadolu’nun çoğu yerini harap eder ve Anadolu Beylerbeyi Karagöz Paşa’yı katleder. Sultan Bayezid Hadım Ali Paşa’yı Şeytan Kulu’nun üzerine yollarsa da Ali Paşa’nın hezimeti üzerine huzursuz olur ve yerine 918/1512 de oğlu Sultan Selim Han’ı tahta çıkarır (Lütfi Paşa ve Tevârih-i Âl-i Osman (Kayhan Atik neşri), s. 195-196).
II. Bayezid Şah İsmail’in Anadolu ve Balkanlar’daki Bektaşileri kendi yanına çekme siyasetine karşı tabii ki gerekli tedbiri almakta gecikmemiştir. Bu tedbirlerin en önemlisi Bektaşileri kazanmaya çalışmak olmuştur. Ahmet Yaşar Ocak’ın tespitine göre II. Bayezid Balım Sultan’ı Dimetoka’dan alıp Hacı Bektaş Zaviyesi’nin başına getirerek Bektaşiliği resmen devletin himayesine almıştır. Devlet bu politika ile bir yandan geniş nüfûzlu bu tarikatın desteğini sağlarken diğer yandan da hoşa gitmeyen tutumlara girmesini engelleme veya en azından kontrol altında tutma imkânını sağlamıştır. Bu sayede Safevi politikasının Anadolu’da yoğunlaştığı bu devirde Bektaşiliğin devletin yanında durması sağlanmıştır (Ocak, 2015 b, s. 476’dan nakil, Özsaray, s.123).
Osmanlı’nın Avrupaya yöneldiği her seferde eğer İran Osmanlı’yı arkadan vurmamış ve Batı ile ittifak etmemiş olsaydı belki de Osmanlı Avrupa’nın tamamını devletin sınırlarına katmış olacaktı. Bu gerçeğe dikkat çeken Batılı tarihçi Fernard Grenerd Asya’nın Yükselişi ve Düşüşü adlı eserinde aynen şöyle diyor:
“Eğer İran’daki bu mezhep ayrılığı olmasaydı ve buna müvazi olarak Türkiye ile sulh içinde mübasebetler kurmayı bilseydi kimbilir Avrupa’nın yuvarlanacağı tehlike uçurumunun derinliği ne olurdu. Venedik ve Charles-Quint de dâhil olmak üzere tehdit edilen devletler, zaten kendilerine dönen tekerleğe kuvvet vermek için Kavîm yahut İsfehân (İran) şâhına bol bol elçi göndermek fırsatını kaçırmadılar (Grenerd, 1992, s. 110).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER