Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

ŞEYTAN VE SİSTEMİ

Yaşamış olduğumuz ve “ömür” ya da “dünya hayatımız” dediğimiz zaman dilimi, sonsuz olan ahiret hayatımızı belirleyen yaşanabilir hayat normu sürecidir. Bu zaman dilimi içerisinde karşımıza çıkan yaşadığımız olaylar her biri hem birer imtihandır hem de kazanılmış gelişimimizi oluşturmak için birer imkandır ve bunlar her birimiz için farklıdır. Kimimiz sağlıklı kimimiz sık hastalanan, kimimiz zengin kimimiz değil, kimimiz rahat kimimiz değil gibi ana başlıklarda tanımlayabildiğimiz ama detayları her bir kul kadar değişen sayıda hayat yaşanıyor… Her ne kadar hayatta yaşanan olaylar değişik olsa da hep bir imtihan (bir tercih) vardır. Hasta hastalığıyla sağlıklı sağlığıyla, zengin zenginliğin fakir de fakirliğin imkanlarıyla imtihandadır ama asıl amaç tektir: sonsuz ahiret hayatımıza gidecek değişimi kazanım haline getirmek.
Bu imtihan dünyasında yaşarken, özellikle yüksek dikkat ve gayret gerektiren imtihan hallerimizde (mesela öfke kimyasına girmemize sebep olabilecek durumlarda) yapmamız gerekenin ne olduğunu bilmemize rağmen çoğu zaman zorlanırız. Salat ikamesi de öyle!
Billahi manada iman ile yaşama gayretinde olan inananlar için bile! En azından farz namazlarımızı ikame etme gayretimize rağmen bazen “şunu da yapayım kılarım, şunu da izleyeyim kılarım, biraz sonra kalkar kılarım” gibi üretilen gerekçelerle ertelemekte, dolayısıyla salatı ikame etmekte zorlanmaktayız. Oysa Kur’an’da kimlerin salat/namaz konusunda “üşenerek salata kalktıkları” bizi çok korkutmalı. Onlar “salata üşene üşene kalkar, insanlara görünmek için yaşar ve Allah’ı çok az zikrederler” mealindeki ayetimizi hatırlamayan yoktur. Bu ayet münafıkları tanımlıyor ama bizi de korkutmalı değil mi? Ebubekir Es’sıddık, Ömer’ül Faruk (ra) gibi sahabe efendilerimiz bile “Ya rasulallah, biz münafık olduk galiba” diyerek bir korku ve talaş yaşamamışlar mı? İnşaAllah o grupta değilizdir ve o halde olmaktan daim korunanlardan oluruz ama niye onlara benzeyen bir halimiz olsun ki? Billahi imana talip inananlar olmamıza rağmen neden bazı işlerde (tefekkür, tezekkür, zikrullah, Kur’an’a rağbet, salat ikamesi gibi hususlarda neden) zorlanıyoruz acaba? İmtihan dünyasındayız ve şeytaniyet devrede! Yani bizim şeytan yanımız olan bizdeki esfele safiliyn yapı, şeytanlık rolüne bürünmüş insanlar ve cinni şeytanlardan oluşan şeytanlık mekanizması devrede! Yani önemliyi önemsiz göstererek tercihlerimizde bir ikilem oluşturan (vesvese mekanizması) devrede! Özellikle kişi Billahi imana talipse bu mekanizma daha bir çalışacak demektir.
Neden? Sadık olan sadakatini göstersin de ilerlesin diye… Şeytanlık sisteminin vesveseleri bunun içindir ve Billahi imana talip olan için aslında vesveseler önemli bir gelişim fırsatıdır.
Çünkü Hak yolda da ilerleme ve gelişim “reddetme” ve “terkler” iledir, kabullerle değil.
Dolayısıyla, doğru olanı bilmemize rağmen yanlış olanı tercih etmememiz için mücadele ve gayret etmeliyiz; azimli ve sürdürülebilir olarak. Çünkü bu dünyanın imtihan olması için ikilem (vesvese) gerekiyor. Vesvesenin işe yaraması için de esfele safilin yapı, bu yapının ürettiği duniHi algı ve zanlar, bu zanların en esaslısı olan “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiası ve bu iddia sonucu oluşan İlahlık Hissiyatı gerekiyor. Bu sebeple, farkında olmaya ve kurtulmaya çalıştığımız bunlardır, konumuz da bunlardır. Bu farkındalık ve kurtulma mücadelemiz sürecinde birçok ayet ve hadisle verilen müjdelerle desteklenmekteyiz ki bunlardan birisi Sad Suresi 82-83. Ayetleridir: “(İblis) dedi ki: ‘İzzetine kasem ederim ki, onların tümünü mutlaka
şaşırtıp saptıracağım. Ancak ihlaslandırılmış (bu saydıklarımız reddedip, terk edip, ilahlık hissiyatına sırtını dönmüş, Billahi manada iman yoluna girmiş) kulların müstesna.”
İnsanı saptıracak (küfre götürecek, kendini diğer varlıkları müstakilen var ve muhtar sanmasına yol açacak) yöntemler şeytanlık sistemi tarafından planlanmakta, vesveseler ile de uygulanmaya çalışılmakta ve bu konuda sürekli yeni stratejiler geliştirilmektedir. Ancak şeytanlık doğru tanımlanmadığı veya yeterince tarif edilmediği için, insanlar vesvese kapsamındaki fikirleri genellikle kendilerine ait zannetmekte ve kendilerinin bulduğu çözüm yolları gibi düşünmektedirler. Öyle olunca da insan yaşarken şeytanın izinden gittiğini ve ona avukatlık yaptığını kolay kolay anlayamaz. O zaman gelin, bizi sürekli olarak Hak yoldan saptırmaya çalışan şeytanlık sistemini önemseyelim ve anlamaya çalışalım.
Şeytan kelimesi “uzakta kalmak, uzağa atılmak, uzak olmak” manalarından köken alan bir kelimedir. Unutmayalım ki Billahi anlamda “uzak” denilince daima ve ilkin aklımıza gelmesi gereken tek bir “uzaklık” vardır ki bu Allah’ı hakkıyla değerlendirebilmekten uzak olmaktır.
Demek ki; Allah’ı hakkıyla değerlendirmekten uzak olanları Allah’ın uzağa atması (uzaklık idrakın olan esfele safiline atması) ile “şeytan” oluşmakta, uzak olma gayret ve çabalarına ise “şeytanlık” denilmektedir ki bu bir sistemdir. Bu mekanizma Şeytanlık Patronaj Sistemi olarak tanımlanmış (Dündar Y, Şeytanın Avukatı); çalışma usulü ve insana dokunma noktaları ise şöyle açıklanmıştır.
Her insanın kalıbını oluşturan özellikler aynı zamanda şeytanın o insana hücum, yaklaşma, yararlanma ve vesvese oluşturma noktalarıdır. Yani her insanı farklı bir kul yapan onun kalıbının alanı şeytanın çalışma alanıdır da. Biliyoruz ki insanın kalbı ahseni takviym hal üzere idi ve halen de öyle. Ancak insan dünya hayatının gereği olarak esfele safiliyn’e reddedilince duniHi algısı oluştu, bu algı kaynaklı zannıyla insan “Müstakilen Varım ve Muhtarım İddiası” içerisine girdi ve bu iddia onda İlahlık Hissiyatını oluşturdu. İşte hayat bu hal üzere akıp gitmektedir… Böylece insan kendisinde her ne özellik varsa (kendisine ikram edilmiş esmaların) hepsini hem bütün olarak hem de tek tek Müstakilen Var ve Muhtar ilan etti ve kendisindeki özellikler sayısınca küfür noktaları oluşturdu, buna bildiği özellikleri yanında bilmediği özellikleri de dahildir ki işte bu küfür noktalarını oluşturmak ve bu noktaları faaliyete geçirmek “şeytanlık”, bunu yapan da “şeytan” olarak tanımlanır. Şeytanlık insanın kalıbındaki özellikleri suiistimal etmesi sebebiyle kaynağını kalpten/kalıptan alsa da şeytanlığını uygulama alanı insanın sadrıdır (Yılmaz Dündar-Şeytanın Avukatı). Bu yüzden
Rabbimiz Nas Suresi 5 ve 6 ayetlerinde “O ki, insanların sadırlarında vesvese üretir; (ki onlar) cinler ve insanlardan(dır)” buyurmaktadır. Demek ki Şeytanlık Patronaj Sisteminin aktif elemanları insanlar (hem duniHi algıdaki insanın kendisi hem de diğer duniHi ilahlık hissiyatlı insanlar) ve bir de cinlerdir.
Şeytanlık Patronaj Sisteminin görevlileri ve gönüllüleri (nefsimizin şerrini liste başı olarak görelim lütfen) bize vesvese vererek yaklaşır. Vesvese bizi Hak bilgi, Hak idrak ve Hak yol hakkında ikileme sokarak uzaklık algısına (duniHi algıya) yönlendiren her şeydir. Vesveseyi örneklemek üzere tek tek misaller saymak çok doğru olmaz çünkü yaşadığımız her bir anda ne yapıyor, ne düşünüyor ve ne söylüyor olursak olalım, eğer duniHi algı bize cazip geliyor da o kapsamda yapıyorsak, biz o anda vesveseye kulak vermiş onu sahiplenmiş ve ilerletiyoruz demektir. Vesvese konusunda altı çizilmesi gereken, şeytaniyetin bizi tuzağına en kolay düşürdüğü alandır, hemen bu akla gelmelidir ki bu “müstakil olarak varlık” iddiasıdır, “ilahlık hissiyatları”dır. Rabbimiz tarafından verilen bir “varım” hissiyatı vardır, ancak bu varlık “müstakil ve muhtar” olmayıp Allah indinde, Allah ilminde, Allah’ın dışı sınırı olmayan zatında bir varlıktır; fani (var gibi sanılan) bir varlıktır, hâdistir yani ilminde yaratılmıştır. Kendimizde var saydığımız her nimet, her özellik de öyle… Ancak yaratan hüküm sahibi Allah müstakilen var ve muhtardır; bu öyledir ki dışı ve sınırı olmak, öncesi ve sonrası olmak gibi kavramlarından münezzeh bir müstakilliktir… İşte şeytanın bize verdiği vesvese Allah’a ait bu vasıf üzerindendir ve süreklidir. Öyle olunca müstakilen varlık hissiyle olan her halimizde biz vesveseye uymuşuz demektir. Eğer müstakillik yani ilahlık hissiyatıyla yaşıyorsak hem bizdeki nefsin şerri olan şeytan hem de insan ve cinlerden olan şeytanlar görevinde başarılı olmuşlar demektir. Çünkü verdikleri vesveseyle kulu Rabbinden uzaklaştırmıştır. Zaten vesvese budur!
Böyle yaşayıp, bu halinden kurtulmaya çalışmayıp, böyle de vefat eden bir kul dünya ve ahirette zulmette demektir. Görevi vesvese vermek olan Şeytaniyet Patronaj Sisteminin hedefi de budur!
Biz Billahi imana talip kulların olarak ey Allahım, işte bu vesveseden korkuyor ve senin öğrettiğin şekilde sığınıyoruz: “Euzu Billahi mineş şeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim. Rabbi inniy messeniye’ş şeytanü binusbin ve azab, Rabbi euzü Bike min hemezati’ş şeyatıyni ve euzü Bike Rabbi en yahdurun. Ve hıfzan min külli şeytanin marid (âmin)”.
Allah’ım bizi Hak bilgi, Hak idrak ve Hak yaşantı konusunda ikileme düşmekten koruyup kurtardığın kullarından eyleyiver. Bu hali bizim için çok kolaylıkla ve geri dönüşsüz olarak lütfediver, ikram ediver (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti